GÜNCEL

ORTADOĞUDA DEĞİŞİM VE YAPISAL SORUNLAR

ORTADOĞUDA DEĞİŞİM VE YAPISAL SORUNLAR

Latif EPÖZDEMİR

Ortadoğu’da taşlar yerinden oynuyor. Halep artık eski Halep olmayacak ve Musul eski Musul olarak kalmayacak. Bu değişim kaçınılmaz. Lakin bölgedeki yapısal sorunlar netlik kazanmadan yeni statülerin kurulması gerçekçi olamayacaktır. Rakka ve Musul’un DAİŞ tarafından işgali, belki de orta doğudaki değişime zemin oluşturdu.

Rakka’da da yakın bir gelecekte operasyon başlayacak gibi. Musul’da kıran kırana bir savaş devam ediyor. Musul operasyonundaki en önemli karasal güç Pêşmerge gücü olarak görülmektedir. Daha şimdiden birçok Pêşmerge yaşamını yitirdi, bir o kadarı da yaralandı, tedavi görüyor. Musul savaşının karasal baş aktörü ve savaşçıları Pêşmergelerdir.

Pêşmerge tüm gücünü ve dikkatini Musul’a yoğunlaştırmışken, tam da böyle bir zamanda Kerkük’ün işgal girişimi manidardır. Kerkük’ün işgal edilmek istenmesi kimin yararınadır. Kim Kerkük’ün mevcut statüsünü sarsmak sureti ile bölgede bir güç olma sevdasında.?

Kerkük’ün işgal girişimi önceden hazırlanmış bir planın ilk adımıdır. Kerkük’te YNK pêşmergeleri DAİŞE karşı hiç mukavemet göstermeden kenara çekildiler. Geride Kerkük’ü savunmak üzere DAİŞE karşı savaşan pêşmergelerden ve yetkililerden ona yakın kişi yaşamını yitirdi. Halktan yirmiden fazla kişi öldü. Kent harabeye döndü. Korku ve panik her yanı sardı. Sonunda Kerkük işgali önlenerek bir çirkin oyun daha bozuldu.

Plan şöyleydi. DAİŞ Kerkük’e girecek YNK pêşmergeleri direnmeyecek. Arkasından Arap Haşdi Şaabi ( Şii Milisler) PKK ile birlikte Kerkük’e girerek Kerkük’ü DAİŞ’ten temizleyerek işgal edecekti. Bu plan Tahranda örülmüş bir plandır. Bu senaryo İran’da yazılmıştır, İran emellerine yöneliktir. Bu Planın baş aktörleri GORAN/ PKK ve Şii Milislerdir. Bu cephe bir “şer” cephesidir ve bu cephe İran’ın emellerini gerçekleştirmeye vekâleten İran rejimi tarafından desteklenmektedir. Bu cephe “anti Kürt”bir amaca hizmet etmektedir

Şimdi ne olacak.? Kerkük’te plan bozuldu. Sincar planı bir başka plan mıdır.? PKK Şengal’de üs kurarak olası bir Bağımsız Kürt devleti için tehdit oluşturacak, İran’a davetiye çıkaracaktır. İran işbirlikçilerinin yürüttüğü vekâlet savaşları sayesinde giderek bölgede denetimini arttıracak. İran ile işbirliği içindeki sözüm ona “Kürt örgütleri” kendi halklarının geleceğini yeni bir sömürgeci denetimin altına sokacaklar.

Koalisyon ülkelerinin bağımsız devlet kurma konusunda Barzani ile anlaştıkları büyük ölçüde gerçek. Olası bir bağımsızlık ilanı durumunda PKK/YNK ve Goran denetimindeki başta Süleymaniye olmak üzer kimi yörelerin bu statünün dışında kalacağı tahmin ediliyor. Buna rağmen Kürt parlamentosu referanduma giderek bağımsızlık için “evet” sonucunu elde ederse bağımsızlığını ilan edecek.

Bu durumda en büyük tehlike yine beklenecek. Bu “şer” cephesi, referanduma ve bağımsızlığa cevap olarak “hayır” çıksın diye her türlü entrikaya başvuracak.

Doğal olarak bu “şer” cephesine karşı geriye kalan Kürtlerin de bir “Xêr” cephesi oluşturması milli bir görevdir.

Ortadoğu’da artık bir Kürdistan devleti kaçınılmaz hale gelmiştir. Orta doğuda artık hiçbir şey eskisi gibi olamayacaktır.

Türk devleti de,bu değişimlerden nemalanmak istiyor.Misaki Milliyi hatırlatıyor. Misak-ı Milli Bildirgesinde yer alan şu belirleme Türk siyasetçileri bakımından dayanak yapılmaktadır. 30 Ekim 1918 tarihli anlaşmanın çizdiği hudutlar dâhilinde, dinen, ırkan ve emelen müttehit [birleşik] Osmanlı İslam ekseriyetiyle meskûn bulunan aksamın tamamı, fiilen ve hükmen gayrı kabil-i tecezzi bir küldür [bölünmez bir bütündür

Zamanında Mustafa Kemal de sınırlara ilişkin emelini şöyle ifade etmişti: “Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan hudut meselesi tayin ve tespit edilirken, hudud-u millîmiz, İskenderun’un cenubundan (güneyinden) geçer, şarka doğru uzanarak Musul’u, Süleymaniye’yi, Kerkük’ü ihtiva eder.İşte hudud-u millîmiz budur dedik!”

Dönemin Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey de, TBMM’de yaptığı konuşmada “Bir insanı ikiye bölmek veyahut herhangi bir parçasını ayırmak mümkün değil ise, Musul’u Türkiye’den ayırmak da mümkün değildir” ( Suphi Saatçi; Tarihî Gelişimi İçinde Irak’ta Türk Varlığı, İstanbul, 1996, s.160)

Türkiye ısrarla Musul üzerinde hak talep ediyor, müktesep haklarından söz ediyor. Buna gerekçe olarak Bürüksel Sınır Çizgisi, Ankara Antlaşması ve Mondros Mütarekesini hatırlatıyor. BM’nin Musul’a ilişkin bağlayıcı kararlarından söz ediyor. Musul’da sahada da masada da olacağını ödünsüz olarak ileri sürüyor.”Misaki Milli”ye vurgu yapılarak kamu vicdanını lehine çevirerek Suriye ve Iraktaki varlığını “meşru” göstermeye çalışıyor.

Türkiye’nin dayanakları arasında yer alan ve 28 Ekim 1924’te bağıtlanan “Brüksel Hattı” olarak bilinen “Bürüksel Sınır Çizgisi” sözleşme maddelerini hatırlamakta yarar var.:

  • Musul vilâyetinde çoğunluğun, sayıları 500 bini bulan Kürtlerden meydana geldiği,
  • Kürtlerin Türk ve Arap nüfustan fazla olduğu,
  • 1928 yılında sona erecek olan Irak’taki manda yönetiminin 25 yıl daha uzatılması,
  • Bölgedeki Kürtlere yönetim ve kültürel haklarının verilmesi kaydıyla Musul’un Irak yönetimine bırakılması,
  • Milletler Cemiyeti Meclisi’nin, bölgenin iki ülke arasında taksimine karar vermesi halinde Küçük Zap çizgisinin sınır olarak kabul edilmesi,
  • Milletler Cemiyeti, Irak’taki manda yönetiminin uzatılmasını ve Kürtler’e imtiyazlar tanımak suretiyle bölgenin Irak’a bırakılmasını uygun görmediği takdirde, Musul’un Türkiye’ye bırakılmasının uygun olacağı,
  • İngiltere’nin Hakkâri üzerindeki iddia ve isteklerinin kabul edilmemesi.

Görüleceği gibi bu sözleşmeye göre aslında Musul Kürtlerin hakkıdır ve en çok hak sahibi olarak Kürtlerin bu konuda söz söylemesi gerekmektedir. Ayrıca da Musul’un geçmişteki politik merkezi Ninova kentidir.Ninova ise Kürtlerin atası Medlerin kurduğu imparatorluğun başkentidir.Ninova Kürt özgürlük hareketi meşalesinin ilk kez yandığı ve adına Nevroz denilen Kürt milli bayramının meskenidir.Yani Musul, Kürdistan coğrafyasının merkezidir.Nasıl ki Kerkük Kürdistan’ın kalbi ise Musul’da Kürdistan’ın akciğeridir.

Bu gün Musul’a ilişkin hak iddia eden Türkiye bu sözleşmeye geçmişte direnerek karşı çıkmış ve ama daha sonra baskılara boyun eğerek kabul etmiştir.

Türkiye Musul’da müktesep hakkına ilişkin olarak Ankara Antlaşmasını da hatırlatmaktadır. Oysaki bizzat kendisi kendi rızası ile BM, Cemiyet Meclisi kararına uydu ve 5 Haziran I926’da yapılan Ankara Antlaşması ile Musul’u Irak’a terk etmeyi kabul etti.

Ankara Antlaşması, “sınır, iyi komşuluk ilişkileri ve genel hükümler” adı ile üç kesim ve toplam 18 maddeden meydana geliyordu. Antlaşmanın bir ve ikinci maddesi Türk-Irak sınırını tespit etmiş, 14. madde ise bölgedeki petrol gelirinin %10’unun 25 yıl süreyle Türkiye’ye bırakılmasını öngörmüştü. Türkiye istese bu anlaşma mucibince çeyrek yüzyıl Musul’un petrol gelirlerinin %1o nu nu alabilecekti. Ancak Türkiye daha sonra 500 bin İngiliz sterlini karşılığında bu hakkından da vazgeçti. Bu nedenle Türkiye’nin Musul’da kazanılmış (“müktesep”) hakkı da ortadan kalkmış oldu.

Kuşku yok ki bu nedenle Türkiye Iraktaki sunilerle –Musul ve Kürdistan dâhil- bir konfederasyon düşlüyor. Türkiye’nin Suriye ve Iraktaki ısrarının altında yatan gerçek, Musul ve Halebi kendi sınırlarına katma hevesidir. Dolayısı ile Halep ve mevcut ” mer’i” Türk sınırı arasında kalan bölge olan Kürt yerleşim yerlerini de kendine dâhil etmek istiyor. Der Spigel dergisinin yaptığı yorumdan bu anlaşılmaktadır.

Türkiye’nin Iraktaki suniler ile birleşmek istemesi de, keza yakın zamandaki düşlerinden biri. Hatırlanacağı gibi, bu birleşimin 1937yılında temelini atan ve bu alanda önemli bir mesafe kaydeden dönemin Irak Genelkurmay Başkanı Bekir Sıtkı bir suikasta kurban gitmişti.

Son günlerde Cumhurbaşkanının Lozan’ı gündeme getirerek tartıştırması, Musul konusunda ısrarcı davranması ve bunca hassas bir süreç işliyorken başkanlık sistemini gündeme getirmesi, hele hele de Türkiye için bu sistemin “Amerikan tipi” olması gerektiğini dile getirmesi manidardır. ABD sistemi 52 devlet ve birkaç özerk bölge üzerinde bina edilmiş federal bir eyalet sistemidir. Bu örnekten “Türk” modeli çıkar da Türkiye bölgede federal bir sisteme doğru evrilirse ne ala.

Öteden beri savunduğumuz federasyon modelini daha çok tartışmanın zamanıdır. Sonuç olarak varılacak nokta bu günkü koşullarda en makul olan Türk-Kürt federasyonudur. Merkezi Diyarbakır olacak olan bir Kürt parlamentosu ve merkezi Ankara’da olan bir Türk parlamentosu. Türkiye, Eşitlik ve adalet temelinde demokratik bir federasyon kurarak bölgede güçlü bir aktör olabilir ve küresel bir güç oluşturabilir.

About Post Author