HAK–PAR Parti Meclisi;
KÜRT SORUNU İKİ HALKIN EŞİTLİĞİ TEMELİNDE ÇÖZÜLMELİDİR
18 Ekim 2025 tarihinde Diyarbakır’da gerçekleştirilen Parti Meclisi toplantısında Türkiye’de ve bölgede meydana gelen son siyasal gelişmeler ile Kürt yurtsever hareketinin durumu değerlendirildi.
Aşağıdaki sonuç bildirisinin kamuoyu ile paylaşılmasına karar verildi.
Basın ve Kamuoyuna
2 Yıl önce HAMAS’ın İsrail’e saldırmasıyla başlayan savaş Gazze ile sınırlı kalmadı. İsrail, Gazze’yi yerle bir etti. HAMAS’ın lider kadroları dahil 70 bine yakın Filistinliyi öldürdü. Savaşı Suriye, Ürdün, Lübnan, Güney Yemen hatta İran’ı da içine alan geniş bir coğrafyaya yaydı.
Savaş bölgede pek çok dengeyi değiştirdi. Suriye’de BAAS rejimi çöktü, tüm bölgeyi terörize eden İran ve İran yanlısı radikal İslamcı iktidar ve örgütler açısından yıkıcı etkiler yarattı.
Savaşın Bölgede oluşturulan Kürt karşıtı nizamı sarsması, Kürtlere de düşman olan, halkımızın en temel meşru haklarını dahi gasp eden, soykırımlara tabi tutarak yok etmeye çabalayan sömürgeci rejimlerin ve onlar eliyle büyütülen vekil yapıların tasfiyesi veya etkisiz hale getirilmesi açısından olumlu sonuçlarda üretmiştir.
Son günlerde HAMAS ile İsrail Devleti arasında ABD Başkanı Donald Trump planı ile ABD, Mısır, Katar ve Türkiye’nin birlikte imzaladığı ateşkes anlaşması ilan edilse de bu durumun çok kırılgan olduğu ortadadır.
Ortadoğu’nun durulması, yeni bir nizamın tesisi uzunca bir zaman alacaktır.
Büyük değişimlerin gerçekleşeceği bu süreçte Kürtler,1900’lü yılların başında olduğu gibi Kürt karşıtlarının destekçisi olmak yerine, ulusal menfaatlerini gözeten bir yerde durmalıdır.
Suriye’de BAAS rejimi yıkıldıktan sonra Türkiye, ABD ve Batı ülkelerinin desteğiyle iktidara taşınan cihatçı HTŞ lideri Coloni, istikrarı sağlayabilmiş değil.
Akdeniz kıyısında Nusayri Araplar, Güneyde Dürziler ile doğuda Kürtlerin itirazlarını şiddetle, tehditle bastırmayı seçen Colani iktidarını motive eden ve yönlendiren ana aktör Türkiye’dir.
Türkiye, Suriye’nin çok uluslu çok kültürlü yapısına uygun bir idari yapılanmaya, Kürtlerinde yararlanabileceği kaygısıyla karşı çıkıyor ve üniter devlet modelini Suriye’ye de dayatıyor.
Suriye’nin doğusunda Arap aşiretleri ile birlikte ve ABD nin finansmanı /desteğiyle inşa edilen SDG ise; uzunca bir zamandır ‘rojava devrimi’ni unutmuş, HTŞ nin yönettiği Suriye Arap devletine entegre olmak istediklerini öne çıkarmış görünüyor. SDG Zaman zaman Kürt kentlerinde özerk bir yapılanmayı, Kürtlerin meşru haklarını da garanti altına alındığı ‘Ademi merkeziyetçi demokratik bir Suriye’ talep etse de Türk devletinin Öcalan’ ı da kullanarak gerçekleştirdiği baskılar nedeniyle nasıl bir yol izleyecekleri belirsizliğini koruyor.
Suriye’de İŞİD karşıtı mücadelede ABD ve koalisyon güçlerinin çıkarları doğrultusundaki operasyonları için kullanılan yerel güç olan SDG, kadın, erkek binlerce Kürt gencinin yaşamına mal olan mücadele geleneği, seküler yapısı nedeniyle ciddi bir uluslararası sempatiye sahip.
Ana çekirdeğini PYD nin oluşturduğu SDG’nin diğer Kürt örgütlerine karşı geçmişte izlediği düşmanca tutumu terk etmesi, Mesud Barzani’nin de desteğiyle tüm Kürtleri içeren bir ulusal konferans toplaması, bu konferansta ademi merkeziyetçiliği esas alan, ulusal talepleri öne çıkaran, Şam’la tüm Kürt örgütlerinin birlikte muhatap olmasına yönelik yapıcı tutumu, SDG’ye tüm parçalardaki Kürtlerin de sempati ve destek sunmasını sağlamıştı.
Ancak PKK/ PYD çizgisinden kendisini kurtarma başarısı gösteremeyen SDG’den de akılcı, istikrarlı bir siyaset beklememek gerekir.
PKK ve Öcalan’ın başta Kuzey Kürdistan’da olmak üzere Kürdistan’ın tüm parçalarında izlediği Kürtlerin aleyhine, sömürgecilerin yararına olan, işbirlikçi politikalarına tavır almadan Batı Kürdistan(Rojava) da Kürtlerin yüzünü güldürecek bir sonuç beklemek boş bir çabadır.
Daha şimdiden Mazlum Abdi’nin Suriye ordusuna katılacaklarına yönelik açıklamaları MHP lideri Devlet Bahçeli’nin işareti ile harekete geçen Öcalan’ın çizgisinde yol alınacağını göstermektedir.
Öte yandan; Geniş toplumsal kesimlerin ağır ekonomik yük altında ezildiği, yoksullaşmanın arttığı, gelir dağılımındaki adaletsizliğin, hukuksuzluğun hat safhaya ulaştığı Türkiye’de toplumsal huzursuzluk, ustaca köpürtülen Kürt karşıtı, İslamcı, militarist söylem ve politikalarla baskılanmakta, ikinci plana itilmektedir.
AKP=MHP iktidarı iç siyaset malzemesine dönüştürmeyi başardıkları İsrail karşıtlığı ve PKK’ye karşı mücadele ile perdelenen Kürt karşıtlığı siyasetleri ile toplumun dikkatini asıl sorunlardan uzaklaştırmakta epeyce başarılı olduklarını söylemek, yanlış olmaz.
AKP uzunca bir zaman PKK’nin legal uzantılarına karşı başlattığı operasyonlarla, milletvekillerini hapsederek, belediyelere kayyum atayarak yarattığı boğucu atmosferden istediği sonucu almış görünüyor.
Aynı operasyonları bu kez Ana muhalefet Partisi CHP üzerinde yoğunlaştırmıştır.
Cumhurbaşkanı adayı İstanbul Büyükşehir belediye başkanı başta olmak üzere pek çok belediye başkanını yolsuzluk suçlamaları ile görevden alınarak tutuklanmıştır. Bugüne dek görmezlikten gelinen tüm yolsuzluk dosyaları öne çıkarılmış ve CHP kendi iç sorunları ile meşgul hale getirilmiştir.
CHP’nin son seçimlerde pek çok belediye başkanlığını kazanması ve birinci parti olmasında İktidarın halkı canından bezdiren ekonomi politikaları kadar, DEM ile yapılan gizli ittifaklarla Kürt oylarının CHP’ye yönlendirilmesi de belirleyici olmuştur.
AKP=MHP iktidarı son zamanlarda geliştirdiği ‘ Terörsüz Türkiye’ projesi ile Öcalan’ı da kullanarak DEM’i CHP’den kopararak kendi yanına çekmeyi başarmış görünüyor.
Bu durum, hem Türkiye siyasetinde hem de Kürt siyasetinde ciddi yeni gelişmelere neden olacak, siyaset sahnesi yeniden şekillenecektir.
Başarıla bilinirse PKK’nin tasfiyesi sonrası DEM’in, AKP=MHP Öcalan çizgisinde alacağı yeni pozisyon Kürt siyasetinde de ciddi gelişmelere neden olacaktır.
MHP lideri Bahçeli ve Öcalan’ın çağrısıyla başlayan, PKK’nin silah bırakması ve tasfiyesinin hedeflendiği ‘Terörsüz Türkiye projesi ‘adını verdikleri ‘devlet ’projesi devam ediyor.
Buna yol açan temel gelişmenin Ortadoğu’da başlayan ve hızla gelişen bölgenin yeniden şekillendirilmesi olduğunu biliyoruz.
Hem Kürtlerin kolektif haklarına kavuşmasını reddeden politikayı esnetmeden, Kürtleri Türk egemenlik sistemine entegre ederek Türkiye’de iç birliği güçlendirmek, hem de Rojava (Batı Kürdistan’da olası bir Kürt kazanımını önlemek hedeflenmektedir.
Bu amaçla, bir devlet projesi olarak Öcalan ve DEM’ in göreve çağrılmasının nedeni budur.
Öcalan, Devlete hizmette sınır tanımadan Kürtlere, PKK ye Türk devleti ile hiçbir talep ileri sürmeden bütünleşme çağrısı yapmıştır.
İmralı ile Meclis arasında mekik dokuyan DEM kadroları ise Öcalan’ın Kürtlere kolektif haklarından vaz geçerek devletle bütünleşme çağrısını ‘çözüm için büyük bir gelişme ‘ olarak ambalajlayıp Kürt toplumunu bu resmi devlet politikasına uyum için hazırlamaya çabalamaktadır.
PKK kongresini toplayarak fesih kararı alması, bir grup gerillanın sembolik olarak silahlarını yakmasının ardından Batı Kürdistan’da da SDG’ nin de Suriye devleti ile statüsüzlüğü kabul ederek entegrasyonu için çalışılmaktadır.
Meclisteki farklı partilerden 51 kişiden oluşan ve adını ‘milli dayanışma, kardeşlik ve demokrasi komisyonu’ olarak değiştiren ‘Terörsüz Türkiye projesi ‘ devam ederken, devlet her hangi bir adım atmış değil, o bugüne dek sadece çağrılan şahıs ve kurum temsilcilerini dinleyen bir faaliyet içinde olmakla yetinmiştir.
Biz kendi kurdukları ve Kürtlerin de başına bela ettikleri PKK nin tasfiyesini destekliyoruz; ancak Öcalan ve PKK eliyle Kürtleri, meşru haklarından feragat ederek ‘Türk varlığına armağan etme’ siyasetini reddediyoruz.
Kürt sorunu Türkiye’nin en temel sorunudur ve iki halkın eşitliği temelinde çözülmelidir.
Türkiye federal tarzda yeniden yapılanmalıdır.
Kürt kimliği anayasal güvenceye kavuşturulmalı, Türkçenin yansıra Kürt dili de resmi dil olmalı, eğitimin tüm aşamalarında serbestçe kullanılmalıdır,
Diğer taraftan;
PKK’nin Kürt siyaseti üzerindeki hegemonyası giderek zayıflıyor.
Hiçbir sonuç alınmadan, ağır bedellerle sürdürülen 40 yıllık danışıklı döğüş ve 2015/16 yıllarında PKK’ nin, hendek ve barikatlar kurarak savaşı şehirlere taşıması, Kürtlerin PKK’yi ciddi olarak sorgulamasına neden oluyor.
PKK’ nin askeri varlığının zayıflaması ve Öcalan ile AKP=MHP iktidarının birlikte yürüttükleri, hiçbir makul talep ileri sürülmeksizin, tam ve mutlak bir teslimiyetle PKK’nin tasfiyesine, Rojava’da SDG’nin entegrasyonuna yönelik politikalar Kürtlerde, hatta DEM içinde bile ciddi tartışmalara neden oldu, oluyor.
Bu koşullarda Öcalan ve PKK’ nin Devletle işbirliği içinde geliştirdikleri uğursuz politikalara HAK-PAR başta olmak üzere dağınık haldeki yurtsever parti ve kadrolarının itirazı olsa da PKK=DEM ve Devletin oluşturduğu büyük mekanizma karşısında çok yetersiz kalıyor.
Maalesef yurtsever hareket dağınık ve etkisiz.
Devletin ve PKK’ nin el birliğiyle Kürt siyasetine sirayet ettikleri ağır dejenerasyon karşısında Yurtseverlerin bir an önce organize olmalarının, Kürt yurtsever kadrolarının birliği, etkili bir güç oluşturmalarının ertelenemez bir görev olduğunu düşünüyoruz.
HAK-PAR yurtsever hareketin toparlanması güçlü bir seçenek inşa edilmesi için elinden geleni yapacaktır.
