GÜNCEL

SURİYE’DE HIZ KESEN ARAP BAHARI VE KÜRTLER

 

Geniş coğrafi bir alan olarak Ortadoğu denildiğinde, Kuzey Afrika, Arabistan Yarımadası, Türkiye Suriye, Irak, İran ve İsrail gibi birçok irili ufaklı ülkeyi kapsayan bir coğrafya akla gelmektedir. Bu coğrafya jeopolitik açıdan önemli olmanın yanında petrol doğalgaz gibi zengin yeraltı kaynaklarına sahiptir. Bu kaynaklar özellikle 19.yüzyılın başlarında içten yanmalı ve içten patlamalı motorların icadı ve termik santrallerde kömüre bağımlılığı önlemesi ile büyük devletlerin ilgi odağı haline gelmiştir. Nitekim büyük güçler bölgede hegemonya kurabilmek için birbirleriyle çatışma durumuna gelmiş ve özellikle 2. paylaşım savaşından sonra sınırlar cetvelle çizilir gibi çizilerek yapay devletler oluşturulmuştur. Bu devletler hanedan ailelerin yönetiminde diktatör yal bir şekilde yönetilmiş ve üst tabakalar petro-dolarlarla susturulmuştur. Ancak yerel çatışmalar ve huzursuzluklar hep olagelmiştir. Hele 1948’de bölgede İsrail devletinin kurulmasıyla dinsel argümanlar öne çıkartılarak ve birazda iç huzursuzluklar bir başka hedefe kan alize edilerek bölge kaynayan kazana dönüştürülmüştür. Bu kaotik ortamda büyük güçler bol-bol silah satarak petro- dolarlardan nasiplenmişlerdir.


2. paylaşım savaşı bilindiği gibi iki kutuplu bir dünya oluşturdu. Sovyetler Birliği, Baas partileri yoluyla bölgeye nüfuz etti. Böylece Irak, Suriye, Nasır döneminde Mısır ve zikzaklarla birlikte Libya gibi devletler Sovyetlik alanda Türkiye, şah dönemi İran, S.Arabistan ve İsrail gibilerde ABD’nin yanında saf tuttu. 1979’da İran’da şahın devrilmesiyle ABD önemli bir üssü kaybetti. Genel denge 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasına kadar devam etti.

Soğuk savaş dönemin sona ermesiyle ister tek kutuplu deyin, ister çok kutuplu deyin –ki bence ikincisi daha yerindedir- yeni bir dünya oluştu. Bu yenidünya ile birlikte sermayenin küreselleşmesi hız kazandı. Küreselleşen sermaye çok genel olarak savaşın dilini değil, barışın dilini arzu eder. Bu sermayenin barışı sevdiğinden değildir elbette. Asıl neden üretim-dağıtım- Pazar ağının sorunsuz olarak gerçekleşebilmesidir.( Silah üreticilerini bu genel çerçevenin dışında tutmak gerekir.)

 

BÜYÜK AKTÖRLER VE SURİYE

Suriye’de “Arap Baharı” kavramıyla özdeşleşen değişim rüzgârı Ortadoğu’da hız kesti. Bu durumun temel nedeni küresel ve bölgesel aktörlerin birbirini dengeleme politikasıdır. Bu anlamda ABD ve AB’nin içinde bulunduğu batılı aktörler Esat rejimini ekonomik çıkarları için risk olarak görmekte ve Suriye ulusal muhalefetini desteklemektedirler. Bu güçler, Suriye üzerinden Avrupa’ya uzanacak yeni petrol rotalarını güvence altına almak, böylece Ruslara bağımlı olmaktan kurtulmak istiyorlar. Ayrıca bu güçler İran-Irak Şiileri ve Suriye uzantılı ittifakı bertaraf etme, İran’ı yalnızlaştırma ve zamanla belki müdahale beklide pasivize ederek Rusya’yı kuşatmak istiyorlar. Üstelik bu gerçekleştiği takdirde İsrail’de İran tehdidinden kurtulmuş olacak. Batı bu politikaları hayata geçirmek için Libya’da olduğu gibi güç kullanmaktan ziyade şartların olgunlaşmasını ve Esat’ın zayıflamasını bekliyor. Çünkü güç kullanma durumun da Rusya ve Çin başta olmak üzere dünya kamuoyunun büyük bir kısmının tepkisini çekebilir. Batı, dünyada kaotik bir ortam yaratmadan bu işi kotarmaya çalışıyor. Nitekim 30.06.2012 tarihli Cenevre konferansından sonra Annan “Endişe verici uluslar arası kriz ufukta” sözüyle tehlikeye vurgu yapmıştır. Batının Suriye rejimine olan bu tepkisinin bir nedeni de Esat’ın ülkesinde yaptığı katliamlarda çizmeyi aşması ve bu durumun insan hak ve özgürlükleri bakımından kabul edilemez olmasıdır.

 

Konuya Rusya açısından baktığımızda; Ruslar Annan planına başta destek veriyorlar. Rejimin bazı reformlar yapmasını, çok partili rejime geçişi, demokratik seçimlerin yapılması ve yeni bir Anayasanın oluşturulmasını memnuniyetle karşılıyor ama rejimin değişmesini ve Esat’ın

devrilmesini istemiyorlar. Çünkü; Suriye Rusya’nın Ortadoğu’da şimdilik en önemli müttefiki ve silah pazarı. Kaldı ki Suriye’nin Tartus limanında Rusların bir askeri deniz üssü bulunmaktadır ve bu üs Akdeniz’de Rusların tek askeri deniz üssüdür. Ruslar, rejimin devrilmesi durumunda bu üstünlüklerini kaybedebilirler: Nitekim Ruslar, Suriye’deki avantajlı durumlarını devam ettirebilmek için Suriye muhalefetiyle de(Esat’ın devrilebileceği ihtimalini göz önüne alarak ) ilişkilerini koparmak istemiyorlar. İşin ilginç yanı İran’da Lazkiye’de bir askeri üs kurmak istiyor bu durum da İsrail’in vereceği tepki herkesin malumu olsa gerek.

 

Çin; Suriye konusunda Rusya ile birlikte davranıyor Ancak Çinli bir yetkili daha çok prensipler doğrultusunda hareket ettiklerini ve bu anlamda dış müdahalelere karşı olduğunu söylüyor. Bu ne derece doğru bilinmez ama Libya’da rejim değişikliği Çin’in birçok yatırımın heba olmasına neden oldu.

İran; Suriye sonrası sıranın kendine gelebileceğinden endişeli ancak gerek Rusya ile gerek Çin’le kurduğu iyi ilişkiler bunun hiçte kolay olamayacağını gösteriyor. Suriye’nin şu an en büyük destekçisi durumunda çünkü Suriye üzerinden Lübnan ve Filistin’de Hizbullah ile ilişki kuruyor ve İsrail’in sürekli tedirgin ve tetikte olmasına neden olduğu gibi ABD’ye de gözdağı veriyor. Ancak son zamanlarda nükleer enerji konusunda ABD ile dirsek temasında olduğu söyleniyor. Siyaset bu olsa gerek!

 

İsrail; beklemede doğrusunu isterseniz zayıf bir Esat rejimi İsrail için daha iyidir. Ancak geleceğin neyi göstereceği bilinmediğinden ve diğer Arap devletlerini tedirgin etmemek adına beklemede gibi görünüyor. Son zamanlarda Türkiye’nin bölgede hâkim güç olma çabasını da dikkatli bir şekilde değerlendiriyor. İsrail’in bu konuda ki açmazı hem Türkiye’nin bölgede etkisini olduğundan fazla güçlendirmesini engellemek, ancak bir yandan da ABD’nin de yardımıyla Türkiye ile sıcak ilişkiler kurmak istemesidir. Çünkü Türkiye’de çok fazla seslendirilmese de Neo-Osmanlı politika heveslilerinin var olduğunu biliyor. Ayrıca Mısır’da Müslüman kardeşlerin etkin olması, Türkiye’de muhafazakâr güçlerin iktidarda olmalarının yanında, ileride Suriye’de bu politikalara paralel bir gücün iş başına gelmesi İsrail’in kuşatılması anlamına gelebilir.

 

Konuya Türkiye açısından bakıldığında keşif uçağının Suriye karasularında düşürülmesinden sonra iş sınır boylarına karşılıklı silahlı güçlerin yığılmasına kadar vardı. Türkiye Suriye’yi artık bir düşman devlet olarak görüyor. Başbakan ERDOĞAN “Hiç kimsenin bir karış toprağında gözümüz yok, biz sadece orada halka yaşatılan insanlık dışı muamelenin durmasını istiyoruz” dese de hiçte inandırıcı davranışlar içinde değil. Doğru Suriye’den bir karış toprak alamazsın ama almak istemediğinden değil, büyük aktörlerin izin vermemesinden alamazsın, ikincisi AKP için azınlıkta olan Nusayrilerin Suriye’yi yönetmesindense kendisinin aynısı olan bir yönetimin başta bulunması daha iyidir. Ne de olsa model ülkeyiz? Üçüncüsü Suriye’de ki Kürt muhalefeti kontrol etmek Türkiye’de kilere kötü örnek olmamaları için gerekli tedbirleri almak. Dördüncüsü; Dünya için olmasa bile Türkiye için nükleer bir tehdit olan İran’ı yalnızlaştırmak ve zamanla belki de ehlileştirmek. Beşincisi, bölgenin aktörü sen değil (İsrail için) benim diyebilmek ki bu aktörlük lafla olmuyor.

 

SURİYE’DE KÜRT MUHALAFETİ

Suriye’de Kürtlerin neredeyse tamamı Türkiye sınırındadır. Türkiye’de akrabaları bulunmaktadır. Bu sınır İngiltere ve Fransa öncülüğünde sınır çizme amacı dışında hiçbir hedef gözetilmeden yapılan bir paylaşımın sonucudur. Bu ülkede yaşayan Kürtlerde diğer parçalarda ki gibi baskı altına alındılar, işkencelerden geçirildiler… Vatandaşlık haklarına bile sahip değiller. Rejimin son insan hak ve özgürlükler bağlamında uyguladığı şiddet politikası bilindiği gibi çeşitli kesimlerin tepki ve isyanına yol açtı. Bu durumun sonucu Suriye’de oluşan muhalif güçler şu an için üç parçalı bir pozisyon almışlardır.

 

1- Suriye Ulusal Konseyi (SUK): Bu grup sayısal olarak en büyük olanıdır. ABD, İngiltere, Fransa, S.Arabistan Türkiye tarafından desteklenen gruptur. Esat sonrası için Kürtlerin durumu konusunda söyledikleri belirsiz ve Âdemi merkeziyetçiliğe karşı olan gruptur.

 

Bu grubun içinde sadece Gelecek Partisi Kürt orijinlidir. Görünen o ki Esat sonrası Batı, bu gruba bir rol biçmiş durumda. Bu muhalif kesim ABD’den silah, S.Arabistan’dan para ve Türkiye’den lojistik destek almaktadır.

 

2- Kürdistan Ulusal Konseyi (KUK) Bu grup tamamen Kürtlerden oluşan bir koalisyon şeklindedir. Irak Kürdistan Federe Devleti tarafından desteklenmektedir. Bu grup Suriye Ulusal Konseyinden Esat sonrası için oluşacak yapılanmada Kürt kimliğinin anayasal güvenceye alınmasını ve âdem-i merkeziyetçi yönetimin oluşturulacağı konularında yazılı güvence istiyor. SUK bu konularda ileride ne olacağının belli olmadığını öne sürerek bu talepleri kabul etmiyorlar. Ancak gerçekte bu hakları verme niyetleri yok. KUK Ankara’nın bu taleplerden rahatsız olduğunu biliyor Çünkü Suriye’nin yeni Anayasasında Kürtlerin tanımlanması, Türkiye’de Yeni Anayasa hazırlıklarının yapıldığı şu dönemde Türkiye’de ki Kürtlere emsal teşkil edebilir.

3- Ulusal Koordinasyon Konseyi:(UKK) Bu grup içinde PKK’nin Suriye’de ki kanadı olan PYD bulunmaktadır. Bu parti Öcalan’nın politik anlayışına angaje olmuş ve şiddeti öne çıkaran bir konumdadır. Diğer gruplarla gergin ilişkileri bulunmaktadır.

 

Bu parçalanmışlığın tamamen ortadan kalkması ve Kürtlerin tek merkezden muhalefet etmeleri gerekir. Muhalefeti yaparken nasıl ki başka devletler Suriye üzerindeki politikalarını kendi çıkarları için yapıyorsa Kürtlerde kendi Özvatanlarında kendi çıkarları için politika yapma durumundadır. Kaldı ki Kürtler Demokratik bir ülkede olması gereken evrensel hak ve özgürlüklerinden başka bir şey istemiyorlar. Müdahil tüm devletler çıkar peşinde koşarken Kürlerin hak ve özgürlüklerini talep etmesinden daha doğal ne olabilir ki? 03.07.2012

 

Haydar CİHANER

 

HAYDAR CİHANER isimli yazara ait eski yazılar:

SURİYE’DE HIZ KESEN ARAP BAHARI VE KÜRTLER

About Post Author