GÜNCEL

ORTADOĞU BARIŞI, FİLİSTİN VE KÜRDİSTAN

Latif Epözdemir

İsrail ve Hamas arasındaki savaş yarım aya yaklaştı. Bu süre içinde çok sayıda insan yaşamını yitirdi. Bu savaşa dair görüşlerimi bu yazının ikinci bölümünde paylaşmak istiyorum. İkinci bölümde paylaşacağım görüşlerime kaynak olması bakımından daha önce kaleme aldığım bu yazıyı paylaşmayı yararlı gördüm. Ayrıca İsrail in meşru varlığına karşı çıkan kimi “ İslamcıların ”mesnetsiz davranışlarını anlamaya faydalı olması bakımından da gerekli bir paylaşım olacağı inancındayım.

Kudüs kenti, bugünkü İsrail ve Filistin ’in ortasında yer almaktadır. Kudüs, Arapça El Kuds, İbranice Yeruşalayim (Jarusalem) olarak adlandırılmaktadır. Kudüs kenti, dünyanın en eski kentlerinden biridir. Birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış olan kent, ”Multi-Kültürel” bir yapıya sahiptir.

Kudüs kentinde, semavi dinlerin simgesi sayılan birçok eser bulunmaktadır.

Eski Kent, dört mahalleden oluşuyordu. Müslüman, Yahudi, Hıristiyan ve Ermeni mahalleleri olarak sıralanıyor

Kudüs kenti, Yahudiler, Ermeniler ve Hristiyanların yanı sıra, Müslümanlar bakımından da önemli bir kent olarak algılanmaktadır. Bu nedenle Kent, tarihsel bir öneme sahip bir kenttir.

Müslümanlar için de manevi değeri olan Mescidi Aksa Kudüs’tedir.

Ancak Kudüs, sadece İslam kimliğini taşıyan bir kent değildir.

Hz. Muhammed zamanında var olan mescitler arasında, Mekke “ye en uzak yerde bulunduğu için, (Mekke kentine en uzak Mescit olduğu için) bu mescide “Mescidi Aksa” denilmiştir.

Kimi tarihçi ve İslam yazarları buraya “Beyt-ül Makdis ya da “Beyt-ül Mukaddes ”de demektedirler. Bu ibadethane, İslamiyet’ten önce, Hz. Davud döneminde yaptırılmıştır. Kenti her fetheden kesim bu tapınağı kendi dinsel değerleri ile bezemiştir. Mescidi Aksa’yı, haçlılar döneminde Hristiyanlar kiliseye, Selâhaddin zamanında Müslümanlar ise camiye çevirmişlerdir.

“İbrani” olarak bilinen Yahudilerin dayandığı boyun, Hz. İbrahim’e uzandığı bilinen bir gerçektir.

“Beni İbrahimler” yani “İbrahim oğulları” diye bilinen İsrail in, sanıldığının tersine eski bir kavim oldukları ve bir coğrafyaya sahip oldukları tartışılmaz bir gerçektir. Ancak bu coğrafyanın Arap coğrafyası ile ortak ve komşu olduğu, Yahudilerin ve Müslümanların bu coğrafyada yan yana oldukları da başka bir gerçektir. Bazı kişilerinin savunduğunun tersine o bölgede İsrail’e ait bir coğrafya vardır. Esasen Filistin toprağının önemli bir kısmını işgal altında tutan İsrail’den çok (Golan Tepeleri vs. ) Suriye ve Lübnan’dır.

Bu günkü Gazze ise İsrail tarafından bir zamanlar Filistin mültecilerine yerleşmeleri için verildi.

Kudüs’ün tarihçesine bakıldığında; Haçlıların 1099 yılında Kudüs kentini işgal ettiği görülmektedir. Kürt olduğu kendi itiraflarından da anlaşıldığı gibi (Selahadinê Eyubî, ölmeden önce kendi eli ile yazdığı mektupta Kürt olduğunu kabul etmektedir. Mektup İskenderiye kütüphanesinde saklanmaktadır. ) Selahaddin bu kenti 1187 yılında haçlı egemenliğinden çıkardı. Yerleşik Yahudiler, o zaman kenttin bir İslam komutanı tarafından ele geçirilmesi nedeni ile Kudüs’ü terk etmeye başladılar. Selâhaddin, bu Yahudileri geri çağırarak onlara güvence verdi. Kudüs’ün onların da kenti olduğunu kabul etti

20 Temmuz 1980 tarihinde de, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine, üye ülkelerin tümü oy birliği ile Kudüs’ü İsrail “in başkenti olarak tanıdı.

Geçtiğimiz yıllarda ABD başkanı Kudüs’ün BM’ ce “başkent” kabul edilmiş olması hesabı ile büyükelçilik binalarını bu kente taşınması talimatı verdi. Dönemin ABD Başkanı Trump”ın, bu talimatının haklı gerekçeleri var. Lakin İsrail Meclisi, İsrail Yüksek Mahkemesi, Cumhurbaşkanı ve Başbakanlık resmi konutu da zaten öteden beri Kudüs’tedir.

Arap ve Türk İslam’ı başta olmak üzere etnik İslam, Trump’ın açıklamasının ardından o günlerde yine fırtınalar

kopardı. O güne dek Kudüs’ün BM tarafından başkent olarak kabul edilmesine sessiz kalmış olan sözüm ona İslam ülkeleri, Kudüs’ü gerekçe göstererek sokaklara döküldü. O gün bu davranış kaygı uyandırmıştı. Çünkü bu davranış

dünyada olası bir “Hıristiyan/Yahudi-Müslüman” çatışmasını körükleyebilirdi.O gün bu çatışma tarafların aklı selim davranışları sayesinde önlenmiş oldu.

Bu günkü İsrail-Hamas savaşı koşullarında bu tehlike bir kez daha hortlatılmak istenmektedir.

Geçmişte bu gelişmeler yaşanırken “İslam İşbirliği Teşkilatı” Zirve Dönem Başkanı, Türkiye Cumhurbaşkanı Receb Tayib Erdoğan o günlerde Kudüs’e ilişkin olarak verdiği demeçte şöyle demişti. ” Bölgemizle birlikte tüm dünyada vicdanın, adaletin, karşılıklı saygının tesisinin ve sürdürülebilmesinin mihenk taşı, Kudüs’e sahip çıkabilmektir. Tarihte Kudüs “ün özel dini yapısına ve bundan kaynaklanan mahremiyetine saygı duyulmadığında ne kadar acılar çekildiğinin pek çok örneği vardır.”

Türk parlamentosunun “Milli” mutabakat partileri olan AKP, CHP VE MHP ise Kudüs’e ilişkin olarak” ortak bir basın açıklaması yaptılar. Açıklama şöyledir. :“Ortadoğu’da bir dizi istikrarsızlık yaşanacaktır. İsrail ve Filistin arasında adil, kalıcı, dengeli, tarihi ve manevi haklara riayet eden bir barış gerçekleşmeden insanlığın huzur ve selamete ulaşmasının mümkün olmayacağı unutulmamalıdır. Bu kabul edilemez gelişmeler karşısında, Türkiye Cumhuriyeti”ni oluşturan 80 milyonun her bir ferdinin, BM kararları hilafına Kudüs’ün tarihi statüsünü değiştirme yönündeki maceracı girişimleri kesin ve tartışmasız bir şekilde reddetme iradesini TBMM olarak dünya kamuoyuna ifade ve ilan ederiz.”

Tıpkı bu gün İsrail –Hamas savaşında olduğu gibi yekvücut olup tepki gösterdiler. Bu kez aralarında” solcu” YSP de var. Daha da İlginç olan Ahmed Davutoğlu’nun Hamas’ı öven açıklamaları tartışmayaratacak düzeyde.

Tabi bir de “Milli Demokratik Devrim” rüyasından bir türlü uyanamamış “Türk Solu” ile “Türk İslam Sentezi”nin müebbet hükümlüsü “Türk Sağı” da sokaklarda birlikte Hamas’a arka çıkan eylemler düzenlemektedir.

ORTADOĞU BARIŞI, FİLİSTİN VE KÜRDİSTAN

İsrail ve Hamas arasındaki savaş yarım aya yaklaştı. Bu süre içinde çok sayıda insan yaşamını yitirdi. Bu savaşa dair görüşlerimi bu yazının ikinci bölümünde paylaşmak istiyorum. İkinci bölümde paylaşacağım görüşlerime kaynak olması bakımından daha önce kaleme aldığım bu yazıyı paylaşmayı yararlı gördüm. Ayrıca İsrail in meşru varlığına karşı çıkan kimi “ İslamcıların ”mesnetsiz davranışlarını anlamaya faydalı olması bakımından da gerekli bir paylaşım olacağı inancındayım.

Kudüs kenti, bugünkü İsrail ve Filistin ’in ortasında yer almaktadır. Kudüs, Arapça El Kuds, İbranice Yeruşalayim (Jarusalem) olarak adlandırılmaktadır. Kudüs kenti, dünyanın en eski kentlerinden biridir. Birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış olan kent, ”Multi-Kültürel” bir yapıya sahiptir.

Kudüs kentinde, semavi dinlerin simgesi sayılan birçok eser bulunmaktadır.

Eski Kent, dört mahalleden oluşuyordu. Müslüman, Yahudi, Hıristiyan ve Ermeni mahalleleri olarak sıralanıyor

Kudüs kenti, Yahudiler, Ermeniler ve Hristiyanların yanı sıra, Müslümanlar bakımından da önemli bir kent olarak algılanmaktadır. Bu nedenle Kent, tarihsel bir öneme sahip bir kenttir.

Müslümanlar için de manevi değeri olan Mescidi Aksa Kudüs’tedir.

Ancak Kudüs, sadece İslam kimliğini taşıyan bir kent değildir.

Hz. Muhammed zamanında var olan mescitler arasında, Mekke “ye en uzak yerde bulunduğu için, (Mekke kentine en uzak Mescit olduğu için) bu mescide “Mescidi Aksa” denilmiştir.

Kimi tarihçi ve İslam yazarları buraya “Beyt-ül Makdis ya da “Beyt-ül Mukaddes ”de demektedirler. Bu ibadethane, İslamiyet’ten önce, Hz. Davud döneminde yaptırılmıştır. Kenti her fetheden kesim bu tapınağı kendi dinsel değerleri ile bezemiştir. Mescidi Aksa’yı, haçlılar döneminde Hristiyanlar kiliseye, Selâhaddin zamanında Müslümanlar ise camiye çevirmişlerdir.

“İbrani” olarak bilinen Yahudilerin dayandığı boyun, Hz. İbrahim’e uzandığı bilinen bir gerçektir.

“Beni İbrahimler” yani “İbrahim oğulları” diye bilinen İsrail in, sanıldığının tersine eski bir kavim oldukları ve bir coğrafyaya sahip oldukları tartışılmaz bir gerçektir. Ancak bu coğrafyanın Arap coğrafyası ile ortak ve komşu olduğu, Yahudilerin ve Müslümanların bu coğrafyada yan yana oldukları da başka bir gerçektir. Bazı kişilerinin savunduğunun tersine o bölgede İsrail’e ait bir coğrafya vardır. Esasen Filistin toprağının önemli bir kısmını işgal altında tutan İsrail’den çok (Golan Tepeleri vs. ) Suriye ve Lübnan’dır.

Bu günkü Gazze ise İsrail tarafından bir zamanlar Filistin mültecilerine yerleşmeleri için verildi.

Kudüs’ün tarihçesine bakıldığında; Haçlıların 1099 yılında Kudüs kentini işgal ettiği görülmektedir. Kürt olduğu kendi itiraflarından da anlaşıldığı gibi (Selahadinê Eyubî, ölmeden önce kendi eli ile yazdığı mektupta Kürt olduğunu kabul etmektedir. Mektup İskenderiye kütüphanesinde saklanmaktadır. ) Selahaddin bu kenti 1187 yılında haçlı egemenliğinden çıkardı. Yerleşik Yahudiler, o zaman kenttin bir İslam komutanı tarafından ele geçirilmesi nedeni ile Kudüs’ü terk etmeye başladılar. Selâhaddin, bu Yahudileri geri çağırarak onlara güvence verdi. Kudüs’ün onların da kenti olduğunu kabul etti

20 Temmuz 1980 tarihinde de, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine, üye ülkelerin tümü oy birliği ile Kudüs’ü İsrail “in başkenti olarak tanıdı.

Geçtiğimiz yıllarda ABD başkanı Kudüs’ün BM’ ce “başkent” kabul edilmiş olması hesabı ile büyükelçilik binalarını bu kente taşınması talimatı verdi. Dönemin ABD Başkanı Trump”ın, bu talimatının haklı gerekçeleri var. Lakin İsrail Meclisi, İsrail Yüksek Mahkemesi, Cumhurbaşkanı ve Başbakanlık resmi konutu da zaten öteden beri Kudüs’tedir.

Arap ve Türk İslam’ı başta olmak üzere etnik İslam, Trump’ın açıklamasının ardından o günlerde yine fırtınalar kopardı. O güne dek Kudüs’ün BM tarafından başkent olarak kabul edilmesine sessiz kalmış olan sözüm ona İslam ülkeleri, Kudüs’ü gerekçe göstererek sokaklara döküldü. O gün bu davranış kaygı uyandırmıştı. Çünkü bu davranış

dünyada olası bir “Hıristiyan/Yahudi-Müslüman” çatışmasını körükleyebilirdi.O gün bu çatışma tarafların aklı selim davranışları sayesinde önlenmiş oldu.

Bu günkü İsrail-Hamas savaşı koşullarında bu tehlike bir kez daha hortlatılmak istenmektedir.

Geçmişte bu gelişmeler yaşanırken “İslam İşbirliği Teşkilatı” Zirve Dönem Başkanı, Türkiye Cumhurbaşkanı Receb Tayib Erdoğan o günlerde Kudüs’e ilişkin olarak verdiği demeçte şöyle demişti. ” Bölgemizle birlikte tüm dünyada vicdanın, adaletin, karşılıklı saygının tesisinin ve sürdürülebilmesinin mihenk taşı, Kudüs’e sahip çıkabilmektir. Tarihte Kudüs “ün özel dini yapısına ve bundan kaynaklanan mahremiyetine saygı duyulmadığında ne kadar acılar çekildiğinin pek çok örneği vardır.”

Türk parlamentosunun “Milli” mutabakat partileri olan AKP, CHP VE MHP ise Kudüs’e ilişkin olarak” ortak bir basın açıklaması yaptılar. Açıklama şöyledir. :“Ortadoğu’da bir dizi istikrarsızlık yaşanacaktır. İsrail ve Filistin arasında adil, kalıcı, dengeli, tarihi ve manevi haklara riayet eden bir barış gerçekleşmeden insanlığın huzur ve selamete ulaşmasının mümkün olmayacağı unutulmamalıdır. Bu kabul edilemez gelişmeler karşısında, Türkiye Cumhuriyeti”ni oluşturan 80 milyonun her bir ferdinin, BM kararları hilafına Kudüs’ün tarihi statüsünü değiştirme yönündeki maceracı girişimleri kesin ve tartışmasız bir şekilde reddetme iradesini TBMM olarak dünya kamuoyuna ifade ve ilan ederiz.”

Tıpkı bu gün İsrail –Hamas savaşında olduğu gibi yekvücut olup tepki gösterdiler. Bu kez aralarında” solcu” YSP de var. Daha da İlginç olan Ahmed Davutoğlu’nun Hamas’ı öven açıklamaları tartışmayaratacak düzeyde.

Tabi bir de “Milli Demokratik Devrim” rüyasından bir türlü uyanamamış “Türk Solu” ile “Türk İslam Sentezi”nin müebbet hükümlüsü “Türk Sağı” da sokaklarda birlikte Hamas’a arka çıkan eylemler düzenlemektedir.

Hatırlatmakta yarar var. Bu kesimler bu güne dek onca yaşanan haksızlıklar konusunda bir kez olsun Kürdistan halkının haklı davasının yanında durmadı.

Elbet Filistin sorunu bir milletin temel hak ve özgürlük sorunudur. Bu sorunun adil ve demokratik çözümü mümkündür ve bu haklı davaya taraf olmak her demokratın görevidir. Bu gün Filistin mezalimine tepkisiz kalmak da kabul edilir bir davranış olmaz. Ama, çifte standartlı davranırsanız inandırıcı olamazsınız. Filistin davasına hep bir ağızdan sahip çıkıp Kürt davasını görmezden gelmek, hatta ona karşı durmak adil değil. Bu nedenle bu çifte standart saygınlığı ayaklar altına almaktadır.

Şimdi burada düşünmek lazım. Saddam Hüseyin, 1989 yılında Halepçe’de kimyasal silahlar kullanarak bir keresinde 5000 Kürt/ insan öldürdü. Bu katliamda 7000 den fazla kişi de yaralandı. ”Enfal”esnasında Güney Kürdistan”da toplam 182 bin kişi öldürüldü. Bunlardan 8 bin kişi Barzani ailesine mensuptu ve Basra”da diri diri çöl kumlarına gömüldüler. Bu durum karşısında, vesayet altındaki BM, etnik Sol ve etnik İslam tek kelime ile sesini çıkarmadı. Sessiz kalarak adeta bu vahşeti onayladılar.

Kimi Avrupa ülkeleri, hatta Rusya Saddam Hüseyin’e bu kimyasal bombaları vermekle adeta bu vahşete ortak oldular. Kürtlerin insan olarak dahi hakları görülmek istenmedi. Dünya sessiz kaldı, kulağını tıkadı. Bu olayı ( Halepçe Katliamını) kınayan tek ülke ise İsrail oldu.

Keza, Ekim 2017″de Kerkük Irak devleti tarafından işgal edildi. Bu kent de en az Kudüs kadar kadim bir kent. Kuşkusuz ki Kerkük bir Kürt kentidir ( yapılan tüm referandumlarda bu doğru saptanmıştır) ve üstelik Kerkükteki Müslüman topluluk nüfus bakımından çoğunlukta. Bu işgale İslam ülkeleri sessiz kaldı.

Keza, Kürdistanı kuşatan “İslam” ülkeleri mutabakatla Kürdistan’ın bağımsızlık referandumuna karşı çıktılar.

Yıllarca Solcularımızın uğruna can vermeye “hazır” olduğu Filistin”in devlet başkanı” Bir Kürdistan devletinin kurulması, vahim sonuçlar doğurur” diyerek Kürtlerin bağımsız devlet olmasına açıkça karşı çıktı.

Hafızalarımızı tazeleyecek olursak Saddam zamanında Filistinli askerler Irak’taki Kürt katliamlarında “gönüllü” olarak yer aldı. Süleymaniye’deki “Emne Sûreke” müzesinde yapılan işkencelerin Filistin’den gelen “gerillalar” tarafından ( paramiliter Filistinliler) tarafından yapıldığı belgelerle ispat edilmiştir.

Yaşananlar gösteriyor ki, bu güne dek Arap dünyası ve Filistinliler, bilinçli olarak Ortadoğu barışını Filistin sorununa bağladı. Bizzat Filistinliler, başta Yaser Arafat olmak üzere uluslararası toplum nezdinde Kürt sorununun üstünü örttü. Kürtlerin özgürlük ve eşitlik davasını görmezden geldi,

Gelinen noktada gerçek şu ki, İslamiyet’i etnik temele indirgemeyen Kürtler, etnik İslamcılar tarafından hep “ötekileştirildi”.

İkinci paylaşım savaşı sonucunda ortaya çıkan kimi “İslam” ülkeleri ( Irak, Suriye, Lübnan vs. ) Kürdistan’ın paylaşılmasına rıza gösterdiler. Lozan ile birlikte dört parçaya bölünen Kürdistan’ın her bir parçası kendileri de Müslüman olan dört ülkenin egemenliğine girdi.Bu ülkeler akılalmaz baskılar uygulayarak Kürtleri engelledi, temel hak ve özgürlüklerine saygılı davranmadı.

ORTADOĞU BARIŞI, FİLİSTİN VE KÜRDİSTAN

İsrail ve Hamas arasındaki savaş yarım aya yaklaştı. Bu süre içinde çok sayıda insan yaşamını yitirdi. Bu savaşa dair görüşlerimi bu yazının ikinci bölümünde paylaşmak istiyorum. İkinci bölümde paylaşacağım görüşlerime kaynak olması bakımından daha önce kaleme aldığım bu yazıyı paylaşmayı yararlı gördüm. Ayrıca İsrail in meşru varlığına karşı çıkan kimi “ İslamcıların ”mesnetsiz davranışlarını anlamaya faydalı olması bakımından da gerekli bir paylaşım olacağı inancındayım.

Kudüs kenti, bugünkü İsrail ve Filistin ’in ortasında yer almaktadır. Kudüs, Arapça El Kuds, İbranice Yeruşalayim (Jarusalem) olarak adlandırılmaktadır. Kudüs kenti, dünyanın en eski kentlerinden biridir. Birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış olan kent, ”Multi-Kültürel” bir yapıya sahiptir.

Kudüs kentinde, semavi dinlerin simgesi sayılan birçok eser bulunmaktadır.

Eski Kent, dört mahalleden oluşuyordu. Müslüman, Yahudi, Hıristiyan ve Ermeni mahalleleri olarak sıralanıyor

Kudüs kenti, Yahudiler, Ermeniler ve Hristiyanların yanı sıra, Müslümanlar bakımından da önemli bir kent olarak algılanmaktadır. Bu nedenle Kent, tarihsel bir öneme sahip bir kenttir.

Müslümanlar için de manevi değeri olan Mescidi Aksa Kudüs’tedir.

Ancak Kudüs, sadece İslam kimliğini taşıyan bir kent değildir.

Hz. Muhammed zamanında var olan mescitler arasında, Mekke “ye en uzak yerde bulunduğu için, (Mekke kentine en uzak Mescit olduğu için) bu mescide “Mescidi Aksa” denilmiştir.

Kimi tarihçi ve İslam yazarları buraya “Beyt-ül Makdis ya da “Beyt-ül Mukaddes ”de demektedirler. Bu ibadethane, İslamiyet’ten önce, Hz. Davud döneminde yaptırılmıştır. Kenti her fetheden kesim bu tapınağı kendi dinsel değerleri ile bezemiştir. Mescidi Aksa’yı, haçlılar döneminde Hristiyanlar kiliseye, Selâhaddin zamanında Müslümanlar ise camiye çevirmişlerdir.

“İbrani” olarak bilinen Yahudilerin dayandığı boyun, Hz. İbrahim’e uzandığı bilinen bir gerçektir.

“Beni İbrahimler” yani “İbrahim oğulları” diye bilinen İsrail in, sanıldığının tersine eski bir kavim oldukları ve bir coğrafyaya sahip oldukları tartışılmaz bir gerçektir. Ancak bu coğrafyanın Arap coğrafyası ile ortak ve komşu olduğu, Yahudilerin ve Müslümanların bu coğrafyada yan yana oldukları da başka bir gerçektir. Bazı kişilerinin savunduğunun tersine o bölgede İsrail’e ait bir coğrafya vardır. Esasen Filistin toprağının önemli bir kısmını işgal altında tutan İsrail’den çok (Golan Tepeleri vs. ) Suriye ve Lübnan’dır.

Bu günkü Gazze ise İsrail tarafından bir zamanlar Filistin mültecilerine yerleşmeleri için verildi.

Kudüs’ün tarihçesine bakıldığında; Haçlıların 1099 yılında Kudüs kentini işgal ettiği görülmektedir. Kürt olduğu kendi itiraflarından da anlaşıldığı gibi (Selahadinê Eyubî, ölmeden önce kendi eli ile yazdığı mektupta Kürt olduğunu kabul etmektedir. Mektup İskenderiye kütüphanesinde saklanmaktadır. ) Selahaddin bu kenti 1187 yılında haçlı egemenliğinden çıkardı. Yerleşik Yahudiler, o zaman kenttin bir İslam komutanı tarafından ele geçirilmesi nedeni ile Kudüs’ü terk etmeye başladılar. Selâhaddin, bu Yahudileri geri çağırarak onlara güvence verdi. Kudüs’ün onların da kenti olduğunu kabul etti

20 Temmuz 1980 tarihinde de, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine, üye ülkelerin tümü oy birliği ile Kudüs’ü İsrail “in başkenti olarak tanıdı.

Geçtiğimiz yıllarda ABD başkanı Kudüs’ün BM’ ce “başkent” kabul edilmiş olması hesabı ile büyükelçilik binalarını bu kente taşınması talimatı verdi. Dönemin ABD Başkanı Trump”ın, bu talimatının haklı gerekçeleri var. Lakin İsrail Meclisi, İsrail Yüksek Mahkemesi, Cumhurbaşkanı ve Başbakanlık resmi konutu da zaten öteden beri Kudüs’tedir.

Arap ve Türk İslam’ı başta olmak üzere etnik İslam, Trump’ın açıklamasının ardından o günlerde yine fırtınalar

kopardı. O güne dek Kudüs’ün BM tarafından başkent olarak kabul edilmesine sessiz kalmış olan sözüm ona İslam ülkeleri, Kudüs’ü gerekçe göstererek sokaklara döküldü. O gün bu davranış kaygı uyandırmıştı. Çünkü bu davranış

dünyada olası bir “Hıristiyan/Yahudi-Müslüman” çatışmasını körükleyebilirdi.O gün bu çatışma tarafların aklı selim davranışları sayesinde önlenmiş oldu.

Bu günkü İsrail-Hamas savaşı koşullarında bu tehlike bir kez daha hortlatılmak istenmektedir.

Geçmişte bu gelişmeler yaşanırken “İslam İşbirliği Teşkilatı” Zirve Dönem Başkanı, Türkiye Cumhurbaşkanı Receb Tayib Erdoğan o günlerde Kudüs’e ilişkin olarak verdiği demeçte şöyle demişti. ” Bölgemizle birlikte tüm dünyada vicdanın, adaletin, karşılıklı saygının tesisinin ve sürdürülebilmesinin mihenk taşı, Kudüs’e sahip çıkabilmektir. Tarihte Kudüs “ün özel dini yapısına ve bundan kaynaklanan mahremiyetine saygı duyulmadığında ne kadar acılar çekildiğinin pek çok örneği vardır.”

Türk parlamentosunun “Milli” mutabakat partileri olan AKP, CHP VE MHP ise Kudüs’e ilişkin olarak” ortak bir basın açıklaması yaptılar. Açıklama şöyledir. :“Ortadoğu’da bir dizi istikrarsızlık yaşanacaktır. İsrail ve Filistin arasında adil, kalıcı, dengeli, tarihi ve manevi haklara riayet eden bir barış gerçekleşmeden insanlığın huzur ve selamete ulaşmasının mümkün olmayacağı unutulmamalıdır. Bu kabul edilemez gelişmeler karşısında, Türkiye Cumhuriyeti”ni oluşturan 80 milyonun her bir ferdinin, BM kararları hilafına Kudüs’ün tarihi statüsünü değiştirme yönündeki maceracı girişimleri kesin ve tartışmasız bir şekilde reddetme iradesini TBMM olarak dünya kamuoyuna ifade ve ilan ederiz.”

Tıpkı bu gün İsrail –Hamas savaşında olduğu gibi yekvücut olup tepki gösterdiler. Bu kez aralarında” solcu” YSP de var. Daha da İlginç olan Ahmed Davutoğlu’nun Hamas’ı öven açıklamaları tartışmayaratacak düzeyde.

Tabi bir de “Milli Demokratik Devrim” rüyasından bir türlü uyanamamış “Türk Solu” ile “Türk İslam Sentezi”nin müebbet hükümlüsü “Türk Sağı” da sokaklarda birlikte Hamas’a arka çıkan eylemler düzenlemektedir.

Hatırlatmakta yarar var. Bu kesimler bu güne dek onca yaşanan haksızlıklar konusunda bir kez olsun Kürdistan halkının haklı davasının yanında durmadı.

Elbet Filistin sorunu bir milletin temel hak ve özgürlük sorunudur. Bu sorunun adil ve demokratik çözümü mümkündür ve bu haklı davaya taraf olmak her demokratın görevidir. Bu gün Filistin mezalimine tepkisiz kalmak da kabul edilir bir davranış olmaz. Ama, çifte standartlı davranırsanız inandırıcı olamazsınız. Filistin davasına hep bir ağızdan sahip çıkıp Kürt davasını görmezden gelmek, hatta ona karşı durmak adil değil. Bu nedenle bu çifte standart saygınlığı ayaklar altına almaktadır.

Şimdi burada düşünmek lazım. Saddam Hüseyin, 1989 yılında Halepçe’de kimyasal silahlar kullanarak bir keresinde 5000 Kürt/ insan öldürdü. Bu katliamda 7000 den fazla kişi de yaralandı. ”Enfal”esnasında Güney Kürdistan”da toplam 182 bin kişi öldürüldü. Bunlardan 8 bin kişi Barzani ailesine mensuptu ve Basra”da diri diri çöl kumlarına gömüldüler. Bu durum karşısında, vesayet altındaki BM, etnik Sol ve etnik İslam tek kelime ile sesini çıkarmadı. Sessiz kalarak adeta bu vahşeti onayladılar.

Kimi Avrupa ülkeleri, hatta Rusya Saddam Hüseyin’e bu kimyasal bombaları vermekle adeta bu vahşete ortak oldular. Kürtlerin insan olarak dahi hakları görülmek istenmedi. Dünya sessiz kaldı, kulağını tıkadı. Bu olayı ( Halepçe Katliamını) kınayan tek ülke ise İsrail oldu.

Keza, Ekim 2017″de Kerkük Irak devleti tarafından işgal edildi. Bu kent de en az Kudüs kadar kadim bir kent. Kuşkusuz ki Kerkük bir Kürt kentidir ( yapılan tüm referandumlarda bu doğru saptanmıştır) ve üstelik Kerkükteki Müslüman topluluk nüfus bakımından çoğunlukta. Bu işgale İslam ülkeleri sessiz kaldı.

Keza, Kürdistanı kuşatan “İslam” ülkeleri mutabakatla Kürdistan’ın bağımsızlık referandumuna karşı çıktılar.

Yıllarca Solcularımızın uğruna can vermeye “hazır” olduğu Filistin”in devlet başkanı” Bir Kürdistan devletinin kurulması, vahim sonuçlar doğurur” diyerek Kürtlerin bağımsız devlet olmasına açıkça karşı çıktı.

Hafızalarımızı tazeleyecek olursak Saddam zamanında Filistinli askerler Irak’taki Kürt katliamlarında “gönüllü” olarak yer aldı. Süleymaniye’deki “Emne Sûreke” müzesinde yapılan işkencelerin Filistin’den gelen “gerillalar” tarafından ( paramiliter Filistinliler) tarafından yapıldığı belgelerle ispat edilmiştir.

Yaşananlar gösteriyor ki, bu güne dek Arap dünyası ve Filistinliler, bilinçli olarak Ortadoğu barışını Filistin sorununa bağladı. Bizzat Filistinliler, başta Yaser Arafat olmak üzere uluslararası toplum nezdinde Kürt sorununun üstünü örttü. Kürtlerin özgürlük ve eşitlik davasını görmezden geldi,

Gelinen noktada gerçek şu ki, İslamiyet’i etnik temele indirgemeyen Kürtler, etnik İslamcılar tarafından hep “ötekileştirildi”.

İkinci paylaşım savaşı sonucunda ortaya çıkan kimi “İslam” ülkeleri ( Irak, Suriye, Lübnan vs. ) Kürdistan’ın paylaşılmasına rıza gösterdiler. Lozan ile birlikte dört parçaya bölünen Kürdistan’ın her bir parçası kendileri de Müslüman olan dört ülkenin egemenliğine girdi.Bu ülkeler akılalmaz baskılar uygulayarak Kürtleri engelledi, temel hak ve özgürlüklerine saygılı davranmadı.

Kürtler tarih boyunca özgürlük için çokça direndi ve en acımasız bir şekilde bastırıldı ama “etnik İslam” Müslüman olduğu halde Kürtlerin acılarına seyirci kaldı.

Filistin devletinin kurulmasını ısrarla savunan 52 İslam ülkesi Kürdistan devletine karşı çıkmaktadır. Uluslararası İslami kuruluşlarının tümü ( İslam Kalkınma bankası, İslam işbirliği konferansı, İslam İşbirliği Teşkilatı) Filistin devletinden yana. Kürdistan devletine karşı. Bu örgütler Filistin ve Kudüs için fırtınalar koparırken Kürdistan ve Kerkük için sessiz kadılar. Lakin Kürtleri Müslüman saymak, onlara sahip çıkmak bu ülkelerin işine gelmiyor. Çünkü onlar “önce Arap, sonra Müslüman” “önce Türk sonra Müslüman” önce Fars sonra Müslüman” olmayı ilke olarak benimsemişlerdir.

Kürdistan’ı aralarında paylaşmış olan “İslam Ülkeleri ”inde, kıyas, merhamet ve adalet duyguları ”ırkçı-şöven” duygulara teslim olmuştur. Kürtler konusunda çifte Standard uygulaması onların “etnik” İslam ya da Sol anlayışının bir sonucudur. Manipülasyon ve “etnik İslamcılık” ve etnik Sol anlayışının orta doğudaki yansımalarının sonucunda Kürdistan halkının kendi kaderini tayin etme hakkı konusunda kendi kamuoyunda ve vicdanlarda sessiz kalmakla yetindi.

Sonuç olarak Kerkük ve Kürdistan için sessiz kalıp, Kudüs ve Filistin için “İslamiyet” ve Solculuk adına çığırtkanlık yapanlar, inandırıcı olmaktan uzaktır. Kürt halkını Filistin-Kudüs için galeyana getirmek isteyenler samimiyetten uzaktır.

Ortadoğu’nun kalıcı bir barışa kavuşmasını savunanların, Filistin ile birlikte Kürdistan’ın da kalıcı bir siyasal statüye kavuşmasına yandaş ve de taraf olması gerekmektedir.

21.10.2023

About Post Author