GÜNCEL

Değerli katılımcılar hepinizi şahsım ve HAK-PAR adına saygıyla selamlıyorum.

Değerli katılımcılar hepinizi şahsım ve HAK-PAR adına saygıyla selamlıyorum.

Osmanlı devleti ile Sefavi devleti arasında 1639 yılında yapılan Kasri-Şirin antlaşması ile Kürdistan iki parçaya bölünmüştü.

1914’te başlayan 1. Dünya savaşının sonunda galip devletler, yenilen Osmanlı devletinin egemenliği altındaki toprakları paylaştıklarında Kürdistan’ı bir kez daha parçaladılar.

Galip devletler Osmanlı egemenliği altındaki topraklar üzerinde yaşayan milletlerin kendi kendilerini yönetmelerine olanak sağlayan yeni devletler kurdular.

Ortadoğunun en kadim milleti olan Kürt milletine ise bu olanak tanınmadı.

Emperyalist devletler Kürtlerin de hakkı olan kendi devletine sahip olmasını engellediler. Kürdistanı yeni kurdukları Irak ve Suriye devletleri ile Türkiye arasında paylaştırdılar.

Lozan antlaşması 24 Temmuz 1923 yılında İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti, Rusya ve Türkiye arasında yapıldı.

Bir dizi açık gizli görüşmenin ardından Lozan da bir araya gelen; İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya devletleri kendi çıkarlarını muhataplarına dikte ettirdiler.

Kürt milletin varlığına kasdeden, soykırımlara tabi tutulmasına yol açan ve bu gün Kürt halkının yaşadığı sıkıntılarının, ortadoğunun kan revan içinde istikrarsızlık kaynağına dönüşmesinin nedeni öncelikle bu uğursuz antlaşmadır.

Ne Kemalistler antlaşma öncesi Kürtlere verdikleri sözleri tuttular, ne de İngilizler/Fransızlar Osmanlıdan kopardıkları Güney Kürdistan’da verdikleri sözleri tutarak Kürt halkının kendi kendisini yönetme hakkını tanıdılar.

Emperyalist ülkeler Kemalistlerle, Irak’ta, Suriyede inşa ettikleri yönetimlerin ırkçı kadrolarıyla anlaşarak Kürt halkının en temel haklarının dahi tanınmamasına, soykırım politikalarına tabi tutulmasına destek oldular veya seyretmekle yetindiler.

Bugün 100 yılını geride bıraktığımız bu dramatik süreci kınamakla yetinmek yerine Kürtler açısından iyi okumak ve sonuçlar çıkarmak ve yeniden benzer hatalara düşmemek en doğrusu olacaktır.

Zira Kürdistanı kendi çıkarları gereği parçalayan, paylaşan emperyalist ülkelerin yöneticileri kadar dönemin Kürt siyasetcilerinin de yanlışları bu gün Kürtlerin içinde bulunduğu parçalanmanın ve soykırım politikalarının muhatabı olmalarının nedeni olduğunu unutmamalıyız.

Bugün de Kürt siyasetinde geçmişte İttihat ve Terakkicilerin, ve onların devamı olan Kemalistlerin ektiği tohumlarının yeşerdiğini görmek, bu Kürt karşıtı siyaset için sömürgeci bölge devletlerinin kurdukları tuzaklara gönüllü koşanların uğursuz söylemlerinin sirayet ettiğini izlemek hüzün vericidir.

1880 li yılların sonlarında yıkılmak üzere olan Osmanlı devletinin enkazı üzerinde şekillenen Türk ve Kürt milliyetçiliğinin serüveni bu güne de ışık tutmaktadır.

Türkler kendi devletleri olan Osmanlı devletini kurtarmak, Kürtler gibi egemenlikleri altında tutukları milletlerin ayrılmasını engellemek, kendi kaderlerini tayin ederek, devletleşmelerinin önüne geçmek için çaba harcarken, Kürtler garip bir şekilde Türk egemenleri arasında ki iktidar çatışmalarının tarafı olmakla meşgul oldular.

Kürt ileri gelenlerinin bir kısmı padişah Abdulhamit’in iktidarda kalması, diğer kısmı ise Abdulhamit’i devirmeye çalışan meşrutiyetçi (İTC) İtihat ve Terekkicilerin yanında saf tutu ve onların iktidara gelmesi için çabaladılar.

Kürtler, çok seyrek ortaya çıkan olumlu koşulları değerlendirerek, kendi devletlerini inşa etmek yerine, Kürdistan’ın yüzlerce yıldır ağır baskı ve sömürü ağı içinde tutan Osmanlı devletini kurtarmak konusunda ortaklaştılar.

Bütün milletler Balkan ulusları, Araplar yıkılmakta olan Osmanlı devletinin boyunduruğundan kurtulmak, kendi devletlerini inşa etmek için çabalarken Kürt siyasetçilerinin ezici çoğunluğunun Osmanlı Devletini kurtarmak için çaba gösterdiklerine dair binlerce örnek vermek mümkün.

Kürt siyasetçi ve aydınlarının bir kesimi Padişahı/hilafeti korumak için diğer kesimi ise Türk milliyetçileriyle İTC de bir araya gelerek enerjilerini bu iktidar kavgasında tükettiler.

1913 yılında Bab-ı Ali Baskınından sonra iktidara gelip belirgin bir şeklde Türk milliyetçi çizgisine oturduğunda dahi Kürtler, ITC den kopmadılar.

Lozan Antlaşmasının üzerinde 100 yıl geçmesine rağmen bugün de Kürt siyasetine yön veren Neo Osmanlıcılarla, İTCnin bir versiyonu olan Kemalistlerle olan çarpık ilişkinin, aşkın etkilerini kırmanın mümkün olmaması üzerinde ciddiyetle düşünülmelidir.

Zira bu Kürt karşıtlığını içeren ilişki bilince çıkarılmadan ve bu çizgi ile tüm bağlar koparılmadan, Kürt hareketinin toparlanması ve kendi adına/ kendisi için siyaset üretmesi mümkün olmamaktadır.

1.Dünya savaşı ardından Fransız devriminin etkisinin yayıldığı Osmanlı coğrafyasında Balkan ülkeleri tek tek bağımsız devletlerini inşa ederken, İngiliz ve Fransızların yardımı ile Araplar çok sayıda devlet kurarak tarih sahnesine çıkarken, Kürtlerin Osmanlıyı kurtarmak için ‘müslüman kardeşliği’, ‘Ortak vatan’,’Ortak ulus’, ‘Kürt Türk Kardeşliği’ söylemleri ile Türk milliyetçileri ile kol kola girmesinin getirisi soykırımlara tabi tutularak, ağır asimilasyon politikalarına maruz kalarak varlığına kast edilmesi oldu…

Bugün ‘tek devlet tek millet’ söyleminde gizli Kürt/Kürdistan karşıtlığının temellerinin Sevr antlaşması sonrası ITC kadrolarının kurduğu Müdafayı Hukuk cemiyetlerinde atıldığını görebiliyoruz.

Mondros mütarekesinin ardından teslim olan Osmanlı devleti ile 1920’de yapılan Sevr antlaşması aynı zamanda Kürdlerin ve Kürdistan’ın varlığını ve devlet kurma hakkını kabul eden bir uluslararası antlaşmaydı.

Kürdistan’a otonomi ve bir yıl sonra istenmesi halinde bağımsız devlet olma hakkını içeren bu antlaşma, Kürdistanın kuzey illerinde, İTC tarafından 1915’te soykırıma tabi tutulan neredeyse nüfusları sıfıra inen Ermenilere de bir devlet öngörüyordu.

Bu antlaşmaya dönemin Kürt siyasetçileri karşı çıktı.

Tükler kendilerine bırakılan Ankara merkezli iç anadolu bölgesi ile yetinmek yerine, Kürterle Türklerin yaşadığı tüm bölgeleri içeren ‘ortak devlet’ fikrini yaygınlaştıran Müdafayı Hukuk Cemiyetlerini kurdular. Bu cemiyetlerde yer alan milliyetçi Kürtlerin tasfiyesine özen gösteren Tükçü kadrolar, Kürtleri yanlarına çekmek için hem Ermeni devleti korkusunu kullandılar, hem de ‘kurtuluş’un ardından Kürtlerin kendilerini yönetme dahil tüm meşru haklarını teslim edecekleri vaadinde bulundular.

Osmanlı devletinin İstanbul’daki son meclis oturumu, Ankara’da Erzurum ve Sivas kongrelerinin ardından kurulan Millet Meclisindeki Türkçü kadroların önerdiği Misaki Milli kararı, Türk devletinin sınırlarını Kürdistan’ı da içerecek şekilde olacağını ilan ediyordu.

Türk siyesetçileri kendi egemenlik alanlarını mümkün olduğunca büyütmek hiç olmazsa Kürdistanı ellerinde tutmak için uğraştılar.

Dönemin Kürt siyasetcileri ise ağırlıklı olarak, kendi devletlerini kurmak için çalışan müslüman arapların aksine ‘hepimiz müslümanız’ diyerek, Türkleri kurtarmak ve başarılı olmaları için seferber oldular.

Lozan antlaşmasından önce bugün Irak devletinin sınırları içinde kalan Güney Kürdistan İngilizlerin, Güneybatı Kürdistan ise Suriye devleti sınırlarına dahil edilerek Fransızların işgali altındaydı.

Türkler her fırsatta Kürtlerin ayrılmak istemediklerini uluslararası kamuoyuna duyuruyor, Musul Kerkük’ü de içine alan yani misaki-milli sınırlarını kapsyana bir devlet için propaganda yapıyorlardı.

Deneyimli Türk yöneticiler Musulu işgal eden İngilizlere karşı Kürtlerin bağımsızlık çabalarını destekleyeceklerini propaganda etmektende geri durmuyorlardı.

Elbet ingiliz siyaseti Güney kürdistan ile güney batı kürdistan parçalarını Türklere bırakmadı. Bu parçalardaki Kürtlere kendi yönetimlerini kurma sözü vererek onları oyaladı.

Şeyh Mahmut Berzenci 23 mayıs 1919 da başlattığı ayaklanma sonrası Süleymaniye’yi Ingilizlerden alarak Güney Kürdistan’da bağımsızlığını ilan ettiğinde, hareketi bastırmak için çabalayan ingilizlere, pek çok Kürt aşireti ve feodali de destek oldu.

Bu sayede ingilizler çatışmada yaralanan Şeyh Mahmut’u yakaladı ve Süleymaniye’yi yeniden ele geçirerek Kürdistanın bağımsızlığını ortadan kaldırdı.

Neredeyse 100 yıl önce meydana gelen bu yenilginin nedenlerini hem Kürdistanın parçalı yapısında, hem de içeride ulusal bilincin henüz aşiretlerin feodallerin o anki çıkarlarını aşacak güçte olmamasında aramak gerekir.

Ortak düşmana karşı birleşememek, hatta sömürgeci veya işgalci gücün yanında yer alarak başlayan/ gelişen milli hareketi yanlız bırakma hatta ortadan kaldırılmasında rol alma siyaseti pek çok kez kedini tekrarlayan yıkıcı bir vakaa olarak Kürtlerin meşru haklarını elde etmesini engelleyen temel faktör olmuştur.

Yine Lozan antlaşmasına giderken Kuzey Kürtlerinden de bir kaç örnekle devam edelim.
Lozanda Osmanlı toprakları üzerinde kurulacak devletler ve sınırları konuşulurken Kürtlerin bu sürece kendi adlarına katılmamaları özellikle Türkler tarafından ustaca engellenmiştir.

Esasen yapılan görüşmelerin hemen arifesinde ve başlangıcında Kürt siyesetinde bir bütünlük de yoktur.

Bir yandan Alişêr, Nuri Dersimi gibi bağımsızlıkçı Kürtler, Sevr Antlaşması sonrası doğan fırsatı Kürtlerin ayrı devet olarak tanınması için değerlendirilmesi gerektiini savunmakta ve Kocgiride olduğu gibi harekete geçmekteydiler.

Diğer yandan Kürtlerin ileri gelenlerin büyük çoğunluğu Kemalistlerin teklif ettiği Büyük Millet meclisine katılmakta, hatta Lozan’da toplanan devletlere Mustafa Kemal’in gönderdiği ve İnönün’ün başkanlık ettiği heyetin Kürtleri de temsil ettiğini ve Kürtlerin Türklerden kesinlikle ‘ayrılmak istemediklerini’ iletmekteydiler.

Millet meclisinde Dersim Mebusu Hasan hayri bey ‘Kürtlerin Türkler’den ayrılmayacaklarını’hareretli bir şekilde savunurken, Mustafa Kemal’in taktirini almakla övününmekte, Yine Mustafa Kemal’in isteği üzerine Meclise Kürt milli kıyafetleriyle katılmaktadır. Hasan Hayri bey Kürtlerin kaderinin de şekilleneceği Lozan görüşmeleri sırasında Kürt Mebusların tavrını şu sözlerle açıklamaktadır; ’Ben ve diğer Kürt mebus arkadaşlarım, ertesi gün Kürt Milli kıyafetiyle Meclis’e geldik ve Lozan Konferansı’na telgraflar çekerek Kürtler’in, Türkler’den ayrılmayacağını bildirdik.”

Hasan hayri Bey daha sonra Şeyh Sait isyanı ile ilişkilendirilerek idam edilir.

4 Kasım 1922, TBMM Gizli Celse’de Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey de benzer bir tutum içindedir; Bu sözler daha sonra Cıbranlı Halit beyle birlikte idam edilen Yusuf Ziya’ya aittir; “Avrupalılar diyorlar ki “Türkiye’de yaşayan ekalliyetlerin en büyüğü, en kesretlisi Kürtlerdir.” Bendeniz Kürdoğlu Kürdüm.

Binaenaleyh bir Kürt mebusu olmak sıfatıyla sizi temin ederim ki Kürtler hiçbir şey istemiyorlar. Yalnız büyük ağabeyleri olan Türklerin saadet ve selametlerini istiyorlar (alkışlar). Biz Kürtler vaktiyle Avrupa’nın Sevr paçavrası ile verdiği bütün hakları, hukukları
ayaklarımız altında çiğnedik ve bütün manasiyle bize hak vermek isteyenlere iade ettik. Nasıl ki Elcezire Cephesi’nde çarpıştık (alkışlar), nasıl ki Türklerle beraber kanımızı döktük, onlardan ayrılmadık ve ayrılmak istemedik ve istemeyiz! (Alkışlar)
binaenaleyh sözüme hitam verirken heyet-i murahhasanızdan rica ederim ki, ekalliyetler (azınlıklar) mevzubahs edildiği zaman Kürtlerin hiçbir mütalebesi (talebi) olmadığını ve Kürtlerin kanaatine tercüman olarak buradan söylediklerimi söylesin ve iddia etsin.
Binaenaleyh tekrar rica ederim ki Suriye’de terk ettiğimiz hudutları kurtarsınlar. Bu memleketin, bu vatanın eczası, en mühim parçası olan Kerkük’ü, Süleymaniye’yi, Musul’u unutmasınlar. (“Zaten orası bizimdir” sesleri)”

Bir de Seyid Rıza’nın kayınpederi olan Diyap Ağanın 1931 yılında Yeni gün gazetesine verdiği mulakkatan Lozan sürecindeki tutumunu okuyalım;
“Bir kere de Lozan Konferansı sırasında kürsüye çıktım. Aha bizim memleket ahalisi Kürtmüş, orada bir Kürt Hükümeti kuracaklarmış, bunu duyunca kızdım kürsüye çıkıverdim. Gene sustular: “Lâilaheillâh Muhammedünresullâllah” dedim. “Gerek Şafiî, gerek Hambelî, gerek Hanefî hepimizin kıblesi birdir. Meclisimiz, kulübümüz, dinimiz, milletimiz birdir. Biz Kürt değil, biz Türk’üz. Hepiniz Lâilaheillâh demişsiniz. Şimden sonra mı, ayrı bir din, ayrı bir millet olacağız.” dedim. Gene el çırptılar, İsmet Paşa ayakta kürsünün yanına gelmiş, sakalımın dibine yaklaşmıştı. O da coştu, o da el vurdu. »
Türklere, özellikle de Kemalistlere en zor yıllarında büyük yardımları olan Diyap ağa da Sürgüne tabi tutulanlar arasına katılacaktır.

Evet, Kürt ileri gelenlerin Kürtlerin bugün ki devletsizliğine kapı aralayan lozan sürecinde ki tutumlarına bunca benzer çokça örnek verilebilir.

Kemalistler Türkerle Kürtlerin yaşadığı yerlerin milli sınırlar olarak kabul ve ilan eden Misaki Milliyi de, Kürtlere verdikleri sözleri de çabucak unuttular.

Bugünkü Güney Kürdistan’ı İngilizlere ve Güney batı Kürdistanı Fransızlara terkettiler.

Egemenlikleri altında tuttukları Kuzey Kürdistan’a Lozan öncesi Kürtlerin kendilerini yöneteceklerine dair verdikleri sözleri inkar ederek, sömürge statüsü bile tanımadılar.

24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması imzalanarak Türkler milli devletlerinin tapusunu aldılar.

Kürtler ise yok hükmünde sayıldı. Soykırımlar, katliamlar, ağır asimilasyon politikalarının muhatabı olarak 100 yıl geçirdiler.

Bu tarihi fırsatı değerlendiremeyen Kürt siyaset sınıfının daha sonra yaptıkları her itiraz, her baş kaldırı, her isyan, kanla bastırıldı.

Sonuç Olarak;
1) Kürdistan’ın parçalanmasının, İngilizler ve Fransızlar’ın öncülüğünde galip devletlerin kendi çıkarlarını gözeterek kurudukları veya destek oldukları Irak, Suriye ve Türkiye arasında paylaşılmasının, Kürt milletinin en meşru hakkı olan kendi kendisini yönetme hakkının oratadan kaldırılmasının ve 100 yıldır süregelen soykırım sürecinin temeli 24 Temmuz 1923’te Lozan’da atılmıştır.

2) Kürdistanın aşiretçi – feodal parçalanmışlığı, ulusal bilncin ve ulusal kurumlaşmanın zayıflığı ve Kürt siyasetine nufuz eden Osmanlıcı, Türkçü/ümmetci ideoloji Kürt siyasetini, kadrolarını somut milli heflerinden yoksun bırakmıştır.

3)Kemalistler ustaca Sevr antlaşması sonrası Kürtlerin kendi ulusal kurumlaşmalarını engellemiş, Kürt siyaset sınıfının Mudafayı Hukuk cemiyetlerine, Millet meclisine Türk milli menfaatlerini savunacak tarzda entegre etmelerini başarmışlardır.

4) Lozanda Kürt milletinin kaderi de belirlenirken Kürtlerin kendi özgün talepleri ve temsilcileriyle katılımı engellenmiştir.

5) Dönemin Kürt siyaset sınıfı Lozan’a telgraflar çekerek Mustafa Kemal’in gönderdiği İsmet İnönü başkanlığındaki Türk heyetini Kürtlerin de temsilcisi olarak Kabul edilmesini sağlamışlardır.

6) Elbette Kürdistanın parçalanması,Kürt milletinin meşru haklarının gaspedilmesi ve 100 yıldır süregelen soykırım ve asimilasyon politikalarına maruz kalmasının birinci derecede sorumlusu 1. Dünya Savaşının galip devletleridir. Bunların başında İngiltere ve Fransa gelmektedir.Yine bu kanlı sürecin diğer sorumluları Kürdistanı aralarında paylaşan ve kürt halkının varlığına kast eden bölge devletleridir.

7) Ancak, Aynı zamanda dönemin Kürt siyaset sınıfını da, hataları,yanlışları hatta ihanetleri ile bu günkü statüsüzlüğün mimarlarından saymak gerekir.

Son söz olarak;
Lozan Antlaşmasının üzerinden geçen 100 yıl sonra dahi, Kürt halkının yaşadığı büyük acılara ragmen Kürt siyasetinde benzer bir durumun gözlenmesi hüzün vericidir.

Hala Kürtler adına siyaset yapanlar İttiahtçıların devamı olan Kemalistlerle Türk İslam sentezi ile İttihat ve Terakkicilerin bir versiyonu olan Neo Osmanlıcılar arasında vekil olmak için mekik dokuyor.

Kendi ulusal kurumlaşmaları yönünde politika üretmek, örneğin bir ulusal temsil mekanizması yaratmak kendi temsilcilerini öne çıkarmak yerine sol Kemalist kadroları Kürtleri temsil etmek üzere vekil olarak parlamentoya taşıyorlar.

Tıpkı Lozan sürecinde Kemalistlerin Kürtlerin de temsilcisi olduğu yönünde telgraflar yağdıran Kürt siyasetçiler gibi….
İdam edilen, mezar yeri bile açıklanmayan Seyid Rıza’nın heykeline çeleng bırakıp onu asan ve Dersim’de eşi görülmemiş katliamlar yapan Kemalist partinin başarısı için uğraşan bugünkü siyasetçilerin 100 yıl önceki Diyap Ağa gibi Kürt siyasetçilerin yanlışlarından ders almadığı görülüyor.

Yine kimi ‘Kürdistani’ siyasi kadrolarının Şeyh Sait ve 47 arkadaşının idam edildiği Diyarbakır sokaklarında Kemalistleri ‘normalleşme’ veya ‘demokratikleşme’ adına Kürt halkına yeniden adres göstermeleri, Kürt karşıtlığından zerre kadar sapmayan Kemalistlerin yeniden iktidara gelmesi için bildiri dağıtmaları, devletin bizzatihi Kürt hareketini Türkiyeleştirmek için ürettiği entegrasyocu, proje yapılarla kol kola girmeleri de tıpkı 100 yıl önceki gibi küçük şahsi beklentilerin, çıkarların ulusal bilincin önünde olduğunu göstermektedir.

Ancak tüm bu olumsuz manzaraya ragmen Kürtler muaazzam bir deneyim de elde etti. 1947 de Doğu Kürdistan’da elde edilen kısa süreli devlet olma pratiği, 90lıyıllarda Güney Kürdistan’da özgürleşen Kürt Federe Bölgesi ve Parlamentosu ile taçlandı.

Kürtler bu parçada 25 Eylül 2017 de yapılan referandumda % 97 oyla bağımsızlık talebini tüm dünyaya ilan etti.

Kuzey de dahil her parçada milli hedefler için çabalayan hatırı sayılır bir aydın, siyasetçi kadro, kurum var.

Artık çok ciddi bir biçimde Kürt aydınları ve politik kadroları arasında Kemalist veya Neo Osmanlıcı kesimlerden kopuşun tartışıldığını, tutum alındığını da görüyoruz.

Henüz kat edilecek çok yol olduğu ortada. Ancak Kürtler sabırla, bilinçle ortak ulusal hedflerde bir araya gelmeyi, istikrarlı, savrulmayan, çağın ruhuna uygun, meşru ulusal kurumlaşmalar inşa etmeyi başaracaklardır.

Gerisini uluslararası ve bölgesel konjonktür belirleyecektir.

Bu konferans vesilesiyle bir kez daha Lozan Antlaşması ile Kürdistanı parçalayan, Ortadoğunun en kadim ve kalabalık nüfuslarından olan Kürt milletinin meşru haklarını tanımayarak soykırımlara ,katliamlara, zoraki asimilasyona tabi tulumasına yol açan emperyalist devletlerinin ve bölgesel işbirlikçi devletlerin yöneticilerini kınıyorum.

Hakları gasp edilen milletimizin özgürlüğü ve meşru hakları için can verenleri rahmetle anıyorum.

8.Temmuz. 2023/DiYARBAKIR

Düzgün KAPLAN
Hak ve Özgürlükler Partisi
Genel Başkanı

About Post Author