Kemal Burkay
Suriye’deki iç savaşın yangını giderek büyüyor ve komşu ülkeleri de saracak görünüyor. Aslında daha şimdiden sarmış durumda.
ABD Şam çevresinde, kitle halinde sivil ölümlerine yol açan kimyasal silah kullanımını gerekçe göstererek Suriye’ye müdahale hazırlıkları yapıyor.
Birkaç gün öncesine kadar kimyasal silah kullanılıp kullanılmadığı tartışmalıydı. Son kanıtlarla bu kesinleşti. Ancak bu kez de kimyasal silahı kimin kullandığı konusunda görüş birliği yok. Şam’da araştırma yapan BM uzmanlarının raporu henüz açıklanmadı. Ama ABD, Türkiye, Fransa gibi ülkeler başından beri bunu Esat güçlerinin yaptığını ileri sürüyorlar ve Birleşmiş Milletler’in Esat’a karşı harekete geçmesini istiyorlar. Rusya ise elde ettiği kanıtlara dayanarak bu silahın muhalefet tarafından kullanıldığını söylüyor.
Acaba gerçek ne? Eğer Esat gerçekten kimyasal silah kullandıysa en başta Birleşmiş Milletler Örgütü’nün harekete geçmesi kadar doğal bir şey yok. Ama Rusya’nın buna ilişkin yüz sayfalık raporunu ve tezlerini de yabana atmamak lazım. Daha önceki yazımda da Esat’ın bu aşamada kimyasal silah kullanmasına pek ihtimal vermediğimi söylemiştim. Esat savaşta öylesine sıkışmış değildi, tersine son dönemde askeri bakımdan üstün durumdaydı. Kimyasal silah kullanımını kırmızı çizgi saymış olan ABD’yi Esat’a karşı harekete geçirmek için bizzat muhalefetin kendisi bunu yapmış olamaz mıydı? Bu muhalefetin elinde söz konusu silahlardan bulunduğunu biliyoruz. Daha Reyhanlı olayının ardından Adana’da bir grup El Nusracı sarin gazı ile yakalanmıştı ve Türk emniyeti bunların çok daha büyük terör olaylarına hazırlandıklarını söylemişti. Peki kime karşı? Besbelli Suriye’de savaşan ve Türkiye’ye rahat rahat girip çıkan bu grupların söz konusu sarin gazını Türkiye’de kullanmaları beklenemezdi.
Öte yandan ne oldu Adana’da sarin gazıyla yakalanan bu grup? Kendilerine karşı ne işlem yapıldı? Daha sonra bu mesele kapandı gitti… Şimdi onu hatırlamanın zamanı değil mi?
Ama görünen o ki ABD, Türkiye ve bazı batı ülkeleri başından beri faili saptamışlar ve o gerçek fail mi değil mi, bunu tartışmaya bile hiç niyetleri yok. ABD Başkanı Obama günlerdir kimyasal silahlardan ölen çocukların dramını gözler önüne seriyor, bunu gerekçe göstererek yana yakıla Esat rejimine karşı bir hava operasyonu yapmanın gereğini anlatıyor.
Tabii ki o çocukların ve genel olarak sivillerin durumuna yüreği sızlamayan insan değildir. Doğaldır ki buna karşı en başta BM’nin harekete geçmesi lazım.
Ama acaba ABD başkanı ve ötekiler yürekleri sızladığından mı bunu yapmaktalar? Acaba gerçek amaçları bu mu, yani uluslararası hukukun ve aynı zamanda vicdanlarının onlara yüklediği görevleri yerine getirmek mi?
Hiç sanmıyorum. İki nedenle hiç sanmıyorum. Birincisi 1980’li yılları, Irak Kürdistanı’nda kimyasal silahlar kullanıldığı zaman tüm bu ülkelerin tavrını hatırladım. İkincisi ise Suriye’ye müdahale için kimyasal silahların kullanılmasını beklemeye gerek yoktu. Buna gelinceye kadar 100 bin insan öldü, milyonlarca insan yerini yurdunu terk etti, perişan oldu, kentler-köyler viran oldu. Bu yetmez miydi?
Konuyu biraz açayım:
Saddam zorbası Irak Kürdistanı’nda 1980’li yıllarda, halkımızın direnişi karşısında zora düştüğünde kimyasal silahı birkaç kez kullandı. Önce Diyana bölgesinde Balisan Vadisi’nde. Burada birkaç yüz kişi, çoğu çocuk ve kadın öldüler. Biz Kürtler yurt dışında çeşitli Avrupa ülkelerinde bu nedenle gösteriler düzenledik, BM’yi ve tüm sorumlu uluslararası güçleri harekete geçmeye çağırdık. Ama kimse oralı olmadı, kulaklarını adeta tıkadılar. Bundan cesaret alan Saddam zorbası, 16 Mart 1988’de Halepçe kentini kimyasal silahlarla bombaladı. Bunun sonucu 5000 can, kadını-erkeği, yaşlısı-genciyle can verdi, 7000 kişi de yaralandı. Bu olay Hiroşima ve Nagazaki’den sonra, kitle kırım silahlarıyla bir kerede yapılmış en büyük katliamdı, bir soykırımdı. Evet, dış kamuoyunda biraz ses çıkardı, ama yasak savma kabilinden. Ne BM Örgütü, ne de ABD ve AB zahmet buyurup harekete geçmedi. O zamanki Sovyetler Birliği, yani Rusya ise üstelik olayı inkara kalkıştı.
Rusya o zaman dostu Saddam’ın yanında idi, bugün de dostu Esat’ın yanında; bu anlaşılır bir şey. Peki ötekiler, ABD ve AB ülkeleri o zaman nerdeydiler? Kimyasal silahlara ilişkin yasa o zaman da vardı hani… Ya vicdanları?..
İşte bu tartışılır. Devletlerin ilişkilerinde, tavırlarında vicdanın yeri olduğunu sanmak saflıktır; vicdanlar yok, çıkarlar vardır.
ABD’nin ve öteki Batılı bayların Saddam’a karşı harekete geçmesi için aradan yıllar geçmesi ve Saddam’ın Kuveyt’i işgal ederek Batı’ya petrol akışını riske sokması gerekti. İşte o zaman aslan kesildiler ve birkaç günün içinde ordularını Körfez’e yığıp Irak’ı vurdular.
Peki bugün ABD ve müttefiklerinin, ya da son olay nedeniyle Esat’ı cezalandırmak isteyenlerin çıkarları nedir? Kanımca ABD ve müttefiklerinin, örneğin ABD ve Türkiye’nin, daha doğrusu şu anda Türkiye’yi yönetmekte olan AK Parti hükümetinin bu konuya ilişkin çıkarları bir değil. Bu nedenle de politikaları bir değil. AK Parti çoktandır ki Suriye iç savaşında bir taraf haline geldi ve Esat rejiminin yıkılmasını, yerine Suriye Arap Muhalefeti’nin, yani ÖSO’nun gelmesini istiyor. ABD ise Esat rejimini sevmemekle birlikte, yerine gelecek olan, içinde radikal İslamcıların ağır bastığı (ki bunlar arasında El Kaideci El Nusra Cephesi de var) ÖSO’dan da ürküyor, aynen İsrail gibi… Avrupalıların buna ilişkin kaygıları da ABD’den farklı değil. Bu nedenle Suriye muhalefetine güçlü destek vermediler. Bir başka deyişle onun zaferini istemediler. Esat rejimini ehveni şer saydılar. Mısır’da Müslüman Kardeşler yönetimine karşı sahnelenen kanlı darbeye darbe demedikleri gibi.
Bu nedenledir ki ABD Esat rejiminin yıkımına yol açacak kapsamda bir hareketten yana değil, yalnızca onun gücünü budamak istiyor. Yani taraflardan biri ağır bastığı zaman kefenin öbür tarafına ağırlık koyuyor, dengeyi sağlıyor. Sonuç olarak ABD’nin yaptığı, yapmak istediği bu savaşın devam etmesidir.
ABD Irak-İran Savaşı sırasında da aynen böyle yapmıştı. O zamanki ABD Dışişleri Bakanı Kissinger, “Hiçbir taraf yenmemeli, iki taraf da yenilmeli!” demişti. Çünkü iki taraf da ABD’nin dostları sayılmazdı, birbirlerini yiyip bitirmelerinde yarar vardı!
Bugün de ABD’nin, şu siyahi, bir parça da sempatik Obama eliyle izlediği politika işte bunu andırıyor: “Ne Esat galip gelmeli, ne muhalefet!”
Bunun pek vicdanlıca bir politika olmadığı son derece açık.
Obama, G-20 zirvesi sonrası yaptığı konuşmada, BM’nin Suriye konusunda felç olduğunu söyledi. Bu doğru bir söz. Ama BM’nin felç olmasında Rusya ve Çin’in vetosunun yanı sıra ABD’nin tutumunun da payı büyüktür, hatta kanımca daha büyüktür.
ABD ve Rusya isteselerdi Suriye sorunu böylesine 2,5 yıl sürmezdi, çoktan çözüm yoluna girerdi. Şimdi de öyle. Bu ikisi isteseler silahlar bir hafta içinde susar, taraflar Cenevre’deki barış masası çevresinde bir araya gelir. Çünkü Rusya’nın Esat rejimi, ABD ve müttefiklerinin de (özellikle Türkiye) ÖSO üzerinde büyük etkileri var. Ve kanımca yapılması gereken çoktan beri buydu, şimdi de budur; şu veya bu kesimin yanında saf tutup öbür tarafı bombalamak değil.
Ben başından beri bunu söylüyorum. Eğer BM, eğer büyük güçler, en başta da ABD ve Rusya isterlerse Suriye sorunu savaşı sürdürmeye, Suriye’yi bombalamaya gerek kalmadan çözülür. Bunun için söz konusu güçler etkilerini kullanıp tüm tarafları bir barış masası çevresinde bir araya getirmeliler. Irak’ta Saddam sonrası olduğu gibi Suriye’de de yeni, –Sünni çoğunluk, Kürtler, Nusayriler, Dürziler ve Hıristiyanlar dahil- tüm kesimlerin haklarını gözeten, güvence altına alan demokratik bir anayasa yapılmalı. Serbest seçimler sonucu yeni yönetim belirlenmeli. Yani Suriye federal ve demokrat bir ülke olmalı. Bir diktatörlükten kurtulup diğer bir diktatörlüğün altına düşmesi ancak böyle önlenebilir.
Partim HAK-PAR da başından beri bu politikayı izliyor. Son Parti Meclisi Bildirimizde önerilen de budur.
Bunun için uluslararası güçler ve kurumlar, en başta BM Örgütü Suriye halkına yardımcı olmalı.
Oysa söz konusu kurumlar ve güçler ne yazık ki Suriye’deki bu kanlı boğuşmayı seyredip duruyor. Bu vicdansızlıktır ve sorumsuzluktur.
6 Eylül 2013