GÜNCEL

TÜRKÇÜLERİN KÜRDİSTAN TEDİRGİNLİĞİ

Latif EPÖZDEMİR*

Bravo Papa Francis. Bir gezi düzenledin cümle “şoven” ve “ırkçıların” rüyasını kaçırdın. Hele de Meral Akşener ve Meral Danış Beştaş var ya, onlara da gün doğdu. İstemeden de olsa üzerinde Kürdistan haritası olan pulu kaldırarak bilmeyenlere, görmeyenlere Kürdistan haritasını tanıttılar. Aslında bunu Kürd milletine yaptığı bir iyilik olarak görmek lazım. Lakin Meral ve Devlet’in ne kadar kin kokan ‘’anti-Kürd” açıklaması ve tepkisi yükselirse o oranda Kürd ulusal bilinci de tetikleniyor bir bakıma. Bu öfke ve kin sonunda onları hasta edecek. Bu fani dünyaya veda etmeden bir Kürdistan devletini de görselerdi iyi olurdu. Allah nasip eylesin diyelim.

Meclis kürsüsüne çıkıp o sahte liderlik edası ile kin ve nefret söylemlerini marifet sayan cümle Türkçüler, yani Türk solcu ve sağcıların hepsinin gıdasını aldıkları Kürdistan düşmanlığı ve de tutundukları ortak direk Kemalist ideolojileri onları o kadar esir almış ki, Kürdistan sözcüğü kulaklarına çalındığında adeta gözleri dönmekte, kan beyinlerine sıçramaktadır. Ne zaman dünyanın herhangi bir yerinde “Kürd” ya da “Kürdistan” konusu gündeme gelse bunların kimyası bozuluyor. Çünkü Kürdleri hep “tehdit” olarak görmüşler, öyle bir algı ile hayata ve siyasete başlamışlar. Bakmayın siz her seferinde “Kürd kardeşlerim” dediklerine. Onlar da çok iyi biliyor ki Kürdler onların kardeşi değil, aralarında hiçbir biyolojik bağ yok. Biz de zaten samimiyetlerine inanmıyoruz. Lakin kardeşlerinin ne özgür, ne mutlu, ne de eşit olmaları için hiçbir çabaları yok. Kendilerine hak gördükleri hak ve ayrıcalıkların hiçbirini “Kürd” kardeşlerine tanımaya razı değiller. Bu ihtimal bile tedirgin ediyor onları. Bu da onların kardeşlik anlayışı. Belirgin bir hukuka dayanmayan sadece yalandan ibaret olan bir kardeşlik edebiyatı. Bu yapmacık söylemi tükete tükete de bitiremediler. Hepsinin dilinde aynı terane. “Kardeşlik”… Koca bir yalan…

Peki ya şu bizim Beştaş’a ne demeli? Beştaş, bir gazetecinin Ankara’nın tepkisine neden olan ve Papa Franciscus’un ziyareti esnasında sergilenen hatıra pulları hakkındaki soruya şöyle cevap vermiş:

“Onu Barzani vermiş, Barzani’ye sorun bence. Bize sormayın. Sonuçta tarihte bu tip haritalar var. Zaman zaman yansıyor da. Buna dair dediğim gibi bu haritayı Papa’ya veren muhatabına sormak lazım. Bu bizim tartıştığımız bir mesele değil açıkçası.”

Meral Beştaş ve onun HDP’si de bir türlü Türkiyelileşmek istedikleri konusunda Türk siyasetini ikna edemediler. Bu da onlara dert oldu. Lakin onlar ne kadar yırtınıp dövünseler de Türk siyaseti onları “kendinden” kabul etmiyor. Neden? Çünkü HDP oy aldığı Kürd milletine faydalı olamadı onlara (Türklere) nasıl faydalı olacak ki? Türk siyasetinin hafızası bu durumu iyi biliyor. DP’liler Cemilê Çeto ve Mustafa Kemal meselesini de unutmuş gibiler. Pul konusunda tepkide Türkçülerden geri kalır yanları yok.

Bir başka Kürd düşmanı CHP’nin “solçi” (solcu değil solçi) milletvekili Mustafa Balbay ise kervandan geri kalmıyor. Katıldığı bir TV programında o da cümle ırkçılar ve Türkçüler kervanından geri kalmıyor. Boşaltıyor kinini: “Bölücü Barzani’nin yayınlattığı harita hele de Papa üzerinden verdiği mesaj tehdittir. Bu minvalde Meral Danış Beştaş’ın Türkiye yanlısı konumu değerlidir…” Bu sözleri HDP’nin postunda olan ve kendi kısır ideolojilerinin tutsağı olmuş olan Kürd düşmanları bu tutumları ile nasıl olur da Kürdlerin yüzüne bakabiliyorlar? Ya da nasıl olur da bir takım Kürdler hala bu Kürd düşmanları ile saf tutup siyaset yapabiliyor ya da onlara oy verebiliyorlar, doğrusu sosyal psikolojinin araştırma konusu olabilecek bir konudur bu. Bunların çoğunun aidiyetlerinin bozulduğuna ve yönlerini şaşırmış olduklarına kuşku yok.

Kürd karşıtı nizamın diğer ayağı İran da tedirginliğini dile getiriyor. İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Said Hatibzade, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, pullardan birinde “Kürdistan haritasının” resmedilmesinin “uluslararası hukuka aykırı” olduğunu söyledi.
Hatibzade, “İran, Irak hükümetine bu konu hakkındaki itirazlarını ileterek, bu dostça olmayan eylemin derhal düzeltilmesi için çağrıda bulunmuştur” dedi.
Peki bu Kürd düşmanlarını bu denli öfkelendiren şu harita meselesi yani Kürdistan haritası meselesi nedir.

Hemen en baştan başlayarak söylemeliyim ki Kürdistan diye bir ülke var. Kürd diye bilinen “kardeşlerin” bağlı olduğu toprağın adı Kürdistan ve “Kürdçe” dilinin ait olduğu kara parçasının adıdır Kürdistan. Bugünkü parçalı durumundan önce bu ülke önce 1639 yılında Osmanlılar ve İranlılar arasında Kasr-ı Şirin’de yapılan bir antlaşma ile kuzeyden güneye ikiye bölündü. Üç yüz yıl sonra da Sykes Picot ve Lozan Antlaşmaları sonucunda geriye kalan kısım da Kürdlerin rızası olmadan üçe bölünerek, Irak, Suriye ve Türkiye devletine servis edildi. Kürdistan, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içindeydi. İki paylaşım savaşından sonra dünya emperyal güçleri tarafından yeniden paylaşılınca olmayan bir Suriye ve Irak devleti oluşturulup her birine de Kürdistan’ın bir parçası hediye edildi. Osmanlı yıkıldıktan sonra da en büyük parça olan Kuzey parçası da Türkiye’de kaldı.

İşte o Türkçüleri tedirgin eden harita yüzlerce yıl önce Avrupalı gezginler ve coğrafyacılar tarafından çizilmiş bütün halindeki Kürdistan’ı göstermektedir. Bu haritayı çizen Barzani değil, Papa de değil. Bu harita emperyal güçlerin bölüp üç devlete servis etmeden yüzlerce yıl önceki Kürdistan ülkesinin bütünlüklü haritasıdır. Peki, bu Türkçülerin “ecdadımız” deyip gurur duyduğu, sahiplendiği, Türk diye tanıtarak övündüğü gezgin ve coğrafyacılar ne diyor? Onlar da mı “inkârcı”.

Türkçüleri bağlayan üç kişinin görüşlerini hatırlatalım.

Önce “Divanü Lügatü Türk” adlı eserin sahibi Kaşgarlı Mahmud ne demiş bir bakalım:
1074’te Kaşgarlı Mahmut tarafından çizilen dünya haritasında “Kürdistan haritası var. “Erdu’l-Ekrad” denilen yerin adı Kürd toprağı yani Kürdistan’dır.”

Şemseddin Sami’nin yazdığı ve ilk Türkçe ansiklopedi olarak kabul edilen Kamusu’l-A’lam (1889-1898)’a göre Kürdistan haritası şöyle tarif edilmiştir:

“Kürdistan, Urmiye ve Van göllerinin kıyılarından Kerhe (Kerxe) ve Diyale ırmaklarının kaynaklarına ve Dicle’nin akış yatağına dek uzayıp, kuzeybatıya doğru sınırları Dicle’nin akış yatağını izleyerek, Fırat’ı oluşturan Karasu yatağına ve oradan kuzeye doğru, Aras havzasını Fırat ve Dicle havzasından ayıran su ayırımı çizgisine kadar ulaşır.

Bu itibarla, Osmanlı İmparatorluğu’nda, Musul vilayetinin büyük bölümü, yani Dicle’nin solunda bulunan yerleri ve Van ve Bitlis vilayetleriyle Diyarbekir ve Ma‘mûretü’l-Azîz Vilayetlerinin birer parçası ve Dersim sancağı Kürdistan’dan sayılır. İran’da da Kürdistan adıyla bilinen eyaletle Azerbaycan eyaletinin yarısı, yani güneybatı bölümü, Kürdistan’dır. Böylece Kürdistan, kuzeydoğu yönünden Azerbaycan, doğudan Irak-ı Acemi (Acem Irakı), güneyden Loristan ve Irak-ı Arabî (Arap Irakı), güneybatı yönünden Mezopotamya, kuzeybatı yönünden de Anatoli ile sınırlıdır.”

Evliya Çelebiye göre Kürdistan neresidir?

‘‘Evliyâ Çelebi, XVII. Yüzyılda Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarını dolaşmıştır. Evliya Çelebi bir Türk seyyahtır. Seyahatlerinde gördüklerini ve duyduklarını akıcı bir dille ve tarafsız olarak anlatmıştır. Seyyahımız Asya kıtasının kadim bir milleti olan Kürdlerin yaşadığı coğrafyayı da baştanbaşa gezmiş, gözlem ve değerlendirmelerini seyahatnamesine almıştır. Osmanlı ülkesindeki Kürd coğrafyasını diğer Müslüman seyyahlar gibi Kürdistan diye isimlendiren Çelebi, bu ülkenin hemen her vilayetini gezmiştir. Diyarbekir, Bitlis, Van, Malatya, Elazığ, Urfa, Mardin, Erbil, Sincar, İdadiye ve Hakkâri gibi Kürd illerini dolaştığını, bir ifadesinde yedi yıl diğer bir yerde de bu seyahatin on bir yıl olduğunu belirtir. Osmanlıdaki Kürdlerin yaşadığı topraklar için bazen “Kürdistan”, bazen de “Diyar-ı Kürdistan” tabirini kullanan Evliyâ Çelebi, Mısır, Suriye gibi coğrafyalarda kurulmuş olan Eyyûbîler için de “Ekradiyyun Devleti” ifadesini kullanır. Kürdistan’ın bir kasaba ya da vilayetinden bahsettiği zaman da “Vilayet-i Kürdistan ya da kasaba-i Kürdistan.” (Mustafa Akbaş, Artuklu Akademi, Evliya Çelebi’nin Gözüyle Kürdler ve Kürdistan)

Bir kez daha Meral kardeşlere hatırlatalım ki Kürdistan Ortadoğu’da bir kara parçasının adıdır. Kürdistan Türklerin “doğu ve güneydoğu” dedikleri Kürdlere göre ülkelerinin Kuzeyi olan bölge, Suriye’nin “Kuzey” dediği ve Kürdlerin ülkesinin Batısı olan yer ile Irak’ın Kuzey dediği ama Kürdlerin ülkelerinin Güney parçası ile İran’ın doğusundaki Kürd ülkesinin Doğu parçasının bölüşülmeden önceki genel adı, yani parçalanmadan önce birleşik olan adı Kürdistan’dır ve coğrafyada sınırları ve lokasyonu belirtilmiştir. Kim inkar ederse etsin tarihin coğrafyadaki kayıtları bu gerçeği tüm çıplaklığı ile ortaya sermektedir.

Türkçü şürekâya duyuralım ki, Kürdistan ülkesi hayali değil tarihsel bir gerçektir. Bu bizim iddiamız değil, tarih ve coğrafya biliminin tespitidir. Bu toprağın esas sahibi Kürdlerdir. Dilleri Kürdçedir. Kürdistan ülkesi binlerce yıllık bir tarihsel ve kültürel miras barındırmaktadır. Bu toprağa bağlı dil Kürd dilidir. Bu dilin toprak ile ilişkisi bir tarihsel ahenk oluşturmaktadır. Bu ülke yüzyıllar önce bir bütündü. Sınırları o dönemlerde coğrafyacılar tarafından belirtilmiştir ve o sınırlar haritalara dökülmüştür. Yani Papaya verilen pulun üzerindeki harita bir tarihsel ve bilimsel gerçekliktir. Tarih bilimine ve coğrafya bilgilerine inanan her insan bu olguyu kabul etmek durumundadır. Kabul etmeyen ya da bu gerçekliği reddedenler bilimsel bilgiden nasip almamış olan zavallı beyinlerdir. Bilgi üretim ve derlemeleri esaret altındadır, algıları icazete bağlanmıştır ve kafaları kiralıktır. Zihinleri ipotek altındadır.

Bu nedenle her zaman yazıp söylerim. Türk siyaseti Kürd sorunu yüzünden açmazda. Kriz geçirmekte ve bunalıma düşmektedir. Eski tarz siyasetinde ısrar eden bu “siyaset fukaralarını” bu esaretten kurtaracak cesur bir siyaset anlayışına gerek vardır. Bir devlet büyüğü çıksa ve ‘’Kürdistan vardır, Kürdlerin de hakları verilmelidir” derse bu siyasetçilerin ufku ve nutku açılacak, icazetli siyasetleri sona erecek, bunalımdan kurtulacaklar da nerede o cesur şahıs. Gerçi Sayın Recep Tayyip Erdoğan sanırım 2003’te “Kanal D” televizyonuna konuk olduğu sırada bu konuda cesur bir söylemde bulunmuştu. ‘’Osmanlıda Lazistan ve Kürdistan vardı. Madem biz Osmanlıya ecdadımız diyoruz bu kavramlardan korkmamalıyız’’ demişti ama arkasında durup gereği için adım atmadı.

Meral Akşener ve Meral Danış Beştaş şu sıralar “kanka” olmak istiyorlar. Belki muhabbetlerinin artması için bir katkımız olur. Çünkü Türkiye’de Kürd ve Kürdistan karşıtlığı bütün siyasi uçları yakınlaştırabilecek en sihirli ortaklığın adıdır. 12.03.2021

*Hak ve Özgürlükler Partisi Genel Başkanı

About Post Author