ÇÖZÜM “ VE ÇÖZÜMLEME -1-
SORUN OLAN KÜRTLERİN VARLIĞI MI
Latif Epözdemir
Bir asırdan fazladır ki Kürtler statüsüz yaşamaktadır. Temel halk ve hürriyetlerinden yosun yaşamaktadır. Kürt varlığı ilgili devletlerin en büyük sorunu olma durumunu koruyor. Bu nedenle o ülkelerde refah huzur ve mutluluk gelişemiyor, demokratikleşme gerçekleşemiyor. Türkiyede yıllarca Türk egemenlik sistemine entegre olamayan Kürtlere “cahil “ denildi.Kürtler, aç ve yoksul,korumasız bırakıldı.Geçinmek ve hayatını sürdürmek için yapay sınırları aşıp iş ve aş peşine düşmek zorunda kaldıklarında ise bu kez de,”Eşkiya””Şaki” dediler.Kürtler Türkçe bilmedikleri için “Cahil” bilgisiz,görgüsüz” olarak lanse edildi.Lakin Makbul dil Türkçeydi ve bu sözüm ona “Uygarlık” diliydi. Bu dili bilmeyen de yerleşik algılar uyarınca “medeniyetsiz” di.
Kürt varlığına rağmen Kürt sorunu yoktur demek kasıtlı ve amaçlı bir söylemdir ve ret-inkar politikasının yarattığı algının sonucudur. Kürt kelimesini telaffuz ediyorsan, Kürt vardır demektir. Var olan bir millet seninle eşit koşullarda yaşamıyorsa ve ama senin egemenliğin altında yaşıyorsa burada sorun vardır demektir.Kürtler, Türk değildir. Kürtlere “Türk” demek ya da Kürtleri Türkleştirmek çabaları da gösteriyor ki pek ala Kürt sorunu vardır. Oysa ki Kürtlerin tarihi geçmişi binlerce yıl öncesine, Mezopotamya’ya, bugünkü Kürdistan coğrafyasına dayanan bu milletin kadim bir millet olduklarını göstermektedir.
Öte yandan Kürt sorununu PKK nin ortaya çıkması ile başlayan bir sorun olduğu na inanan çoğul bir tabaka vardır.Oysa ki, Kürt sorunu PKK’nin ortaya çıkması ile var olmuş bir sorun değil.Bu sorun PKK den çok önce de vardı, olasıdır ki ondan sonra da var olacaktır.Kürt sorununu PKK ve terör sorunu ile eş tutan anlayış maksatlı bir anlayıştır.Kürt sorununu terör sorunu gibi göstermek Türk egemenlik sisteminin ezberlettiği bir algıdır.
Kürtler şiddet ve terör dışında değerlendirilmeli ve sorynları çağdaş dünyada kabul görmüş yöntemlerle ele alınmalıdır. Sorun poligonların dışında tartışılmalıdır.Kürt sorunu çatışma kültürünün dışında konuşmak isteniyorsa her şeyden önce bu sorunun varlığını kabul etmek gerekir.Bunun için öncelikle önyargıların kırılması gerekir.Kürt sorununun çözümü aslında siyasete malzeme yapılacak bir şey de değil. Her iki halkın yararına olan adil eşit ve makul bir çözümdür.Ortak bir gelecek kurulması isteniyorsa bir empati kültürünü geliştirmek gerekir.Müşterek hayat alanlarında eşitlik sağlamak gerekir. Temsilde adalet,yönetimde temsiliyet,kendi geleceğini belirleme hakkı,tam hak eşitliği ve buna benzer uygar dünyanın itibar ettiği değişimleri gerçekleştirmek gerekir.
Ama en başta da anadiller alanında eşitliği tesis etmek gerekir. Kürt dilini eğitim dili ve resmi dil olarak kabullenmek ve anayasal güvencelere kavuşturmak gerekir. Kaldı ki, Kürt diline “Bilinmeyen Dil” derseniz; ya da Kürtçe diye bir dil yok. Hepimiz Türk’üz, hepimizin resmi dili ve anadili Türkçedir” derseniz, peşinen kabul edersiniz ki sizin Kürtler diye bir sorununuz var. Kuşkusuz ki,Kürt sorununda “sorun” olan Kürtler değil Türk egemenlik sistemi, Türk siyaset kurumu ve Türk resmi ideolojisidir.
Gerçekte ise, Kürt ve Kürdistan sorunu var ve bu bir ülke ve bir ulus sorunudur. Kürtler yukarı Mezoptamya’nın kadim milletidir ve tarihleri coğrafyalarında kayıtlıdır.Ülkeleri rızaları dışında Ortadoğu’da bölünmüş, nüfusu 70 milyona yaklaşan bir millettir. Kürtler dört ülkeye bölüştürülmüş bir ulustur ve bu gün her dört ülkede de özgürlükten yoksun yaşıyor. Kürt sorunun dünyanın uygar uluslarının bu meyandaki sorunlarının uygar çözümleri ile çözülür. Buna göre de;ya ayrı bir devlet ya da federatif bir sistem içinde eşit ve özgür koşullarda birlikte yaşamak bu sorunun iki ayrı çözüm biçimidir.
Ne yazık ki Türk devleti hâlâ Kürt sorununu adil bir biçimde, eşitlik temelinde demokratik yol ve yöntemlerle çözmeyi düşünmüyor.O, hala güvenlikçi ve askeri çözümler deniyor.Türk egemenlik sistemi hala Kürt halkına federal, hatta otonom bir statü tanımaya dahi yanaşmıyor. O PKK’yi silahsızlandırıp “terör” diye nitelediği bu durumdan kurtulmaya çabalıyor. Böylece sorunun ortadan kalkacağını düşünüyor. Ama bu şekilde bu sorun ortadan kalkmaz. Bu şekilde sorunların çözülemediğine dünyada onlarca örnek verebiliriz.
Gerçekte ise,PKK Kürt hareketinin önünü kesmek için kuruldu. Kürtlere kayyum gibi atadıkları kadrolar eliyle büyüdü. Kürt demokratik muhalefetini terörize etmeye ve ulusal hareketin yönünü dağa çevirmeye hizmet eden PKK geçen süre içinde Kürt halkına büyük acılar yaşattı.
Kuşkusuz ki PKK’nin silah bırakması her iki halkın da yararına ve hayırana olan bir şeydir. Ne yapıp yapıp bunu sağlamak gerekir. Bu başlı başına önem arz eden bir durumdur.Ama ne yazık ki PKK’nin silah bırakması sorununa yaklaşım tarzı da yanlış.Daha öncede denendi ama karşılıksız kaldı. Hatırlanacağı gibi 1999-2000 yıllarında PKK’nin silahlı güçlerini karşılıksız olarak sınır ötesine taşıması istenmiş ve hedeflenmişti. Ama bu sağlanamadı. Bunun için mutlaka bir takım adımlar atılmalıydı. Ama atılmadı.Bu gün de aynı durum söz konusudur.PKK’nin silah bırakması için ilk adım olarak örneğin bir takım yasal düzenlemelerle yeni ve güven veren bir ortam sağlanmalıdır. Böyle bir güvenli ortam olmaz ise dağdakiler kovuşturma riski altında iken dağdan inmez, yurt dışındakiler serbestçe dönmez. Keza ceza evindekilere bir af sağlayıp onları özgürlüklerine kavuşturmadan onların sosyal hayata kazandırılması olanaklı olmaz. Esas itibarı ile,“Fırsat verilirse hizmete hazır” olan Öcalan da devreye sokularak Kürdistan’ın her parçasında Kürt düşmanı politikalara evirilmiş olan PKK ve diğer aparatlarının silah bırakması, hatta tasfiye olması en başta Kürt milletinin yararına olacaktır. Bölge devletlerinin de bu durumdan büyük kazançları olacağı da şüphesizdir.
Ama PKK’nin silahsızlandırılması ya da devre dışı bırakılması sanıldığı kadar kolay değildir. Bu gün PKK’nin Suriye’de yapılanması tam da yerele nüfuz eden güçlere göre şekillenmiş durumda. Orada bir kısım ABD’nin, kontrolünde; bir kısım rejimin kontrolünde; hatta bir kısım da Rusya’nın kontrolünde yaşam sürmektedir. Aynı biçimde PKK İran ve Irak’ta da, tüm aparatları ve ortakları ile İran rejiminin güdümüne girmiş bulunuyor. Yani günümüzde PKK vekâlet savaşı veriyor ve bölgede Kürtlerin dışında herkese fayda sağlıyor. Kürtler hariç herkese kar ettiren bir işletme haline gelmiş olan PKK’nin öyle kolay silah bırakabileceği düşünülmemelidir. Bu nedenle PKK’nin silah bırakması Öcalan’ın talimatları ile bir anda gerçekleşe şansı yoktur.Nitekim, yakın geçmişte, Öcalan’ın Diyarbakır Newroz kutlamasında bu yönde verdiği talimatlarını örgüt dinlemedi.
Gelinen noktada artık Türkiye’nin, de, İran ve Suriye gibi kendi PKK si var.Ama kuşkusuz ki hala bölgede en büyük PKK’yi ABD kontrol etmektedir.
Türk egemenlik sistemi başından beri Apo ve PKK yi bilinçli olarak Kürt siyasal mücadelesinin temsilcisi olarak tanımladı. Lakin bu güç devlet bakımından kontrol edilebilinir bir güçtür. Ama işler istendiği gibi yürümedi.Türk devleti kontrolü elinden kaçırdı. Son zamanlarda Kandilin giderek İran’a yanaşması TC’ yi günden güne tedirgin ediyor.
Son günlerin flaş ismi ve “kahramanı” haline gelen Devlet Bahçeli:” Tek tek Kürt kardeşlerimin sorununu çözmek elbette mecburidir ama kolektif kimlik ve etnik temelde bir çözüme atıf yapmak vahim bir tehlikedir…” diyerek aslında yaklaşan bir “tehlikeyi” haber veriyor.Bu söylem bize yabancı değil. Biz bu yaklaşımı Lozandan hatırlıyoruz.:”‘İmanımız bir, kıblemiz bir, irademiz bir, bayrağımız bir, milletimiz bir, devletimiz bir, anımız bir, acımız bir, geleceğimiz bir, biz hep birlikte Türk milletiyiz.” Denilmişti Türk delegasyonunca Lozanda.
Ne var ki “süreç, çözüm , barış” üzerine bol söz edilmesine karşılık ortada bir proje görünmüyor. Kürt toplumunda “çözüm” adı altında bir oyalama politikası izlendiğine dair algı güçleniyor.
Geçtiğimiz günlerde bu anlamda neler yapıldı, toplumsal dinamikler neyi tartıştı, bu yeni durumdan ne anlamak gerekir. Ya da çözümün çözümlemesi nasıl olmalıdır bu konuyu kısaca irdeleyelim.
Bahçeli ve Erdoğan “Teröristlerle görüşmeyiz” diyor ama biri teröristbaşı dediği Öcalanı Meclise davet ediyor, diğeri kardeşini seçimde televizyona çıkarıyor. Burada bir samimiyet sorusu olarak sormak gerekir.:Teröristlerle görüşmüyorsan,o zaman eğer samimi isen terörist olmayan Kürt hareketleri ile görüş. Ya da hiç kimse ile görüşme.İktidarının önemli bir kitle desteği var ve dolayısı ile çözüm iradesine sahipsin.Bu sorunu çöz. Eğer çözersen en çok sen kazanırsın.Ama önce sorun olduğunu kabul et ve çözüm yol haritanı halk ile paylaş. Türkleri razı ve ikna edecek Kürtleri de tatmin ve memnun edecek her çözüm biçimi kabulümüzdür. Buyrun çözün.
Peki son süreçte gözlemlenen durumlar nedir.Biraz da onları irdeleyelim. İktidar,haklarında kesinleşmiş bir hüküm olmadığı halde halkın iradesine rağmen Dem Partili kimi belediye başkanlarını görevden aldı. Bunun üzerine, Dem Parti son kayyum atamaları sonucunda gurup toplantısını Mecliste değil de Mardin’de yaptı. Tüm milletvekillerini bölgeye çekmiş durumda.Dem Parti bundan böyle de meclis çalışmalarına gurup olarak mazeretsiz katılmaz ise bu yeni sorunlar doğuracak.Bu tutum Dem Partinin temsiliyet hakkını kaybetmesi ile sonuçlanabilir.Hiç belli olmaz bir de bakmışsınız ki Dem Parti mağduriyetini bahane ederek meclisten çekilir. İşte o zaman iktidara gün doğar. Kısmı seçim yapılır ve Dem Partiden boşalan sandalyeler Cumhur ittifakına geçer.Bu da başka bir senaryo.
CHP başkanı Özgür Özel bunu görüyor.O da müstakbel CHP başarısı için Dem Parti üzerinden puan toplamaya çalışıyor. Kayyum atanmış belediyeleri ziyaret ederek tepki gösteriyor,Kürt seçmene moral veriyor, onlara şirin görünmeye çalışıyor.Ama Bahçeli çok geçmeden son açıklamalara ilişkin maksadını açıklıyor.”Tayip Erdoğan yeniden Cumhurbaşkanı olmalıdır.”Ve tartışmaların merkezi bir anda başka tarafa kayıyor.