GÜNCEL

1 Kasım Seçimleri üzerine 1.Bölüm

1 Kasım Seçimleri üzerine

1.Bölüm

Kemal Burkay

1 Kasım seçimlerinin sonuçları bir yönüyle sürpriz değil. HDP’nin oylarında biraz düşme olsa bile yine barajı aşacağı, böylece parlamentonun yine dört partili olacağı bekleniyordu. Ama AK Parti’nin oylarında böylesine büyük bir yükseliş, buna karşılık HDP’nin, özellikle de MHP’nin oylarında ise böylesine büyük bir düşüş beklenmiyordu.

Çok sayıdaki anket şirketleri de nerdeyse bütünüyle, kamuoyunu ve yorumcuları yanılttılar. Hiç birinde AK Parti için böylesine yüksek bir oy yüzdesi görünmüyordu.

Peki bu sonuca yol açan neydi, beş ay içinde ne değişti?

Son beş ayda seçmen oyunun yönelimi üzerinde etki yapan iki önemli neden var kanımca. Biri AK Parti dışındaki üç partinin kendi aralarında bir koalisyon kuramamaları, diğeri de tazelenen çatışma ortamı ve bu durumun yol açtığı istikrarsızlık.

7 Haziran’da seçmen –muhafazakar seçmenlerin de bir bölümü dahil- AK Parti’nin tek başına iktidarına hayır demişti.

Ama söz konusu üç parti (CHP, MHP ve HDP) kendi aralarında bir koalisyon kurmayı başaramadılar. Bunda MHP’nin tutumu belirleyici oldu. MHP, HDP’ye karşı sert tutum aldı ve CHP’den, hatta AK Parti’den gelen koalisyon önerilerine kapandı. Bir koalisyon beklentisi içinde olan toplum kesimleri, MHP’nin tabanı dahil, bundan rahatsız oldu. MHP’nin tazelenen çatışma ortamında giriştiği şoven nitelikteki yoğun milliyetçilik kampanyası da bu rahatsızlığı gidermeye yetmedi. Böylece MHP’nin 7 Haziran’a göre seçmen desteğinin dört birini kaybetmesi doğaldır.

HDP’ye gelince, HDP 7 Haziran seçimlerinde oylarını önceki seçimlere göre yüzde 6-7’lerden 13, 2’ye çıkarmış, nerdeyse yarı ya yarıya arttırmıştı. Bunlar büyük ölçüde emanet oylardı. AK Parti’den rahatsız olan kesimlerin bir bölümü (Gülen Cemaati, Doğan Holding, liberaller, Alevi çevreleri, vs.), onun tek başına iktidarını önlemek için çıkar yol olarak HDP’nin barajı aşmasını gördüler ve HDP’ye destek yönünde güçlü bir kampanya açtılar. Bunda başarılı da oldular; HDP barajı fazlasıyla aştı.

Ne var ki bu da, daha yukarda değindiğim gibi, özledikleri türden bir hükümetin kuruluşuna yetmedi, muhalefet kendi arasında bir koalisyon hükümeti kurmayı başaramadı. Bu nedenle söz konusu kesimler düşkırıklığına uğradılar.

Üstelik seçimlerden hemen sonra, daha seçim öncesi başlamış olan provokatif olaylar sürdü, hızlandı, Suruç olaylarının ardından yeniden bir çatışma ortamına girildi. Hem bir koalisyon hükümetinin kurulamamasının, hem söz konusu çatışma ortamının yarattığı istikrarsızlık ve kaygılar ekonomiyi de olumsuz etkiledi ve seçmen oylarının yön değiştirmesinde etkili oldu.

Bir koalisyon hükümetine karşı olan Erdoğan ve AK Parti bunu iyi değerlendirdi ve istikrar arayışı içine giren muhafazakâr seçmenlerin büyük bölümü yeniden AK Parti’ye yönelerek, onu, şimdiye kadar görülmemiş bir oy yüzdesi ile dördüncü kez tek başına hükümet yaptı. Buna, 7 Haziran seçimlerinde HDP barajı aşsın diye ona oy vermiş muhafazakar, dindar Kürt seçmenler de dahildir.

Özellikle adına “çözüm ve barış süreci” denen, ama ne çözüm ne de barışla bir ilgisi bulunmayan şu garip sürecin son bulmasıyla bölgede tazelenen çatışma ortamı, Kürt seçmenin tercihinin yön değiştirmesinde etkili oldu. HDP çevresi bu sürecin sona ermesinden hükümeti suçlamakta ve savaşı onun başlattığını ileri sürmektedir. Ne var ki PKK Suruç olaylarının ardından tehditlerini arttırdı ve Ceylanpınar’da iki polise yönelik, iç yüzü hala aydınlanmış olmayan eylemi üstlendi. Karşı taraf bir gerilim politikası izlese bile buna karşı yapılacak şey savaş ortamına koşar adım gitmek değildi. PKK isteseydi olaylar tırmanmazdı. Oysa koşulları olmadan, birçok Kürt kent ve kasabasında sözde “özerk yönetim” ilan edip sokaklarda hendek kazmak, polise roketli, uzun menzilli silahlarla saldırmak, böylece kirli savaşı yeniden bu Kürt kent ve kasabalarının içine taşımak, orada hayatı çekilmez hale getirmek, göçlere yol açmak, hiç de Kürt halkına yaramadı. Kürt halkı parlamentoya gönderdiği 80 mebusla siyaset yapılmasını bekliyor, çatışmasızlık ortamının sürmesini istiyordu. Bu ters tutum, birçok Kürt ilinde ve metropollerde oyların önemli bir bölümünün HDP’den kopup AK Parti’ye yönelmesine yol açtı.

Ama hayatı boyunca, şunun ya da bunun hesabına hep ters işler yapmış PKK için bu tutum hiç şaşırtıcı değil. Buna yol açan, PKK içinde buna yön veren odakları saptamak bile zordur. Suriye ve İran bağlantıları mı, Ergenekon mu, şu aşamada gerilimden medet uman MİT içindeki başka odaklar mı, yoksa tümü birden mi?.. PKK’nin sağlıklı politikalar üretecek bir merkezi birliği yok. Uzun yıllar şiddete koşullamış yapısı da değişen duruma uyum sağlamaya el vermiyor.

HDP’ye gelince, PKK ile aynı blokta yer alan bu örgütün PKK’den veya onun da içinde bunduğu şu ilginç “çatı örgütü” KCK’dan etkilenmemesi, hatta bağımsız hareket etmesi olanaksız. Öyle olunca 7 Haziran’daki emanet oyların önemli bir bölümünün beş ay sonra geri dönmesi şaşırtıcı değil. Kürt muhafazakar seçmen, madem HDP siyaset yapamayacak, madem PKK ortalığı kana ateşe boğacak, o halde neden boşuna oy verelim dedi ve bir bakıma PKK-HDP kesimini protesto edip oylarını yeniden AK Parti’ye yönlendirdi.

Böylece MHP ve HDP’den kopan yüzde 6-7 oranında bir oy kitlesi AK Parti’ye yöneldi.

Sonuç olarak AK Parti’ye seçim zaferini bağışlayan parlamentodaki muhalefetin kendisi, en başta da MHP ve HDP oldu.  

Öte yandan, 2011 seçilerinde başlamış olan diğer partilerdeki erime ve küçülme bu seçimde de devam etti. Parlamentodaki dört partinin dışındaki partilerin oyu bu 7 Haziran seçimlerinde % 6,2 idi. 1 Kasım seçimlerinde toplam oyları daha da düştü ve boyların bir bölümü, yüzde 2 kadarı AK Parti’ye yöneldi. Bu düşüş eğrisinin temel nedeni yüksek barajdır. Seçmen, yıllar içinde, barajı aşma şansı olmayan eski anlı şanlı partilerden bile kopmaktadır.

Bu yüksek baraj, halktan yana bir programa ve daha ileri bir vizyona sahip olsalar bile, diğer küçük partilerin büyüyüp gelişmesinin önünde de büyük bir engeldir. Onların yandaşları bile çoğu zaman “oyumuz boşa gidecek” diye parlamentoya girme şansı olan, ama sorunlara çözüm bulmaları mümkün olmayan partilere yönelmektedir. Diğer bir deyişle, yüzde 10 seçim barajı başlı başına demokrasi önünde bir handikaptır ve Türkiye’deki tüm seçimleri antidemokratik kılmaktadır.

1 Kasım seçimlerinde, küçük partilerdeki bu eğilimi bozabilen, oylarını önemli ölçüde arttıran üç parti oldu. Komünist Partisi (KP), Halkın Kurtuluşu Partisi (HKP) ile Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR). Bu üç parti de genel eğilimin aksine oylarını arttırdılar ve bunun nedenleri var.

Komünist Partisi 7 Haziran’da 14 bin dolayında olan oylarını bu seçimde 55 bine çıkardı. HKP ise 7 Haziran’da 60 bin olan oylarını 85 bine çıkardı. Geçen seçimde büyük ihtimale HDP’ye oy vermiş bir bölüm sol seçmenin bu kez KP’ye ve HKP’ye yöneldiği anlaşılıyor. İki sol parti bakımından bu olumlu gelişme ilginçtir.

HAK-PAR’ın seçim başarısının nedenleri üzerinde ise yazımın 2. Bölümünde duracağım.

4 Kasım 2015

About Post Author