GÜNCEL

ESKİ SİYASET ANLAYIŞI İLE SORUNLAR ÇÖZÜLEMEZ.

ESKİ SİYASET ANLAYIŞI İLE SORUNLAR ÇÖZÜLEMEZ.

Türkiye’de siyasal bir tıkanma var. Siyaset eski klasik anlayışı ile başarıya ve sonuca gidemiyor, kamburlaşan sorunların çözümünü gerçekleştiremiyor. İçte ve dışta izlenen politikalar ülkeyi giderek daha derin bunalımlara sürüklemektedir. Türkiye bu şiddet ve gerilimlerden kurtulmak için tarzı siyasetini yenilemeli, güncellemelidir. Türkiye başta Kürt sorunu olmak üzere, diğer tüm sorunlarını barışçı bir yöntemle çözmek istiyorsa, yeni bir siyasal anlayış geliştirmek zorundadır. Mevcut siyaset sorunları çözmeye değil derinleştirmeye götürmektedir.

Türkiye’nin en eski ve en ağır sorunu kuşkusuz ki Kürt sorunudur. Bu sorun hala çözülemiyorsa, bunda eski siyaset anlayışının ve yerleşik algıların payı büyüktür.

Türk siyaseti Cumhuriyetten sonraki ilk on yılda kendi resmi anlayışını oluşturdu. Bu anlayış Kürtleri “Tehdit Algısı” olarak benimsedi. Sonraki yıllarda ise, Kemalist resmi ideoloji Kürt ulusuna karşı tam bir yok etme savaşına yöneldi. ”Takriri Sükûn” “Şark Islahat Planı” “Mecburi İskân” “tevhidi Tedrisat” “Umum Müfettişlikler” “İstiklal Mahkemeleri” ve bunun gibi birçok uygulamayla, tam bir sömürgeci politika izledi. Bu politika “ret ve inkârı” öngören, ırkçı-şoven bir anlayıştan kaynaklanıyordu.

Bu gün de Türk siyasetinin Kürt algısı, genel hatları ile hala o fikri arka bahçeden beslenmektedir.

Geçmişten günümüze dek uzanıp Kürt halkına reva görülen hukuk ve insanlık dışı yaptırımların, aynı zamanda insanlığa ve evrensel hukuka karşı işlenmiş suç olduğu da bilinen bir gerçektir. 
Türk resmi ideolojisinden beslenen günümüz devlet ve hükümet yetkililerinin hala ‘tek dil, tek millet, tek devlet, tek bayrak’ gibi dayatmacı söylemleri, çözüm için gerekli olan tartışma ortamını sınırlandırmaktadır. Bu durum Kürt sorununa ilişkin özgür bir tartışma ortamını ortadan kaldırıyor. Kürtlerin hak ve özgürlük arayışlarını bölücülük olarak suçlayanlar, esas kendileri, otoriter ve baskı yöntemleriyle toplumu fiilen bölünme noktasına taşımaktadır.

Geçmişte Türkiye için ulusal birliği oluşturmanın bir biçimi olarak gerekli görülen üniter yapı, günümüzde birliğin değil ayrışma ve bölünmenin nedeni haline geldi. Türk devleti “Ulus-Devlet” olabilme uğruna “ret, inkâr, imha, göçertme ve sürgün” yöntemlerine sarıldı. Sonuçta “Milli (Türklük temelinde) bir devlet” ilan edildi; ama bir “Ulus” oluşturulamadı. Zaten buna olanak da yoktu. Lakin Türkiye federal-sosyal bir yapıya sahip bir ülkeydi. Bu yapıya uygun düşecek bir siyasal model oluşturup uygulamadan da, bir “Ulus” oluşturmak mümkün değildi. Üniter ve tekçi anlayışla “birlik” oluşturmak olanaklı değildir. Bu olsa olsa bölünmeye ve etnik çatışmalara götürür. Üniter yapı korunarak eşit, özgür ve demokratik bir yaşam kurmak mümkün değildir.

Oysaki günümüzde toplumlar; ayrışma ve bölünmeyi engellemek için iktidar paylaşımını yaygınlaştırmakta, daraltıcı, sınırlayıcı ve baskıcı üniter sistemlerden vazgeçmektedirler. Uluslararası toplum farklı dil ve kültürlere yasal güvence sağlanmasını gerekli görmekte, anadilde eğitim hakkı başta olmak üzere, tüm siyasal ve sosyal hakları öngörmektedir.

Günümüzde Türkiye’de yaşanan çatışma ve toplumlararası biriken öfke, toplumsal barışı ciddi bir biçimde tehdit etmektedir. Kürt ve Türk halkının barış içinde bir arada yaşama şansını zorlaştırmaktadır.

Keza Türkiye’deki üniter yapı, siyasete nefes aldırmıyor. Alın size yeni Anayasanın neden yapılamadığının cevabı. Anayasanın ilk dört maddesi üniter yapıyı kutsuyor. Bu yüzden üniter yapının dokunulmazlığı konusunda siyaset kurumu adeta yarışıyor. Bu nedenle sonuç çıkmıyor, her kesin eleştirdiği bu günkü anayasa değiştirilemiyor, herkesin arzuladığı yeni bir anayasa yapılamıyor.

İstenen anayasa özce nasıl olmalıdır?

Yeni anayasa bugün ülkenin karşı karşıya olduğu Kürt sorununun, Alevi sorununun çözümü için zemin oluşturacak çağdaş, çoğulcu ve katılımcı bir demokratikleşmeyi sağlayan bir anayasa olması gerekir. Peki, üniter yapıya dokunmadan bu sağlanabilir mi?

Bunun için tekçi, türdeş ve üniter Cumhuriyet anlayışı terk edilmeli. Türkiye, ülkenin çok dilli, çok kültürlü, çok uluslu gerçeğine uygun bir biçimde yeniden yapılanmalıdır. Siyasal ve idari sistem, ülkenin etnik ve dini yapısına uygun bir biçimde çoğulcu bir niteliğe kavuşmalıdır. Tüm bu yapısal değişimleri güvence altına alacak bir anayasa yapılmalıdır.

Geçmişten günümüze Türkiye toplumu ve demokratik sistem söz konusu uygulama ve yerleşik algılardan, büyük yara aldı. 

Türkiye, çok uluslu, çok dilli, çok dinli ve çok mezhepli bir toplumsal yapıya sahip bir ülke. Söz konusu çoğulcu sosyal ve toplumsal yapıya denk düşen siyasal yapı tartışmasız federal bir yapıdır. Türkiye, federal bir yapı ile daha demokratik, istikrarlı ve yönetilir bir ülke haline gelebilir. 
Bu çağdaş anlayışı sürdüren yegâne siyasal parti ise, Hak ve Özgürlükler Partisi / HAK-PAR’dır. HAK-PAR’ın geliştirdiği Federalizm anlayışı, bir devlet çatısı altında, birlik içinde, ama farklı kalma ve özgür yaşama isteğini öngörür. Âdemi merkeziyetçilik ve yerel özerklik federal bir yapı ile kurulabilir. “Federal yapılanma otoriter ve diktatör yel yönelmeleri önleyecek, yegâne yapıdır.

Farlılıkların birliği, ilkesi ya da birlik içinde çeşitlilik ve çoğulculuk anlayışı, dünyada daha çok kabul görüyor. Modern toplumlar baskı ve silahın gücüyle değil, demokrasi ve özgürlükler çerçevesinde birleşiyor. “Çok renk, tek ses “ ancak federal ve eşitlikçi bir sistemle sağlanabilir. Bu yüzden, eski siyasal algılar geçerliliğini yitirdi, miadını doldurdu. Yeni ve çağdaş siyasal anlayışlara ihtiyaç var.

Bu nedenle Türkiye, bölgesel yerinden yönetim modelini esas alan, köklü bir kamu yönetimi reformuna gitmelidir. Bu da yine yeni bir siyasal anlayışla mümkün olabilir. Yeni, sürdürülebilir ve çağdaş bir siyasal anlayış, ortak bir gelecek kurmak için de zorunludur.
Günümüzde adı, yerel uyarlaması ve uygulamaları farklı da olsa artık eyalet, özerklik, federasyon, otonomi vb. yönetim modelleri, barış içerisinde bir arada yaşamanın, toplumsal gelişme ve ilerlemenin gerekliliği haline gelmiştir. Yeni siyasal anlayış bu gerçekleri göz ardı edemez.

Sonuç olarak daha onurlu ve yaşanası bir gelecek için mevcut siyaset tarzını bırakmalı, daha çağdaş yollar denenmelidir.

Dürüst, açık, prensipli ve kararlı bir siyaset tarzı, en temel eksikliktir.

Bu ülkede siyasette prensiplere değil, önyargılara, akla değil; öfkeye dayanan bir kamplaşma ve kavga geçerli yol olarak görülmektedir. Bu anlayış uygarca tartışmanın yerine kavgayı koyan köhne ve çağdışı bir anlayıştır. Bu siyasal anlayış sürdükçe gerçeği görmek, ortak noktalarda buluşmak ve sorunları çözmek mümkün değildir. 

Doğru olan, önyargılara, kin, nefret ve öfkeye değil, uluslararası normlara, ilkelere, evrensel hukuka ve akla uygun bir siyaset izlemektir. Sorunların kavga ve şiddetle değil, barışçı yöntemlerle çözümü konusunda siyasal bir yumuşamaya ve hoşgörüye gereksinme var. Bunun için güdülen mevcut politikalardan vaz geçilmelidir.

Artık şiddet, gerilim ve güvenlikçi politikaların gerçekçi bir çözüme ve mutlu bir sonuca götüremeyeceği gün gibi ortadadır. Sorunlarımızı barışçı yöntemlerle, tartışarak, halka anlatarak ve halkın desteğini alarak çözmekten başka bir yol yoktur. Yeni siyasal anlayış tüm bu realiteleri göz önünde bulunduracak tarzda oluşmalıdır.

Özgür, barışçı, yaşanılır bir düzeni birlikte kurabilmek için başkaca da bir yol yoktur.

Latif Epözdemir
Hak ve Özgürlükler partisi

HAK-PAR Gnl. Bşk. Yrd.

About Post Author