Çok uluslu, çok dinli, farklı kültürlerin bir arada yaşadığı bir imparatorluk olan Osmanlı Devleti’nin bakiyesi üzerinde; tek millet –tek dil –tek din-tek mezhep paradigması ile “üniter “bir yapı olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli sorunu, dün de bugün de Kürt Sorunudur.
Osmanlı Devleti’nin 1800’lü yıllarda başlattığı merkezileşme çabaları 1071 yılından bu yana, neredeyse 600 yıldır fiilen sürdürülen Osmanlı-Kürdistan ilişkilerini/ittifakını bozmuş, Kürdistan’da yerel-özerk beylikler ortadan kaldırılmış ve ardı arkası kesilmeyen isyanlara neden olunmuştur.
1.Dünya Savaşı’nda yenilen ve emperyalist devletlerce işgal edilen Osmanlı coğrafyası dağıldığında, yeniden Türk-Kürt ittifakı gündemleşmiş; Lozan Antlaşması’na kadar her vesileyle Kürtlerin haklarının teslim edileceği vaad edilmiş, nihayet 1920 Anayasası’nın11.maddesinde de “özerkliğe “ kapı aralanmıştır.
Fakat Lozan antlaşması ile kendisini garantileyen Kemalist rejim, derhal politikasını değiştirmiş, Kürtlerin değil haklarını vermek, özerkliği benimsemek, tam tersine eşi görülmemiş bir red, inkâr ve imha politikasını gündemleştirmiştir.
Kürt, Kürdistan demek bile ağır suç haline getirilmiş, Kürt dili ve kültürü dâhil, Kürde dair her şey yasaklanmıştır.
1924 Anayasası ile Türklüğe dayalı “üniter” tekçi, aşırı merkeziyetçi bir toplumun inşasına girişilmiştir.
Kürtlerin hak ve özgürlükleri, kendi ülkelerinde kendilerini yönetme hakları gasp edilmiş, buna karşı gelişen her itiraz, direniş, isyan, başkaldırı, soykırıma varan bir ağırlıkta kanla bastırılmıştır.
Son yıllara kadar ağır asimilasyon politikalarına ek olarak, Kürdistan hep sıkıyönetimler, olağanüstü hal yasalarıyla yönetilmeye çalışılmış, İstiklal Mahkemeleri, Şark Islahat Planları, Mecburi İskân Kanunları, köy boşaltmaları ile Kürtler kitleler halinde batı illerine sürülmüş, para- militer yapılanmalar, faili meçhul cinayetler eşliğinde bölge, sürekli bir savaş hali içinde tutulmuştur.
Kürt sorununun özü bu inkarcı ve baskıcı politikalardır.
Kürt sorunu bugüne geçmişten miras kalan ve adil bir çözüm bulunamadığı için sürüp gelen, giderek ağırlaşan, topluma büyük bedellere mal olan bir sorundur.
Kürt sorununda izlenen şiddet politikaları toplumda şovenizmi ve militarizmi güçlendirdi.
Demokrasinin gelişememesinin ve sıkça askeri darbelerle kesintiye uğramasının altında bu çözümsüzlük ve şiddet politikaları vardır.
Öte yandan, silaha ve şiddet politikalarının sürdürülmesine ayrılan devasa maddi kaynaklar, iç barışın olmaması, ekonominin de sağlıklı gelişimini frenledi.
Sürekli tırmandırılan Kürt düşmanlığı ve baskı politikaları toplumlararası öfkenin birikmesine yol açtı. Bu gün toplumsal barış ciddi bir biçimde tehdit altındadır.
Ortadoğu’da sorunlarını barışçıl yollarla, demokratik ve adil yöntemlerle çözemeyen toplumların içine sürüklendiği dramatik süreçler bizim için de geçerlidir.
Bu nedenle HAK-PAR Federal yapılanmayı önermektedir.
50 bin canın kaybına, bölgenin alt üst olmasına, milyonlarca insanımızın göçüne ve büyük maddi kayba yol açan, demokratikleşme ve gelişme yarışında geri kalmaya, komşu ülkelerle sürekli olarak gerilim içinde olmaya, dünya kamuoyu nezdinde de ciddi itibar kaybına neden olan son 30 yıllık bir çatışma döneminin sonlandırılması, makul, adil bir çözümün bulunması için de henüz dişe dokunur bir gelişme sağlanamamıştır.
Gelinen aşamada Devleti yönetenler de artık bu yanlış politikanın sorunu çözmeye yetmediğini görüyorlar. Baskı ve şiddet yöntemleriyle sonuç alınamayacağı anlayışı güçleniyor ve barışçı bir çözüme yönelik arayışlar toplumda büyük destek görüyor.
Son iki yılda “çözüm ve barış süreci” adıyla başlatılan süreç, geniş toplumsal kesimler tarafından desteklense de sonuca ulaştırılamadı.
2 yıllık çatışmasızlık ortamının yarattığı umut çabucak bozuldu. 7 Haziran seçimleri öncesi başlayan gerilim ve provokasyonlar, seçimlerden sonra tırmanan şiddet olaylarıyla nihayet süreci sekteye uğrattı ve yeniden çatışma ortamına sürüklenildi.
Bu gün “buzdolabına” kaldırılan “Çözüm Süreci” ile Kürt sorununun çözümü değil, PKK’ya silah bıraktırmak amaçlanıyor.
Biz HAK-PAR olarak öteden beri, silahların susmasını, şiddetin toplum hayıtından çıkarılmasını, Kürt sorununun barışçı yöntemlerle çözümünü istedik.
Bize göre bu mümkündür. Bu nedenle söz konusu süreci destekliyoruz.
PKK silah bırakmalı ve devlet de hem siyasetin yolunu açmalı, hem de Kürt sorununun çözümü yönünde güven verici adımlar atmalı.
Bize göre PKK’nin silah bırakması ve şiddetin sona ermesi kendi başına bile önemli bir adım olacaktır. Böylece sorunun barışçı çözümünün ve demokratikleşmenin önündeki önemli bir engel ortadan kalkacaktır. Bunun için devlet de üstüne düşeni yapmalı.
Bir afla dağdakilerin inmesine, hapisteki siyasal tutukluların çıkmasına, yurt dışındakilerin dönmesine ve tüm bunların siyasal ve toplumsal hayata katılabilmesine olanak sağlanmalı;
Şiddeti yöntem olarak dışlayan tüm partilerin kendi adları ve programlarıyla serbestçe çalışabilmesinin yolu açılmalı;
Yüzde 10 barajı kaldırılmalı;
Koruculuk sistemi kaldırılmalı, korucular silahsızlandırılmalı ve başta tarımcılık ve çevre koruması olmak üzere çeşitli sektörlerde korucular istihdam olanağı sağlanmalı;
Suriye sınırı boyundaki mayınlı alan temizlenip tarıma açılmalı ve topraksız köylülere dağıtılmalı. Son 30 yıllık savaş boyunca mayınlarla kirlenmiş diğer topraklar da temizlenmeli.
Öte yandan, salt PKK’nin silah bırakmasıyla ve siyasetin demokratikleşmesi yönündeki bazı adımlarla bu tarihi ve toplumsal sorun çözülmüş olmaz.
Sorunun çözümü, asıl olarak da Kürt halkının gasp edilen temel haklarının sağlanmasıyla mümkündür.
Dünyanın başka yerlerinde benzer boyuttaki ulusal ve etnik sorunlar nasıl çözülmüşse öyle yapılmalıdır.
Son yıllarda Kürt gerçeğinin kabulü yönünde bazı adımlar atıldı.
Yine Kürt sorununun serbestçe tartışılması, Kürtçe kitap ve dergilerin, Kürtçe müzik eserlerinin serbestleşmesi, TRT-Şeş’in (şimdi TRT-Kurdi) Kürtçe yayın yapması, bazı üniversitelerde Kürt dili ve edebiyatı bölümlerinin açılması gibi olumlu gelişmeler oldu. Ancak bunlar sorunun çözümüne yetmiyor.
Köklü ve kalıcı çözüm için daha kapsamlı, cesur adımların atılması gerekiyor.
Çözüm elbette adil olmalıdır, bu da eşitlik temelinde yeni bir yapılanmayla mümkündür.
Bunun için Kürtleri yok sayan, ülkeyi tek renge boyamak isteyen anlayış ve bu anlayışa uygun tekçi sistem terk edilmeli, federal bir sistem benimsenmelidir.
Dil ve inanç bakımından birden fazla halkın, etnik grubun yaşadığı, yani toplumsal yapının çok renkli olduğu bütün uygar ülkelerde federal sistem geçerlidir.
Federasyon, barış içinde bir arada yaşamanın biçimidir.
Bu nedenle biz HAK-PAR olarak federasyonu savunuyoruz ve bu ülkede böylesine eşitlikçi adil bir çözümü savunan tek partiyiz. Türkiye yeni anayasa ile ademi merkeziyetçi, federal bir sistemi benimsemeli.
Kürtçe Türkçenin yanı sıra resmi dil olmalı; ilkokuldan üniversiteye kadar okullarda okutulmalı ve kamu alanında serbestçe kullanılmalıdır.
Anadilde eğitim hakkı aynı zamanda Arap, Laz, Çerkez gibi, ülkemizde yer yer yoğun topluluklar halinde yaşayan diğer etnik grupların dil ve kültür özgürlüğü için de gereklidir.
Kürtlerin yok sayan anlayış sona erdikten sonra, son dönemde siyaset adamları Kürtlerle Türklerin kardeş olduğunu sık sık dile getirmektedirler. Ne var ki, bu kardeşlik edebiyatının sorunu çözmeye yetmeyeceği açıktır.
Gerçek kardeşlik, özgürlük, eşitlik ve karşılıklı saygı temelinde olmalıdır. Kardeşlik hukukunda eşitlik ve adalet vardır.
Bu nedenle Türk kardeşin neyi varsa Kürt kardeşin de; ne eksik ne fazla, aynısı olmalıdır. Biz HAK-PAR olarak işte böylesine bir kardeşliği savunuyoruz.
Kürt sorununun böylesine adil ve eşitlikçi bir temelde çözümünü isteyen, özgürlük ve barış isteyen yurttaşlardan oy istiyoruz.