22.12.2024 tarihinde Diyarbakır Demir Otel de HAK-PAR, PSK ve PWK tarafından organize edilen ‘Li Hemberi Niqaş û Geşedanên vê Gaviyê Divê Kurd Çi Bikin? ‘ başlıklı konferansta HAK-PAR Genel Başkanı Düzgün Kaplan’ın konuşması.
BARIŞ ANCAK KÜRT HALKININ HAKLARI TANINARAK SAĞLANABİLİR
Son günlerde MHP lideri Devlet Bahçeli’nin kendisinden beklenmeyen sıra dışı açıklamaları ile başlayan yeni politik süreç, her ne kadar PKK’nin silahsızlandırılması ve tasfiyesi ile sınırlandırılsa da devletin niyetinden bağımsız olarak Kürt meselesinin de tartışılacağı bir zemine dönüşeceğine kuşku yok.
Nitekim iktidar partisi AKP de ana muhalefet partisi CHP ve diğer muhalefet partileri de peş peşe bu süreci değerlendiren açıklamalar yaptılar.
Bir sorun, özellikle Kürt sorunu konuşulurken sorunun asli sahipleri ile değil, onları yok sayarak, meseleyi kendi aralarında konuşmak, tartışmak Türk siyasetinin alışık olduğumuz geleneğidir.
Bugün de bu siyaset tarzı değişmiş değil.
MHP/ AKP/ CHP ve diğer Partiler bu meseleyi yine kendi aralarında konuşmayı sürdürüyorlar.
Gündemi de sorunun adını ve çerçevesini de onlar belirliyorlar.
Anlaşılan o ki, bir kez daha adını ‘terörle mücadele ‘koydukları esasen Kürt meselesi ile alakalı çözüm tartışmalarını bu davanın gerçek sahiplerini, asıl muhataplarını dışlayarak, ustaca kendi yarattıkları muhataplarıyla sürdürmeyi düşünüyorlar.
1970 li yıllarda tamamen sivil ve demokratik bir tarzda gelişen Kürt siyasetini tırpanlayan, bin bir oyunla Kürt siyasetini kayyum Örgüt ve kadrolar eliyle şekillendiren devlet 90 yıllarda legal alana da müdahale ederek aynı şekilde dizayn etmeyi başardı.
Devlet, Öcalan eliyle tüm Kürt hareketini tırpanladı, önünü kesti ve kitle bağlarını kopardı.
Yerine Öcalan’ı ve PKK kadrolarını ikame etti.
Devlet, Kürdistanı Kürtsüzleştirme, Kürt meselesini terör meselesine indirgeyerek tecrit ve imha etme, bu siyasetine terörle mücadele adı altında uluslararası meşruiyet sağlama, kendi militarist yapısını güçlendirme, Güney ve batı Kürdistan’daki kazanımlar üzerinde baskı oluşturma, bazen de Türkiye’de iç iktidar kavgalarında koçbaşı olarak kullanma başta olmak üzere, ihtiyaç duyduğu politikalarını PKK sayesinde rahat rahat uyguladı…
Artık Kürtler adına, Kürt dava adamları değil Öcalan ve PKK kadroları konuşur hale geldi…
Peki, bu kadarla yetindi mi?
Hayır elbette…
Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesinin ardından PKK’nin içerideki ve dışarıdaki tüm yapılarını, kendisinin kontrol edeceği bir merkezde toplamak üzere KCK yapılanmasını sağladı.
Yetmedi, mevcut partilere sızarak yönlendirmeyi bırakıp direk olarak Kürtlere güçlü bir ‘legal parti’ de inşa etti.
Dönemin en önemli bakanlarından Beşir Atalay basına verdiği bir demecinde : “MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la Öcalan el ele vererek günler süren bir çalışma sonucu güzel bir projeye imza attılar, HDP’yi kurdular!..” demişti.
İsme dikkat edin; HDP… Yani Halkların Demokratik Partisi…
Artık PKK’nin etki alanına sokulan Kürtler, kendi adlarına siyaset yapmayacak, HALKLAR adına yapacak. ‘Kürdistan çöp sepetine atılacak’, Kürtlerin kolektif taleplerini öne çıkarmadan devletin çerçevesini çizdiği ‘TÜRKİYELİLEŞME’ hedefine yürünecek.
Tabanı Kürt; ama karar merkezleri Türk, Türkmen, Arap ve diğer halklardan kadrolar olacak…
Kürt olmayan, Türk solundan veya sağından, vekil veya belediye başkanlığı gibi postlar sunulan kadrolar stratejik noktalarda yönetici olacak.
Hem Türk sol hareketlerinin ünlü isimleri hem sağ hareketlerden gelen şahıslar özenle seçilecek, PKK dışında kalan Kürt hareketlerinden de vekillik veya belediye başkanlığı gibi postlar sunulan ve ‘iradeye’ biat eden birkaç kişi ilave edilerek tüm Kürtler bu projenin çekim alanında tutulacak.
Türk devletinin, bunu yani kendi projesini başarıyla uyguladığı ve epey mesafe kat ettiği ortada.
Şimdi Ortadoğu’da 1.Dünya Savaşının ardından Kürtlerin aleyhine oluşan statükonun bozulması ve Kürtlerin de statü sahibi olmasının koşulları yavaş yavaş olgunlaşıyor.
İsrail HAMAS arasındaki savaşla başlayan gerilim tüm Ortadoğu’da dengeleri değiştiren bir etki yaratıyor. Lübnan’da İran’ın uzantısı Hizbullah etkisiz hale getirildi. Suriye’de zalim Esad rejimi 53 yıl aradan sonra çöktü. Sıra Irak’ı da istikrarsızlık bataklığında tutan Haşti Şabi gibi güçlere ve ebetteki İran’ın gerici molla rejimine gelecek…
İşte Ortadoğu’da esen bu değişim rüzgârının Türkiye’yi de sarsacağını gören Türk devleti ön almak için harekete geçiyor.
Bu nedenle ‘iç birlik’ ihtiyacını seslendiriyor.
Tıpkı 100 yıl önce Lozan sürecinde olduğu gibi Kürtlerin kendi kadroları eliyle ulusal talepleri, kolektif hakları için sürece dâhil olmasını engellemeyi hedefliyor.
Meseleyi PKK/ terör parantezinde tutarak, PKK nin silah bırakması ve tasfiyesine indirgiyor.
MHP Lideri Devlet Bahçeli ‘Tek tek Kürt kardeşlerimin sorununu çözmek elbette mecburidir ama kolektif kimlik ve etnik temelde bir çözüme atıf yapmak vahim bir tehlikedir…’ diyerek izleyecekleri yolu tarif ediyor.
Kısacası tüm siyasetini Kürt karşıtlığı üzerine kuran devletin Kürt meselesini adil bir çözüme kavuşturma çabası da, niyeti de yok.
Hal böyle olunca, Türkiye Cumhuriyetinin yöneticileri değil Kürtlerin kolektif, meşru haklarını teslim etmek, meselenin adını dahi doğru koymaktan uzak durdukça, yani Kürtlerin bir ulus olduğu, ülkelerinin Kürdistan olduğu gerçeğini reddettikçe, geleneksel ret, imha ve asimilasyon politikalarını sürdürdükçe, Kürtler de 200 yıldır yaptıkları gibi kolektif ve meşru hakları için mücadele ettikçe bu mesele daha çok gündeme gelecek, bozulacak yeniden gündeme taşınacaktır.
Bu nedenle acele etmeye, ‘muhataplık’ peşinde koşmaya gerek olmadığını düşünüyorum.
Bugün iktidarda olanlar kendi kurguladıkları oyunu oynaya dursunlar. PKK nin silahsızlandırılması ve ya tasfiyesi için ister İmralı’daki Öcalan’ı muhatap alsınlar, ister DEM’den Tülay Hanımı!
Biz Kürt dava insanları kendi gündemimizi önceleyelim.
Halkımızın meşru taleplerinin gerçekleşmesi için gerekli olan örgütsel yapıları adım adım inşa etmeye yoğunlaşalım.
Kürt davası büyük bir davadır.
Bu dava gerçek muhataplarını da mücadele içinde yaratacaktır.
Bu tespitlerin ardından bugün yaşanan tartışmalarla alakalı olarak da görüşlerimizi sizlerle paylaşmak isterim;
1.Tespitimiz şudur; İster bugün başlayan süreçle alakalı olsun veya ister başka saiklerle olsun, PKK eliyle yürütülen silahlı mücadelenin sonlandırılması, hatta PKK yapılmamasının tümden tasfiyesi Kürtler açısından yararlı olacaktır. Bu hem Kuzey de, hem ülkelimizin diğer parçalarında yürütülen mücadelenin hayrına olacaktır.
Tüm dünyada ‘terör örgütü’ olarak da kabul edebilen, sömürgeci devletlerle ittifak içinde tüm parçaların iç işlerine karışan, istikrarsızlığı körükleyen PKK, Kürt halkının meşru mücadelesinin hedefine ulaşması önündeki engellerden biridir.
2.Tespitimiz şudur; PKK’nin tasfiyesi sadece Öcalan’ın çağrısıyla mümkün olmayacağı görülmelidir. Nitekim geçmişte AKP eliyle yürütülen ‘açılım Süreci’nde Öcalan’ın çağrısını örgütün dinlemediği hatta savaşı kentlere taşıdığına tanık olduk.
PKK’nin silah bırakması ve tasfiyesi ancak İran, Suriye, ABD ve Türkiye’de savaştan beslenen derin devlet yapılanmaları ikna edilmeden mümkün olmayacak ve süreç daha onlarca yıl bazen hafifleyerek bazen parlayarak devam edecektir.
3.Tespitimiz ise şudur; Bugün Kürt siyasetini bloke eden Kürt karşıtı partiler, PKK ve legal uzantıları varlıklarını sürdürseler de sürdürmeseler de Kürt siyasetçileri ve aydınları halkımızın meşru talepleri için mücadele etmekten vaz geçmediler /vaz geçmeyeceklerdir.
Ne yazık ki, paha biçilmez emeklerine rağmen tek tek aydınlarımız da, bugün mevcut olan ancak dağınık ve zayıf haldeki örgütlerimiz de kitlelerin desteğini kazanmada, kitleleri doğru politik hedefler için seferber etmede yetersizdir.
Bu tespitlerin ardından yapılması gerekenlerle alakalı görüşlerimi de paylaşmak isterim.
Bunun için önümüze iki önemli hedef koymalıyız.
Birinci hedef, kitlelerin desteğini kazanmak olmalıdır. Bunun en pratik yolu seçimlere de katılabilecek legal bir kitle partisinde buluşmaktır.
İkinci hedef,
Güçlü, istikrarlı, kararlı, legal, demokratik, şiddete karşı ve çağın ruhuna uygun mücadele eden ortak akla dayalı sosyalist, milliyetçi, liberal, muhafazakâr ve diğer tüm farklı kesimlere, inançlara açık bir Kürd birliği kurumak olmalıdır.
Bu birlik farklı eğilimlerdeki legal parti veya sivil oluşumların günü birlik işleriyle meşgul olmayan, altı ayda bir veya ihtiyaç halinde toplanan, Kürtlerin ortak taleplerini öne çıkaran bir temsil mekanizması, muhatap mercii olarak görev yapmalıdır.
Bunun için bütün deneyimleri, birikimleri, kazanımları bir yana atarak sıfırdan başlamaya gerek yok.
Tersine var olan ve pratik içinde deneyimler kazanan kurum ve kadrolarla işe başlamalıyız.
HAK-PAR programının merkezine Kürt meselesinin adil çözümünü yani federasyonu koyan bir birlik partisidir. Bu program Türkiye’de resmi olarak kabul edilmiş en ileri programdır.
HAK-PAR mevcut yapılar içinde örgüt ağı en geniş partidir. Yasal zorunluluk olan 41 ilden daha fazla ilde ve bu illerin üçte bir ilçelerinde teşkilatlarını kurmuş, kongrelerini yapabilmiş seçimlere de katılma hakkını elde edebilmiş, katıldığı seçim süreçlerini Kürt halkının meşru taleplerini kararlıca savunmak için bir platform olarak değerlendirmiş bir partidir.
Sömürgeci partilerin adaylarının peşinden koşmak, PKK’nin legal uzantıları ile ittifak için çırpınmak, Onları halkımıza adres olarak sunmak yerine HAK-PAR’da birlik /ittifak yaparak Kürdlerin seçim süreçlerinde birlikte çalışacağı ortak bir platforma dönüştürebiliriz.
Esasen bugün Kürt siyasetinde aktif olan HAK-PAR, PWK, PSK ve KDP’ler ile pek çok bağımsız kadronun birlikte aynı çatı altında buluşmamalarının hiçbir makul gerekçesi yoktur.
Sömürgeci partiler, PKK ve onun legal uzantıları karşısında güçlü bir yurtsever seçenek yaratmak yerine, birer post karşılığında onları ‘halkların yanı sıra Kürtlerin de birlik zemini’ olarak göstermekten başka işe yaramayan İTTİFAK çabaları olmazsa tek partide buluşmamak, bir temsil mekanizmasını birlikte adım adım inşa etmemek için hiçbir neden kalmıyor.
Bugün gerçekçi olan budur.
22.12.2024
DÜZGÜN KAPLAN
Hak ve Özgürlükler Partisi
HAK-PAR Genel Başkanı


