SEÇİMLERİN SATHI MAİLİ -4-
DEMOKRASİ MÜCADELESİNDEN NE ANLAMAK GEREKİR
Seçimlere az bir zaman kaldı. İttifakların söylemleri sertleşmeye başladı.
Süleyman Soylu: 14 Mayısta siyasi darbe olabilir.” Diyerek korku salmaya devam ediyor. Erdoğan, söylemlerinde TC deki tüm yenileşme ve gelişmeleri kendi iktidarı ile başlatıyor. İktidar değişimini bir “beka” sorunu olarak lanse etmeye çalışıyor. Bunlar anlaşılır şeyler. Ama bir de Kemalist solun önde gelenleri var. Bir de onların ne dediklerine bakalım. Bunlardan bir tanesi “Fetöcü olmaktan” yargılanmış olan gazeteci Ahmet Şık.
Kürtlerin –varsa eğer ” faşisti” de dâhil oyları ile meclise giren bu hadsiz, daha sonra siyasi etiği de hiçe sayarak “sosyalist” olduğu iddiasında olan TİP e katılmış, şimdi de bu partiden MM adayıdır. Bay Ahmet ŞIK (Ergenekon terör örgütü üyeliğinden tutuklanmıştı) şöyle demiş Ruşen Çakır’a:” ,Kürtler içindeki faşistlerden bıktım “Ben Kürt faşisti ile uğraşamam.” “Kürdî bölgelerinde seçime girmeyi zâten doğru ve ahlâkî bulmuyoruz, girmeyeceğiz.(Ruşen Çakır röportajından)
Gerçek şu ki, “Kürtler ezilen bir ulus. Ezilen ulusların “Milliyetçileri” olur ama bu milliyetçilerden “faşist” olmaz.
O tabir ezen ulus milliyetçi/ ırkçıları için geçerlidir bay Ahmet; acep sen nasıl bir sosyalistsin ki Lenin’in bu konudaki belirlemelerinden habersizsin ve fütursuzca Kürtleri kınayarak nankörlük kervanında başa oynamaya çalışıyorsun.
Adını bile telaffuz etmekten kaçındığı Kürdistan bölgesinden seçime girmeyi” ahlaki” bulmadığını anlatan Bay Ahmet, Kürtlere “faşist” demenin ahlaksızlık olduğunu bilmeyecek kadar cahil mi.? Bence değil. Bu Kürtlere karşı duyulan öfkenin dışa vurumdur ve Türkçü algının beyni esir almış halidir.
Diğer yandan HDP cephesinin içinde bulunduğu aymazlıkları da irdelemekte yarar var. PKK/ HDP’ye “terörist” dediği halde HDP’nin hiçbir ön koşul ileri sürmeden Cumhur ittifakına karşı Millet İttifakına açıktan destek sunması, hangi akla hizmet etmektedir. HDP ve Demirtaş’ın CHP seviciliğinin nedeni nedir.?
HDP listelerinden MM olmuş ve şimdilerde de aynı blokta yer almış olan TİP mensubu tipsiz AHMET’in ŞIK olmayan anti Kürt açıklamaları konusundaki HDP sessizliğinin altında yatan gerçek nedir.?
HDP ve arka bahçesinin politikaları zihinleri bulandırmaya devam ediyor. Demirtaş iktidarın İmralı’da Öcalan’la görüştüğü haberini nereden duydu, merak konusu. Öcalan-Kandil- Demirtaş üçgeninde bir ortak anlayış varımdır bu da merak konusu. Ben bu eklektik politikaların bilinçli olarak üretildiği kanaatindeyim.
Bu nedenle HDP politikalarının daha çok iktidar kanadına alan açtığı ve o cepheye yaradığı kanaatindeyim.
HDP ve arka bahçesinin politikaları İktidara alan açarken İktidarın da HDP/PKK kanadına yönelik olarak sürdürdüğü kuşatma da manidardır.
Hiçbir başarı hikâyesi olmayan İktidar “terörle Mücadele” stratejisinden başarı bekliyor ve bun siyasette malzeme olarak kullanıyor. HDP’ye yapılan son gözaltılar, HDP’yi mağdur ederek ayakta kalmasına yaramaktadır. Bu operasyonlarda gözaltına alınan yüzlerce kişinin birer kurban olduğu, HDP de üst düzeylerde siyaset yapanlara nazaran daha silik figürler olduğu görülen bir şey.
İktidar içte ve dışta yazmak istediği başarı hikâyesinin iskeletini PKK/HDP politikalarının malzemesi ile inşa ediyor.
Diğer yandan Kandilin ve PKK llerin her gün, her gün “Kılıçdaroğlunu destekleme çağrıları” kasıtlıdır ve kesinlikle iktidara siyasal malzeme temin etmeye yaramaktadır.
İktidar ise bu söylemlere süslemeler ve giydirmeler yaparak bu destek açıklamalarını Kılıçdaroğlu aleyhine kullanmaktadır. Mansur Yavaşın açıklamaları, Kılıçdaroğlunun “milliyetçilik zorlamaları, TC de milliyetçiliği uyararak siyaset yapmanın hasat esnasında verim getireceği kaygısı, Millet ittifakında da var. Millet ittifakına mensup kişilerin ortak anlayışı, Kürtlerden oy toplama ihtiyacı olduğu halde, bu itifak bileşenlerinin ortak kanısı
2 / 4
ise Kürtleri eşit görmeme üzerine bina olmuş durumdadır.Yani Kürtlerin oylarına evet ama Kürtlerin ulusal kimlikleri ile eşit vatandaşlar olarak yaşamasına hayır.
Sol Kemalistlerin tümü ( HDP ve aparatları da dahil) Kılıçdaroğlunun Cumhurbaşkanı olması konusunda hemfikir. Peki 14 Mayıs sonrasında Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı seçilirse Demokratikleşme gerçekleşebilecek mi.? Nedir günümüzde demokratikleşmeden anlamamız gereken?
Öncelikle demokrasi vaadinde bulunan kişilerin en başta müşterek hayat alanlarında toplumsal eşitlik ve özgürlükten yana taraf olması gerekmektedir. Eğer bu yapılmıyorsa bu alanda söylenen şeylerin tümü kamuoyunu oyalama/ aldatma ve kandırmaya yöneliktir. Eşitlik ve özgürlük demokrasinin olmazsa olmaz iki alanıdır.
Bu bağlamda demokrasiden ne anlaşılması gerektiği konusunda Sayın Fikret BAŞKAYA hocaya kulak vermek gerekir: ”Demokrasiden halkın kendi kendini yönettiği, kaderinin kendi elinde olduğu, hiçbir dış iradenin dahli olmadığı, insanların özgür iradeleriyle yaşamlarını düzenlediği, insan onurunu yaralayan, insan özgürlüğünün gerçekleşmesini engelleyen, sömürü, bağımlılık, hâkimiyet ilişkisinin söz konusu olmadığı, velhasıl insanın insana kulluğunun sona erdiği bir toplumsal yaşam anlaşılmalıdır. Gerçek demokrasi, insanlar arasında politik-ekonomik-sosyal eşitliği varsayar ve bunlar arasındaki tamamlayıcılık ve karşılıklı belirleyicilik ilişkisi hayatî öneme sahiptir. Demokrasi her türlü ayrımcılığı ve hiyerarşiyi reddeder… İşte bu yüzden bir insan= bir oy ilkesi insanlığın büyük bir kazanımıdır ( Fikret Başkaya makalesi)
Demokrasinin alanı kamusal alanlar, yani müşterek hayat alanlarıdır. Bu alanlar, ana diller, özgürlük,adalet,hukuk, ekonomik kaynakların dağılımı, gibi temel yaşam alanlarıdır. Birlikte yaşam sürülen bu alanlarda vatandaşlar arasında eşitlik tesis edememiş bir demokrasiye demokrasi denmez. Demokrasi, ortak yaşam alanlarının, kamusal alanların genişliği, çeşitliliği ve renkliliği ile tecelli bulabilen bir sistemdir. Burada kuşkusuz ki ‘kamusal alan’ kavramı, mevcut siyaset kurumunun bu gün yaptığı gibi, siyaset, sosyal hayat ve ekonominin Türk siyaseti normlarına uygun resmileştirilip devletleştirilmesi anlamına gelmemektedir. Bu böyle anlaşılmamalıdır. Çünkü “siyasetin devletleştirildiği bir rejim, demokrasiyle değil, dikta rejimine, totaliter rejime denk gelir. Gerçek bir demokraside ancak bireysel ve kollektif self-determinasyon olanaklı hale gelebilir. “( F.Başkaya)
Türk siyaseti Kürt sorunu konusunda ciddi bir açmaz içindedir. Üniverisite ve akademi çevrelerinde bilimsel bilgi üretimi durmuş durumdadır. Oralarda bir olgu körlüğü yaşanmaktadır.”Türklüğün Üstünlüğü” resmi ideolojisi çağdaş ve demokratik kanalları tıkamış durumdadır. Var olan hukuk, gerçekte “üstünlerin” hukukundur ve korunan “üstün” olarak “makbul” olarak kabul görmüş olan “Türklüğün ”hukukudur. Bu gidişatın son bulması bilimsel bilgi üretiminin önünün açılması, eski, köhne algıların esaretinin sona erdirilmesi, olgular ışığında davranışlar gösterilmesi gerekmektedir. Bu konudaki şu tespitler mevcut durumu özetler durumdadır. “Sünni Türklüğün üstünlüğünden feragat etmemesi ve demokratik bir kültürün olmaması. İnanç, inançsızlığa üstün değil. Bir din diğer bir dine üstün değil. Bir mezhep diğer bir mezhebe üstün değil. Bir cinsiyet diğer cinsiyete üstün değil. Bu üstünlüklerden feragat etmek bence demokrasinin en önemli koşulu. Eğer bu üstünlüklerden feragat edilemezse ne kendisini üstün olarak kabul eden grup özgür olabilir ne de diğer grupların özgürleşmesini sağlayabilir. Üstün ırk olduğunu iddia eden, her şeyi Türkleştirmek ya da Sünnileştirmek arzusunu güden bir milletin özgürleşebilmesi mümkün değil. Önümüzdeki 10 yılın en önemli meselelerinden birisi belki de Kürtlerin Türkleri özgürleştirmeye davet etmesi olmalı.”(Hamit Bozaslan röportajından)
Bu tekçi/ Türkçü ve dolayısı ile anti demokratik sistem durduğu sürece, kimin iktidar olması, kimin muhalefette kalması çok fazla bir şey değiştirmez. Çünkü mevcut Türk siyaset kurumuna tabi olan hangi parti iktidar olursa olsun, gerçek bir demokrasiden, kalıcı özgürlüklerden söz etmek olanaklı değildir. Türk egemen siyaset aklı ve algıları değişmedikçe ve tekçi sistemin dönüşerek çoğulcu demokratik bir sisteme geçiş ihtiyacı savunulmadıkça, hangi parti iktidara gelirse gelsin, ülke demokratikleşemez.
Tekçi /Türkçü bu rejim, iç ve dış düşmansız yapamaz, varlığını sürdüremez, Değişim, özgürlük/eşitlik/demokrasi isteyenler sistemin “terörist” diye sık sık yaftaladığı kesimler sistem bakımından” tehdit “ veya iç düşmandır. Buna göre örneğin Kürtler sistemde “tehdit algısı” uyandırmaktadır.
Oysaki Yurttaş, devlete karşı edimlerini eksiksiz yerine getiriyorsa ( vergi ödüyor, anayasal düzene ve yasalara uyuyor, askere gidiyor vs.) devlet de mutlak surette buna karşılık olarak yurttaşın haklarını ve özgürlüklerini sonuna dek kullanabilmesi için olanak hazırlamak durumundadır. Aksi halde vatandaşın/ halkın bunun hesabını sorma hakkı vardır.Dolayısı ile bu hak arayışı meşrudur.
3 / 4
Bugünkü sistem içinde demokrasi “seçme ve seçilme” hakkının kullanılabilmesi ile sınırlı değildir. Örneğin Eğer Muş ta “ kim sizi temsil etsin” diye bir sorgulama yapılsaydı. Kuşku yok ki Muş halkının yüzde doksan beşinden fazlası “Sezayi Temelliye hayır” diyecekti. Ama İhtimal dâhilindedir ki Sezayı Muştan “Muşluları temsilen” seçilerek meclise girecek. Diğerleri de öyle.
Bugünkü Tekçi sistem içinde hangi kesimden gelirse gelsin, resmi görüşün icazet çemberi içinde “iktidarlılık ve muhalefetlik” oynayan partilerin demokrasi söylemi ve vaatlerinin bir karşılığı yoktur ve kast ettikleri demokrasinin gerçek demokrasi ile bir alakası yoktur.
Peki, o halde demokrasi nedir veya ne olması gerekir? Sorusunun yanıtını yine Fikret hocadan dinleyelim:” Bir kere demokrasi, politikanın ne olması ve nasıl yapılması gerektiği sorusundan bağımsız değildir… Eğer bir toplumun yapısı, kurumları, örgütlenme tarzı ve işleyişi sorgulanabiliyorsa, sorgulanmaya açıksa, insanlar yaşadıkları topluma dair her temel sorunu tartışabiliyor, tartışmalara müdahil olabiliyorsa, politik ve sosyal kurumların yapısı ve işleyişi de dahil olmak üzere yasalar ve yönetmelikler değiştirilebiliyorsa, toplumu oluşturan yurttaşlar toplumsal-politik sürece gerekli olduğu her zaman ve her durumda müdahale edebiliyorlarsa ( itiraz, eleştiri, tartışma, öneri, karar sürecine katılma) “ demokrasi tecelli ediyordur demektedir Fikret Başkaya..
Demokrasi güçleri bakımından, Yaşamın ortak alanlarında eşitliğin sağlanması en güncel ve en asgari talep olmalıdır. Ana diller alanında eşitlik, ekonomik kaynakların dağılımı alanında eşitlik, özgürlük alanlarında eşitlik. Kolektif hakların kullanılması alanında eşitlik talebi en mütevazı demokratikleşme programı olmalıdır. Bu bizim açımızdan bakıldığında Türklere tanınmış tüm hak ve imtiyazlar Kürtlere de tanınmalı, Suni/Hanefi lere devletin tanımış olduğu tüm hak ve ayrıcalıkların hepsi Alevilere ve diğer “gayri Müslim” cemaatlere de eşit bir biçimde tanınmalıdır.
Gelinen noktada demokrasi güçleri, sistemin Tekçi yapısının devamında ısrar eden, statünün devamından memnun olan siyaset kurumu asla demokratik bir yaşamı gerçekleştiremez. Yani demokrasiden yana olduğunu söyleyenler; ülkenin çoğulcu yapısını ret eden, görmezden gelenlere oy vermek zorunda değildir. Kuşkusuz ki onlar bu seçimde, .oylarını kendi geleceklerini belirleme yönünde kullanmalıdır. Gerçek demokratlar, bu seçimlerde ezilen kesimlerin, Kürtlerin, Alevilerin ve diğer etnik kesimlerin, temel hak ve özgürlüklerini görmezden gelen ittifaklara taraf olmak zorunda değil.
Bu seçimlere 26 parti giriyor. Bunların 25 tanesi aynı nemalardan beslenen partiler ve birbirlerinden farkları yok. Hepsi birbirinin türevi,küskünü,bölüneni, bölüşenileni durumda.
Seçimlere katılan partiler arasında Hak ve Özgürlükler Partisi HAK-PAR,bunların hiç birine benzemiyor ve ülkenin temel sorunlarına ve çözümlerine gerçekçi politikalar sergiliyor. Bu nedenle görünmezden de geliniyor, tecrit altında tutuluyor.HAK-PAR tam demokrasi, eşitlik ve özgürlük için mücadele ediyor. Hak-Par Kürt sorununun çözülmesine taraftardır. Eğer bu sorun gerçek bir demokratik zeminde çözülecekse bu konuda HAK-PAR bir taraftır. Kürt tarafıdır, Kürtlerin kolektif haklarına kavuşabilmesini savunan bir partidir. Dolayısı ile Kürtlerin hukuksal anlamda hakkı olan ne varsa onları isteme hakkına sahiptir. Bu bir davadır. Hak-Par da Kürtler adına bu talepleri isteyen bu davanın bir aracıdır.Bu nedenle tüm yurtsever demokrat güçlerin seçimlerdeki oy tercih yönü demokrasi, özgürlük ve eşitlik konusundaki samimi görüşlerden yana olan HAK-PAR’a doğru yönelmelidir. Başta on iki milyon Kürt seçmen olmak üzere diğer demokratik kesimler, mevcut ittifakların hile ve yalanlarına kanmamalı, özgürlük için mücadele veren HAK-PAR’a destek sunmalıdır.
Kürt halkı kendisine hiçbir statü tanımayan/ vaad etmeyen her hangi bir ittifaka/ partiye oy vermek zorunda değildir. Kürtlerin oy verebilecekleri kendi partileri var ve seçime girme hakkı da elde etmiş durumda. Yurtsever olmanın en güncel görevlerinden biri de Kürtlere statü talebinde bulunan HAK-PAR’ın seçimlerde desteklenmesidir.
Çünkü “HAK-PAR’a verilecek her oy mafyatik sistemi, terörü, zorbalığı, otoriterliği, cezasızlığı, görmezden gelmeyi, liyakatsizliği, tarih tahribatını, ilkesizliği, nezaketsizliği artık istemeyen, yeni başlangıç yapma irademizin inşasının çıkışı olacak.” ( Prf.Aziz Yağan)
Keza; “İnsanlar doğru yolu göremiyorsa,yanlış bir yolda yürüyorlarsa ,size düşen onların ardına takılmak değil, doğru yolu göstermektir . Doğru yol bugün de vardır . HAK-PAR’ın yürüdüğü ve kitlelere gösterdiği yol ,tam da böylesine doğru bir yoldur. “( K.Burkay)