GÜNCEL

Nasıl bir süreç, barış ve çözüm mü?

Kemal Burkay

Hükümet bir süre önce Kürt sorunu kapsamında yeni bir süreç başlattı. Buna önce “İmralı süreci” dendi; çünkü görüşmeler MİT vasıtasıyla Öcalan’la yürütülüyor; ardından Başbakan bunu “çözüm süreci” diye adlandırdı.

 

Bu yeni girişimle birlikte kamuoyunda umutlar bayağı arttı, ortada “çözüm” ve “barış” sözcükleri uçuşuyor.

 

Peki gerçek durum ne, bu girişim neyi amaçlıyor? O gerçekten Kürt sorununa gerçekçi bir çözüm bulup ülkede barış ortamını kalıcı biçimde inşa etmeye mi yönelik?

 

Bir kere Kürt sorunu nasıl bir şeydir? İkincisi de “çözüm”den ve “barış”tan neyi anlıyoruz?

 

Kürt sorunu denince herkesin aynı şeyi anlamadığı ortada. Bazılarına göre (örneğin MHP) böyle bir sorun yok, bölücülük ve terör var, onunla da ancak savaşılır. Bazılarına göre dün vardı bugün yok. Örneğin Başbakan Erdoğan üç-dört yıl öncesi “Kürt sorunu var, salt askeri yöntemlerle çözülmez, biz çözeceğiz,” diyordu; ama şimdi, TRT-Şeş’i açtıktan, 2 saatlik seçmeli dersten, Artuklu ve Dersim’deki Kürt dili bölümlerinin ardından “Artık Kürt sorunu yok, terör sorunu var,” diyor. CHP’ye göre Kürt sorunu hem var, hem yok!

 

BDP’ye gelince, ona göre Kürt sorunu var tabi; ama BDP’nin çözüm konusunda kafası oldukça karışık, bir günden diğerine, Öcalan’ın tercihlerine göre değişip duruyor. Bir gün demokratik cumhuriyet, ertesi gün demokratik özerklik… Öcalan ve örgütünün ise geçmişten beri izledikleri ve bağımsız birleşik Kürdistan’dan demokratik cumhuriyete uzanan siyasi maceraları malumdur…

 

Kısacası, Kürt sorununa ilişkin olarak siyasi arena fili tarif eden körlerin durumunu andırıyor. Ellerinin dokunduğu yere bağlı olarak, kimine göre fil uzun bir burundur, kimine göre koca bir kulak, ya da bacak… Besbelli bu ülkenin siyasileri için bu tür bir tarif körlükten değil, görmek istememekten. Onlar da Kürt sorununun ne olduğunu bal gibi biliyorlar, ama doğru bir tarif işlerine gelmiyor. Çünkü doğru bir tarif doğru bir çözüm gerektiriyor.

Böyle bir durumda Kürt sorununun varlığını kabul edenlerin de çözüm üzerinde anlaşmaları elbet kolay değil. Bir şey üzerinde anlaşsalar bile, o gerçekte çözüm olmayacaktır.

 

Hatırlayalım: 2011 yılında MİT ve PKK Oslo’da görüşüyordu. Devrede Öcalan da Kandil de vardı. Yine barış ve çözüm umutları yükselmişti. Sonra ne olduysa bilgiler dışarı sızdı, masa devrildi, süreç kesintiye uğradı. 2011 seçimlerinin ardından Öcalan, “savaşa gerek yok, devletle anlaştık” dediği halde, PKK içindeki bazı derin odaklar Öcalan’ı baypas ederek bir dizi eylem başlattılar ve yeniden bir çatışma ortamına girdik.

 

Hükümet çatışma ortamına son vermek için bir ara BDP ile diyalogu tasarladı; ama kendisine güveni olmayan, inisiyatif kullanamayan BDP, sürekli olarak İmralı ve Kandil’i muhatap göstererek buna yanaşmadı; öyle olunca da hükümet BDP’den umudu kesti.

Şimdi, görünen o ki hükümet bu işi doğrudan Öcalan’la çözmek istemektedir.

 

Öcalan’ın taraftarları üzerinde büyük etkisi var. 1980’li yıllardan başlayarak zaman içinde Ortadoğu işi bir Öcalan kültü oluşturuldu. Kendisine “Serok” dendi, “Önder”, dendi, hatta “Önderlik” dendi. O PKK bakımından tek karar vericiydi. Suriye’den çıkarıldıktan, hele hele yakalanıp İmralı’ya konduktan sonra bu yüceltme işi daha da çığırından çıktı; kendisine “Ulusal Lider”, “Başımız”, “Güneşimiz” dendi. Tek muhatap gösterildi, “İrademiz” dendi…

Öcalan silahları susturun dedi, susturdular, savaşın dedi, savaştılar.

 

Aynı Öcalan, 1999 yılında yakalandığı zaman “fırsat verilirse hizmete hazırım” da demişti. Mahkemeye çıktığında, “Pişmanım, ne isterseniz onu yapayım,” demişti… Taraftarları bu sözleri duymazdan, anlamazdan geldiler.

 

Öcalan gerçekten de İmralı’da, idamdan sıyırmak için kendisinden istenenleri bir bir yaptı. PKK’nin silahlarını susturdu, güçlerini sınır dışına çekti; PKK’nin adını bıraktı (önce KADEK, sonra Kongra Gel yaptı); programını bıraktı (“Ne bağımsızlık, ne federasyon, ne otonomi; bunlar ilkel şeylerdir; demokratik cumhuriyet en iyisi”) dedi ve üniter devleti savunur oldu. İdeolojisini terk etti, Kemalizmi savunur oldu…

 

Partisi de tıpış tıpış ardından gitti… Tek karar verici oydu, irade oydu, muhatap oydu…

 

PKK 1999’dan itibaren 4-5 yıl süreyle tek kurşun sıkmadı. Ama 2004’te AK Parti hükümetini devirmek için cuntalar harekete geçince, ortalığı karıştırıp darbe ortamı yaratmak için PKK de ihtiyaca uygun olarak hareketlendirildi…

 

Önemli bir nokta daha: Öcalan İmralı’da, son iki yıla gelinceye kadar hep orduyu övdü, AK Parti hükümetini ise eleştirdi, hedef gösterdi. “Ordu çözüm istiyor, ama AKP engel” dedi…

 

Peki son iki yılda neler oldu da Öcalan hükümetle böylesine güzel güzel anlaşır hale geldi?

 

Olan şuydu: Askeri vesayet geriledi. Darbeciler, Ergenekoncular, koca koca orgeneraller Silivri’yi boyladılar. İmralı’da Öcalan’ın çevresindeki Ergenekoncu kuşatma kırıldı. Öcalan güç dengelerinin değiştiğini gördü, partnerini değiştirdi. O, bu işlerde oldukça usta ve gerçekçidir!

Süreç içinde MİT üst yönetimi de askerin etki alanından hükümetin etki alanına geçti.

İşte şimdi hükümet, “tek muhatap ve irade” Öcalan eliyle “sorunu çözmek” istiyor. Öcalan’la tam bir uyum içinde çalıştığı anlaşılıyor…

 

Peki hükümetin sorundan ve çözümden kastı ne?

 

Başbakan Erdoğan bunu açık biçimde söyledi: “Amacımız PKK’ye silah bıraktırmak…”

 

Evet, durum bundan ibarettir!

 

Peki bu çözüm olur mu? Sorun salt PKK’nin silahları mıydı? Bu silahlar susunca Kürt sorunu çözülmüş mü olacak? Bunu da varın siz düşünün…

Ama ben öteden beri silahların susmasından, PKK’nin silah bırakmasından yana oldum. Bu en başta Kürt halkı için hayırlı ve yararlı olacaktır. Eğer Öcalan silahları bırakın derse, bu siyasi hayatında yaptığı en doğru, belki de tek doğru iş olacak… Eğer PKK buna uyarsa bu da PKK’nin yaptığı en doğru, belki de tek doğru iş olacak…

 

Umarım ki silahları bırakma süreci bir kez daha sabote edilmez ve bu kez sonuç verir.

 

Gelelim “barış” denen şeye…

 

PKK’nin silah bırakmasıyla çatışmalar sona erecek. Peki “barış”tan kast edilen bu mu?

Eğer savaş denen şey, çoklarının sandığı gibi Türk devletiyle PKK arasında cereyan eden bir şey idiyse, bu gerçekten de barış olur, PKK ile devletin barışı…

Ama öyle olduğunu sanmıyorum. Görüntüde böyle olsa bile, savaş, özellikle son on yılda devletin iki kanadı arasında idi. Darbeci-militarist kesim AKP hükümetini devirmek için PKK ile savaş oyunu oynadı ve hiç yere o kadar can kurban edildi. Şimdi de hükümet bu oyunu bozmak, istikrarı sağlamak için PKK’ye silah bıraktırmak istiyor.

 

Evet, bunun için de olsa silahların susması, PKK’nin silah bırakması çok iyi olur. Böylece Kürt halkına hiçbir yararı olmayan, aksine siyaseti ve çözüm sürecini bloke eden bu savaş oyunu, yıllardır süregelen bu trajikomik tiyatro sona erer, Kürt siyaseti normalleşir, halkımızın özgürlük mücadelesinin sağlıklı bir kanala yönelmesi mümkün olur.

 

Sonuç olarak PKK’nin silah bırakması tek başına, Kürt halkı bakımından ne çözüm, ne de barıştır; ama çözüm ve barış yönünde önemli bir eşiğin aşılmasıdır.

Çözüm Kürt halkının tüm temel haklarını tanıyarak; devletin böylesi bir eşitlik temelinde yeniden yapılanmasıyla olur. Oysa Türk tarafında ne iktidarın ne muhalefetin bunu yapmak istediğini gösteren bir niyet ve proje yok. Bizim hayale kapılmamız için de bir neden yok.

İki yüz yıldır özgürlük için mücadele eden bir halkın söz konusu temel hakları tanınmadan çözümden ve barıştan söz etmek boş laftır.

 

Not: Bu yazı on gün kadar önce yazılmıştı, ama bazı nedenlerle yayınını geciktirdim. Arada İmralı görüşme notları Milliyet Gazetesi’nde yayınlandı. Bu nedenle yazıda bu konuya değinilmiyor. İki taraf da görüşmelere ilişkin müthiş bir ağzı sıkılık gösterirken görüşme notlarını kimlerin, hangi amaçla deşifre ettiği, bunun yararlı mı, zararlı mı olduğu, süreci nasıl etkileyeceği ayrı bir yazı konusu olabilir.

 

Kemal Burkay’ın Önceki Yazıları 

About Post Author