GÜNCEL

Kana bulanan yılbaşı

KANA BULANAN YILBAŞI

Kemal Burkay

Yeni yıl için iyi dilekler, barış dilekleri birbirini izlerken, yılbaşı daha ilk saatlerde kana bulandı. Devamı da pek iyi görünmüyor.

Aslında bu hiç de şaşırtıcı olmadı. Katliam sanki geliyorum diyordu. Daha günler öncesi Noel’e ve yılbaşı kutlamalarına, başkalarının inançlarına ve yaşam tarzına yönelik bir nefret söylemi malum çevreleri sarmıştı. Noel babanın kafasına tabanca dayayan kahramanların resimleri sosyal medyayı süslüyordu. Yılbaşı kutlamalarını gayri meşru, kültürümüze ve dinimize aykırı sayan hutbeler yüzbin camide okundu..

Kanlı kıyımdan sonra da malum çevrelerin kimi içten içe, kimi de gizlemeye gerek görmeden açıkça sevinip keyiflendiklerini söylemek abartma olmaz. Bu medyaya da yansıdı zaten.

Peki, tüm bunlara rağmen, söz konusu kanlı kıyım önlenemez miydi?

Hani İstanbul ve Ankara başta olmak üzere, yılbaşı gecesi için güya çok tedbir alınmıştı?..

Reina adlı tanınmış kulübün yılbaşı gecesi beklenebilecek bu tür saldırılar için önde gelen yerlerden biri olduğunu tahmin etmek için İstanbul emniyet müdürü veya içişleri bakanı olmaya gerek yok. Peki orası için ne tedbir düşünülmüştü?

Bazıları gece yarısından önce Reina’nın çevresinde çevik kuvvetten oluşan sıkı bir polis koruması olduğunu söylüyorlar, hem de karadan ve denizden… Peki saldırı anında neden sadece bir polis?..

Demek ki gece yarısından sonra güvenlik çekildi.

Profesyonel katil de buna bakıp –bundan haberli miydi yoksa?- geldi, ilk elde oradaki tek polisi vurdu, ardından yılbaşını kutlamakta olan yüzlerce kişiyi taradı, onca ölü, onca yaralı… Sonra da çekip gitti, kayıplara karıştı…

Olaya daha baştan yayın yasağı konduğu için sızan bölük pörçük bilgilerden anlaşılan bu.

İlgili ve yetkililer, kendilerini öyle sananlar, ya da bizim öyle sandıklarımız, henüz gerekli açıklamayı yapmış değiller. Bu “ilgili ve yetkililerin” en iyi bildikleri şey ise bu tür terör eylemlerinden, kıyımlardan sonra hemen olaya yayın yasağı koymaktır.

Evet, teröristler günler, aylar öncesinden hazırlık yapıp, olay günü ve anı gelip ortalığı kan revan içinde bırakarak çekip gittikten, yani her şey olup bittikten sonra yayın yasağı!

“Bu olayı kim yapmış, niçin yapmış, nasıl yapmış?” diye sorarsanız cevabı hazır:

“Bu konuda konuşmak ve yazmak yasak hemşerim!”

“Yahu kardeşim, bu kaçıncısı? Neden önlenemiyor bu eylemler?” diye sorarsanız, cevap yine aynı:

“Yasak hemşerim!”

“Yahu kardeşim, bu işin bir sorumlusu yok mu?”

“Yasak hemşerim!”

Bir de şu lafları iyi biliyor, saygıdeğer ilgili ve yetkililer: “Teröristlerin başını ezeceğiz! Teröristler bununla bir yere varamaz! Birlik olalım!.. Kahrolsun PKK!..” Son zamanlarda buna ek olarak: “Kahrolsun Fetö!” ara sıra da “Kahrolsun DEAŞ !”

Eğer şöyle derseniz: “Yahu kardeşim, tamam, kahrolsun terör, birlik de olalım; ama bu duruma neden geldik, bu terör batağına nasıl battık? Bu ülkeyi dünden bugüne yönetenlerin hiç suçu, kusuru yok mu? Neden bu terör Kanada’da, Avustralya’da, İsviçre’de, İsveç’te filan doğmuyor da şu Ortadoğu’da, -dahası- Müslüman ülkelerde doğup önce bu ülkeleri cehenneme çeviriyor, ardından da tüm dünyaya yayılıyor?.. Bunun bir sebebi hikmeti yok mudur?”

İşte bu sorunun mantıklı bir cevabını ne bu ülkeyi yönetenlerden, ne de Irak’ı, Suriye’yi ve benzer Ortadoğu ülkelerini yönetenlerden alamazsınız.

Hayır, bu ülkelerdeki ilgili ve yetkililerin, yani bu ülkeleri yönetenlerin bu işte herhangi bir kusuru asla ve kata yoktur! Tüm bu kötülükleri ya onların komşuları yapmakta, ya da Amerika, Avrupa, Rusya filan…

Hani İranlı mollaların bir dönemdeki ünlü sözleriyle: “İki büyük şeytan!..”

Peki, ilgili ve yetkililer böyle diyor da bu cehennemi yaşayan vatandaşlar, bu ülkelerin halkı ne diyor bu işe?

Ne diyecek, onlar da birbirlerinin boğazına sarılmış durumda… Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş!

Zaten onlar gerçeği görebilselerdi, ilgili ve yetkililerin işine son verir ve durumu kendi elleriyle düzeltirlerdi. Ülkenin çözüm bekleyen sorunlarını çözer, ülkelerine barış ve demokrasi getirirlerdi…

Ama ülkeyi yönetenler sorun çözme yerine hak ve özgürlük isteyen, şikâyet eden sesleri şiddet yoluyla bastırmayı yöntem haline getirmişler.

Baskı görenler de onlardan örnek alıyor, birçok durumda onlar da şiddeti geçer akçe sanıyorlar.

Böylece toplum bir şiddet batağında debelenip duruyor.

Peki, gerçeği hiç mi gören yok?

Olmaz mı? Az da olsa var. Ama onlar da ya hapiste, ya sürgünde, ya da mezarda!..

2 Ocak 2017

About Post Author