GÜNCEL

ANAYASA MAHKEMESİ KARARI

” Anayasa Mahkemesi’nin Partimiz Hakkındaki Kapatma Davasında Verdiği Gerekçeli Karar”

Bilindiği gibi, Anayasa Mahkemesi, 29.01.2008 tarihinde, Cumhuriyet Başsavcılığının 14.03.2002 tarihinde partimiz aleyhine açtığı kapatma davasını, nitelikli çoğunluğa ulaşılmadığı için, RED etmişti. Aşağıda Anayasa Mahkemesinin gerekçeli kararını sunuyoruz.

 

ANAYASA MAHKEMESİ KARARI

Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:

Esas Sayısı     : 2002/1 (Siyasî Parti Kapatma)

Karar Sayısı : 2008/1

Karar Günü   : 29.1.2008

DAVACI : Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
DAVALI : Hak ve Özgürlükler Partisi

DAVANIN KONUSU: Tüzük ve Programında yer alan bazı bölümlerin Anayasa’nın Başlangıç’ı ve 2., 3., 14., 68. maddeleriyle 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 78. maddesinin (a) ve (b) bentlerine, 80. maddesine, 81. maddesinin (a) ve (b) bentlerine aykırılığı savıyla Hak ve Özgürlükler Partisi’nin (HAK-PAR) Anayasa’nın 69. maddesinin beşinci fıkrasıyla 2820 sayılı Kanun’un l00. ve 101. maddesinin (a) bentleri uyarınca kapatılmasına karar verilmesi istemidir.

I- DAVA
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kapatılma istemli kamu davasına ilişkin 14.3.2002 günlü ve SP 115 Hz.2002/3 sayılı İddianamesinde şöyle denilmektedir:
“II- DAVA KONUSU PARTİ TÜZÜK VE PROGRAMI
Hak ve Özgürlükler Partisi’nin tüzük ve programının dava ile ilgili bölümleri şöyledir:

A- Tüzük

Madde 3: PARTİNİN AMACI

Dünya birçok evrelerden geçerek; idari, siyasi, toplumsal ve kültürel olarak yeniden çoğulcu demokratik toplum projesinin normları içinde yapılanıyor, değişiyor. Etnik, ulusal, kültürel ve toplumsal topluluklar, çoğulcu bir idari sistem içinde; kendilerini yönetme hakkı dahil, tüm hak ve özgürlüklere kavuşuyor.

Dünyadaki toplumsal gelişmeler, bilim ve kültürdeki hızlı evrenselleşme; ulusal devlet modelini ve buna bağlı sistemleri, toplumsal gelişmelerin ve dünyanın bütünleşmesi önünde ayak bağı haline getirmektedir. Gelişmiş, çoğulcu demokrasiyi sistemleştiren ülkeler, yaşadıkları sorunları çözmede hızlı adımlar atmak için kendi aralarında ulus-üstü birlikler yoluna giderek çok uluslu, çok dilli, çok kültürlü yapılanmalar oluşturmaktadır. Türkiye’nin aday üye olduğu Avrupa Birliği, bu konuda en gelişkin model görünümündedir.
Dünyanın önemli bölgelerinden birinde bulunan TÜRKİYE, dünyayla bütünleşmek ve Avrupa Birliği’ne (AB’ye) üye olmak istediği halde; çoğulcu demokratik bir devlet yapısını oluşturmamak; toplumsal çoğulculuğu dışlamak için tekçi, otoriter devlet yapısında ısrar ediyor. Bu konuda imzaladığı ilgili uluslar arası sözleşmeleri hiçe sayıyor.

Bu yapısından dolayı, Türkiye, temel sorunu olan Kürt sorununu çözemiyor çoğulcu demokrasiyi yapılandıramıyor; toplumsal, siyasal ve ekonomik sorunları krizlere sokuyor.

Partimiz, Türkiye’yi idari, siyasi, toplumsal ve ekonomik olarak; evrensel demokratik hukukun, dünyanın ve AB ülkelerinin çoğulcu siyasi sistem normları içinde adem-i merkeziyetçi tarzda yeniden yapılandıracak; Kürt sorununu hak eşitliği temelinde toplumsal uzlaşma ile çözecek.”

B- Program

TÜRKİYE DEĞİŞMEK ZORUNDA

Tüm dünyada bu değişim ve dönüşümler yaşanırken, Türkiye çağdaş olmayan bir çizgide kalmakta ısrar ediyor; kitlelerin Özgürlük ve demokrasi taleplerini şiddetle cezalandırıyor.

Türkiye, tüm iddialarına karşın demokrasi yarışında yol alamamış, söylemde demokrat özde totaliter tutumlar yüzünden inandırıcılığını yitirmiş, batılı devletler nezdinde güvenilmez bir konuma düşmüştür.

Türkiye’yi yönetenler, insan haklarına saygı; çoğulcu demokrasi ve hukukun üstünlüğü olmadan; ekonomik kalkınma ve toplumsal barışın sağlanamayacağını, bir ayağın mutlaka eksik kalacağını artık görmelidirler. Kürt sorunu başta olmak üzere, sorunlar inkar ve bastırma yoluyla çözmeyi hedefleyen politikaların, çözüm getirmediği, aksine sorunları ağırlaştırdığı ortaya çıkmıştır. Bu politikalar yüzünden toplum militarizmin etkisine girmiş; hukukun üstünlüğünü, insan hakları, temel hak ve özgürlüklerin kullanımı vb. çağdaş değerler konusunda, Türkiye uygar dünyanın gerisinde kalmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti devleti, taraf olduğu uluslar arası sözleşmeleri iç hukukuna yansıtmadığı, otoriter devlet anlayışının sonucu olan yasa ve yönetmelikleri değiştirmediği; etnik, dinsel ve toplumsal farklılıklara karşı hoşgörülü ve bölgeler arası dengesizliği gidermede gönüllü davranmadığı için uygar dünyadan her gün biraz daha uzaklaşıyor.

Bugün Kürtlerin haklarını tanımamak uğruna toplumu çağdışı bir geriliğe mahkum eden; düşünce ve ifade özgürlüğüne olanak tanımayan; sorunları diyalog ve uzlaşma yerine, toplumsal gerilim ve çatışma yöntemiyle çözmeye çalışan çağdışı bir anlayış devlette egemen olmuştur.
Hak ve Özgürlükler Partisi, bu anlayışa karşı çıkan toplum kesimlerinin Türkiye’yi yeniden yapılandırma istek ve ihtiyaçlarının bir ürünüdür; Kürt sorunu çözülmeden Türkiye’de hiçbir sorunun çözülemeyeceği inancındadır. Bu nedenle programının merkezinde Kürt sorununun toplumsal uzlaşma yoluyla adil, eşitlikçi ve demokratik bir çözüm kavuşturulması hedefini koymuştur; Türkiye hükümetlerinin, Kıbrıs, Bulgaristan, Yunanistan, Kosova ve benzeri ülkelerde bulunan azınlıklar/topluluklar için savunduğu tezleri, Türkiye’de yaşayan Kürtler için de istemesi durumunda, sorunun çözüm yoluna gireceği inancındadır.


Burada asıl sorun çoğulcu demokratik devleti yapılandırma ve çağdaş çoğulcu demokratik idari sistemleri kabul edip etmeme sorundur.
Hak ve Özgürlükler Partisi, değişik toplum kesimlerine mensup farklı görüş ve düşüncedeki aydın ve politikacıların, Kürt sorununu adil ve kalıcı bir çözüme ulaştırmak; demokratik hak ve toplumsal özgürlükleri anayasa ve yasaların güvencesi altına almak amacıyla, siyasal ve toplumsal sistemi yeniden yapılandırmak için kurulan bir partidir; Kürt sorununun barışçıl, demokratik ve eşitlikçi bir yaklaşımla diyalog ve toplumsal uzlaşma yoluyla çözümünden yanadır. Bunun gerçekleşmesi için devleti çoğulculuğa uygun tarzda yeniden yapılandıracaktır. Partimiz bunu gerçekleştirmek için mücadele edecektir.

YENİDEN YAPILANDIRMA

Yeni bir Toplumsal Sözleşme

Türkiye için uluslararası hukuk normlarına uygun; çoğulcu, katılımcı, insan haklarını ve hukukun üstünlüğünü esas alan demokratik bir anayasayı gerekli görüyoruz. Öngördüğümüz anayasa, evrensel hukuk ilkelerine uygun olacak; toplumsal ve kültürel çoğulculuk esasları üzerende bireysel, grupsal hak ve özgürlükleri teminat altına alacaktır.

Böyle bir anayasa, en geniş toplum kesimlerini katılım ve tartışması sonucunda gerçekleştirecek devletin ve toplumun çok kültürlüğüne, çok dilliliğe, çok sınırlılığa ve çok dinliliğe göre yeniden yapılandırılarak demokratikleştirilmesi; sivil toplum ve bireyin öne çıkarılması için çalışacak. Vatandaşını tebaa gibi gören bir devleti değil, vatandaşına hizmet götüren, bir devlet yapılanması sağlanacak.
Ademi merkeziyetçi bir anlayışın yerel yönetimler eliyle hayata geçirilmesini, hem toplumun hem devletin demokratikleşmesi için gerekli görüyoruz. Yerel yönetimleri düzenlerken katılımcılık ve çoğulculuğun evrensel ilkeleri esas alınacak. Yerel yönetimler özerk yapıya kavuşturulacak.


Seçilmiş yöneticilerin halkın oyu veya yargı kararı dışında görevden alınmasını önleyen yasal düzenlemeler getirilecek.
Devletin merkeziyetçi otoriter yapısına son verilecek. Yerel yönetim yasaları yeniden düzenlenerek, dışişleri ve savunma dışındaki tüm hizmetleri bölge meclislerin yasal düzenlemeleriyle, özerk yerel yönetimlere terk edilecek.
Belediye ve İl Genel Meclisleri toplumsal çoğulculuğa ve renkliliğe uygun aktif temsil kurumları haline getirilecek.
Eğitim, sağlık, iç güvenlik ve yerel vergi gibi konular özerk yerel yönetimlere terk edilecek.
Belediye ve İl genel Meclisleri temsilcilerinden Yerel Bölge Meclisleri oluşturulacak.
Valiler, Kaymakamlar, emniyet müdürleri seçimle saptanacaklar.

Eğitim ve Kültür 
Türkiye’de eğitim politikası çok kültürlülük esasına aykırı, ırkçı ve şovendir. Partimiz, eğitimi bu öğelerden arındıracak; hem diller ve kültürler hem de bireyler arasında fırsat eşitliğini sağlayacaktır.
Partimiz yüzyılların ihmaline uğramış olan Türkiye toplumunun eğitim düzeyini yükseltmek için öncelikler Kürtlerden başlayarak bir eğitim seferberliğinin başlatılmasını zorunlu görüyor.

Partimiz, eğitim konusunu planlarken, evrensel hukuk ilkelerini ve Türkiye’nin taraf olduğu antlaşmaları temel alacak, Türkiye’nin çoğulcu ve çok dilli yapısına göre eğitim hakkının sağlanması için gereken yasal ve idari düzenlemeleri yapacaktır.”

III- KONUYLA İLGİLİ YASAL DÜZENLEMELER

Davalı siyasi Parti’nin, kapatılma nedeni olarak iddianamede dayanılan ve ilgili görülen Anayasa ve Siyasi Partiler Yasası kuralları şunlardır:
A- Anayasa Kuralları

Siyasi Partilerin kapatılmalarıyla ilgili düzenlemelerin kaynağı, Devletin temel öğelerini belirleyerek bunları güvenceye bağlayan ve toplumsal uzlaşmanın temelini oluşturan Anayasa’nın aşağıdaki maddelerinde yer alan kurallardır:

Madde 1- “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.”
Madde 2- “Türkiye Cumhuriyeti toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”
Madde 3- “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçe’dir.
Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.
Milli Marşı “İstiklal Marşı”dır.
Başkenti Ankara’dır.”
Madde 4- “Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.”
Görüldüğü üzere Anayasa koyucu, bu kurallarla ulusal birliğimizin değişmezliğiyle ülke bütünlüğünü ve devletin tekil yapısını ortaya koymuştur. Burada öncelikli olanlar ülke-ulus bütünlüğüyle Atatürk milliyetçiliğidir.
Vatana ve ulusa bağlılığın, sevgi ve kardeşliğin, içte ve dışta barışın simgesi sayılan, tüm bireyleri eşitlik ve adaletle kavrayıp çağdaş evrensel değerlerle birleşen ve bu ilkeler, yaşamın her alanda çağdaşlaşmasının ve demokratikleşmesinin kaynağı ve dayanağıdır.
Siyasi partilerin tüzük ve programları yönünden Anayasa’ya aykırılık, yalnızca Anayasa’da sayılan parti yasaklarına ilişkin hükümlerle sınırlıdır.
Madde 68-
Siyasi partilerin tüzük ve programları (…) Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez. …”
Madde 69-
Siyasi partilerin kapatılması, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın açacağı dava üzerine Anayasa Mahkemesi’nce kesin olarak karara bağlanır.
Bir siyasi partinin tüzüğü ve programının 68 inci maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı bulunması halinde temelli kapatma kararı verilir.”
B- Siyasi Partiler Yasası Kuralları 
Anayasamın buyurucu kuralı uyarınca çıkarılan, 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası’ndaki dava konusu ile ilgili,
Madde 78- “Siyasi Partiler: 
a) Türkiye Devletinin Cumhuriyet olan şeklini; Anayasanın Başlangıç Kısmımda ve 2.maddesinde belirtilen esaslarını; Anayasanın 3.maddesinde açıklanan Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, diline, bayrağına, milli marşına ve başkentine dair hükümlerini; egemenliğin kayıtsız şartsız Türk milletine ait olduğu ve bunun ancak Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organları eliyle kullanabileceği esasını; Türk milletine ait olan egemenliğin kullanılmasının belli bir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılmayacağı veya hiçbir kimse veya organın, kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamayacağı hükmünü, seçimler ve halk oylamalarının serbest, eşit, gizli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre, yargı yönetim ve denetimi altında yapılması esasını değiştirmek;
Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, dil, ırk, renk, din ve mezhep ayrımı yaratmak veya sair herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzeni kurmak;
Amacını güdemezler veya bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar, başkanlarını bu yolda tahrik ve teşvik edemezler.
b) Bölge, ırk, belli kişi aile, zümre veya cemaat, din, mezhep veya tarikat esaslarına dayanamaz veya adlarını kullanamazlar.”
Madde 80- “Siyasi partiler, Türkiye Cumhuriyetinin dayandığı Devletin tekliği ilkesini değiştirmek amacını güdemezler ve bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar.”
Madde 81- “Siyasi Partiler: 
a) Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde milli veya dini kültür veya mezhep veya ırk veya dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri süremezler. 
b) Türk dilinden ve kültüründen başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek veya yaymak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklar yaratarak millet bütünlüğünün bozulması amacını güdemezler ve bu yolda faaliyette bulunamazlar.” hükümleri yer almaktadır. 
Yüksek Mahkemenizin siyasi parti kapatılmasıyla ilgili 16.6.1994 (Esas 1993/3, Karar 1994/2) ve 14.2.1997 (Esas 1996/1, Karar 1997/1) günlü kararlarında da belirtildiği gibi;
2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası’nın bu kurallarında, devletin tekliği ile ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünden söz edilmektedir. Bu maddeler, Anayasa’da yazılı soyut “Bölünmez bütünlük” ve “tekil devlet” kavramlarını açıklayarak somutlaştırmaktadır. Eş anlatımla, Siyasi Partiler Yasası, devletin tekliği, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü korumak amacıyla, ayrılıkçı akımların bir parti durumunda Örgütlenmesini yasaklamakta ve yine siyasi partilerin federal bir sistemi savunamayacaklarını azınlık yaratamayacaklarını (özendirip kışkırtmayacaklarını), bölgecilik, ırkçılık yapamayacaklarını ve eşitlik ilkesini korumak zorunda olduklarını vurgulamaktadır. Böylece anayasal ilkeler Siyasi Partiler Yasası’yla yaşama geçirilip yaptırımlara bağlanmıştır.
Madde 100- “Bir siyasi partinin, bu Kanununun dördüncü kısmında yer alan hükümleri ihlal etmesi sebebiyle Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından partinin kapatılması davasının açılması:
a) Resen, 
b) Bakanlar Kurulu kararı üzerine Adalet Bakanının istemiyle, 
c) Bir siyasi partinin istemi üzerine Olur…” 
Bu maddede, siyasi partilerle ilgili yasaklara aykırılık halinde, ne şekilde kapatma davası açılacağı düzenlenmektedir. Ayrıca, Siyasi Partiler Yasası’nın dördüncü kısmında yer  alan  78,   80,  ve   81.madde  hükümlerine   aykırılık durumunda, Cumhuriyet Başsavcılığınca   partinin kapatılması istemiyle başka bir koşula bağlı olmadan resen dava açılabileceği açıkça belirtilmektedir.
Madde 101- (Değişik: 12.8.1999-4445/16 md.) “Anayasa Mahkemesince bir siyasi parti hakkında kapatma kararı;
a) Bir siyasi partinin tüzük ve programının devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırı olması, sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlaması, suç işlenmesini teşvik etmesi,
b)         
c)          
Hallerinde verilir.” 
Anayasanın 68.maddesinin dördüncü fıkrasındaki yasaklara aykırılık halinde partinin kapatılmasının ayrıca bu maddede yer aldığı görülmektedir. Nitekim maddenin başlığında da açıkça, Anayasadaki yasaklara aykırılık halinde partilerin kapatılmasının düzenlendiği belirtilmiştir.
IV- KAPATMA NEDENLERİ VE DEĞERLENDİRME 
Davalı partinin tüzüğü ve programında yer alan, kapatma isteminin nedenleri olarak belirlenen, iddianamemizin ilgili kısmında yazılı bölümlerinin, öncelikle Anayasa ve Siyasi Partiler Yasası’nda kurala bağlanan, “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün” bozulması amacına yönelik olup olmadığının tartışılıp irdelenmesi gerekmektedir.
Davalı parti tüzüğünün 3.maddesi “Partinin Amacı” başlığını taşımaktadır. Tüzüğün bu 3.maddesinde, “tekçi, otoriter devlet yapısında ısrar eden” Türkiye’yi “adem-i merkeziyetçi tarzda yeniden yapılandırma” ve “Kürt sorununu hak eşitliği temelinde toplumsal uzlaşma ile çözme” hedeflerinin Anayasaya uygunluğu sorunu, Anayasanın 3.maddesinde belirlenen ve 4.maddesiyle de değiştirilemezlik güvencesiyle donatılan “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü” ilkesinin anayasal düzen içindeki yeri ile yakından ilgilidir.
Türkiye Cumhuriyeti Devletimin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğü ve bunu pekiştiren ortak dil, kültür, eğitim ve Türk Milliyetçiliği kavramları hukuksal ve siyasal olduğu kadar, tarihsel ve sosyal gerçeklere dayanmaktadır.
Anayasanın en temel ilkesi olan, “Devletin, ülkesi ve milletiyle bölünmezliği” ilkesi, Anayasamın birçok maddesinde Özellikle vurgulanmış, Türk Milletimin bağımsızlığı ve bütünlüğüyle, ülkenin bölünmezliğini korumak devletin temel amaç ve görevleri arasında gösterilmiştir (Madde 5). Ülke ve ulus bütünlüğünü korumak için temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanabileceği kabul edilmiş (Madde 14); aynı amaçla basın özgürlüğüne özel sınırlamalar getirilmiş (Madde 28, 30); gençlerin bu anlayış doğrultusunda yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı önlemler alınması, devlete özel görev olarak verilmiş (Madde 58); bilimsel araştırma ve yayında bulunma yetkisinin; Devletin varlığı ve bağımsızlığıyla, ulusun ve ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliğine karşı, kullanılamayacağı belirtilmiş (Madde 130); birlik ve bütünlüğe karşı işlenecek suçlar için özel mahkemelerin kurulması öngörülmüş (Madde 143); aynı konu, TBMM üyeleri ve Cumhurbaşkanı yeminlerinin temel öğelerinden birini oluşturmuştur (Madde 81 ve 103).
Anılan ilke, son Anayasa değişikliğinde de (Değişik: 3.10.2001 – 4709/3), hem Anayasanın temel hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılamayacağına ilişkin 14. maddesinde korunmuş, hem de düşünceyi açıklama özgürlüğüne ilişkin bir özel sınırlama nedeni olarak Anayasanın 26. maddesinin 2. fıkrasına eklenmiştir (Değişik: 3.10.2001 – 4709/9). Siyasi partilerle ilgili, Anayasa’nın 68. maddesinin 4. fıkrası, siyasi partilerin tüzük ve programları ile eylemlerinin belirli anayasal ilke ve değerlere aykırı olamayacaklarını düzenlemektedir. Bunların arasında “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü” de yer almaktadır. Anayasanın 69. maddesinin 5. fıkrası 68. maddenin 4. fıkrasına gönderme yaparak, tüzük ve programları “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne” aykırı bulunan partilerin temelli kapatılacağını düzenlemektedir.
Anayasada korunan bu ilke, Siyasi Partiler Yasası ile somutlaştırılmıştır.
Siyasi Partiler Yasasının 78. maddesinin (a) bendinde; demokratik devlet düzeninin korunmasına ilişkin yasaklar kapsamında “bölünmez bütünlük” esasının değiştirilmesi yasaklanmaktadır. Aynı madde çerçevesinde, “dil, ırk, renk, din ve mezhep ayrımı yaratmak veya sair herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayalı bir devlet düzeni kurmak” da yasaklanmıştır. Görülüyor ki, siyasi partilerin; devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğü yanında, devlet dilinin Türkçe olduğuna dair (Anayasanın 3. maddesinin birinci fıkrası, devlet dilinin Türkçe olduğu hükmünü taşımaktadır.) kuralı da değiştirme amacını güdemeyecekleri ve bu yolda faaliyette bulunamayacakları, yasada açıkça belirtilmiştir.

Yüksek Mahkemenizin 26.2.1999 gün (Siyasi parti kapatma), Esas 1997/2, Karar 1999/1 sayılı kararında da belirtildiği gibi; Anayasa ve Siyasi Partiler Yasası’nda “Türk” sözcüğü etnik kökenine bakılmaksızın, Türkiye Cumhuriyetime yurttaşlık (vatandaşlık) bağı ile bağlı olan herkesi ifade etmektedir.
Siyasi Partiler Yasasının 78. maddesinin (b) bendinde ise, siyasi partilerin bölge ve ırk esasına dayandırılamayacakları belirtilmektedir. Buna göre, siyasi partiler belirli bir ırka, etnik kökene mensup olanların partisi olduklarını iddia edemezler.
Davalı parti ise, Kürt sorununun çözümüne parti tüzüğünün amaç maddesinde ve programının merkezinde yer vermiştir. Kürt sorununun çözümünün parti tarafından acil hedef olarak benimsendiği belirtilerek, Kürt sorununun çözümlenmesinin temel amaçlardan biri olduğu, tüzük ve programda özellikle vurgulanmıştır. Ayrıca, Kürt kökenlilerin varlık ve kültürleri öne çıkarılmıştır.
Görülüyor ki; parti tüzüğünde ve programında, “Kürt Sorunu”, “Türkiye’nin temel sorunu olarak” tanımlanmıştır. Bu anlayış, “Türkler ve Kürtler” ayrımını, “ayrı bir Kürt ulusunun varlığı”nın kabul edilerek vatandaşlık bilinç ve beraberliğini temel alan ulus kavramının reddini içermektedir.
Açıklanan nedenlerle, davalı parti’nin tüzük ve programında “Türkler ve Kürtler biçiminde bir ayrım yapılması; ulus bütünlüğü içinde, etnik kimliği olan sorunları yadsınan ve baskı altında bulunan bir Kürt ulusunun bulunduğunun ileri sürülmesi, Siyasi Partiler Yasası’nın 78.maddesinin (a) ve (b) bentlerinde belirtilen “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ve siyasi partilerin ırk esasına dayanamayacakları” ilkelerine, ayrıca Siyasi Partiler Yasasının 101. maddesinin (a) bendindeki, bir siyasi partinin tüzük ve programının “Devletin (…) ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne” aykırı olamayacağı ilkesine de aykırılık oluşturduğu sonucuna varılmıştır. Yüksek Mahkemenizin de, 26.2.1999 gün, Esas 1997/2 (Siyasi Parti Kapatma), Karar 1999/1 sayılı kararında bu görüşte olduğu açıkça vurgulanmaktadır.
Davalı partinin programında, Türkiye’de, merkezi hükümetin yerel sorunlara seyirci kaldığından, bu duyarsızlığın çarpık kentleşme sorununu doğurduğundan söz edilerek, devletin demokratikleşmesi, politik, yönetsel demokratik katılımın ve çoğulculuğun sağlanabilmesi, hizmetin hızlandırılması için öncelikle merkezi devletin yerel yönetimler üzerindeki vesayetinin kaldırılacağı, toplumun kendisini yönetenleri doğrudan seçebilmesi, yönetimleri ve yönetenleri denetleyebilmesinin sağlanacağı, merkezi idare küçülürken, yerel yönetimlerin kendi alanlarında daha çok söz sahibi olacağı, Belediye ve İl Genel meclisleri temsilcilerinden Yerel Bölge Meclisleri oluşturulacağı, bu anlayışa uygun olarak, vali, emniyet müdürü, kaymakam gibi yöneticilerin seçimle gelmelerinin sağlanacağı, eğitim, sağlık, iç güvenlik ve vergi gibi konuların özerk yerel yönetimlere bırakılacağı belirtilmektedir.
Davalı partinin bu görüş ve hedefleri, Kürt sorununun çözümü için bir çare olarak öngördüğü ve gerçekleştirmeyi misyon olarak benimsediği idari ademi merkeziyetçi sistem çerçevesinde, devletin idari bölgeler şeklinde yapılandırılması biçiminde belirtilen amaç ile birlikte düşünülmelidir.
Anayasa, özerk bölge, özerk yönetim birimi ya da federasyon gibi yapılanmalara bilinçli olarak yer vermemiştir. Ulusun tümüne ait en üstün kudret olan egemenliğin federe devletler veya özerk bölgeler tarafından paylaşılması, ülke bütünlüğünün sadece siyasal sınırların korunması biçiminde anlaşılması, merkeziyetçi olmayan idari yapılanmaların ülke bütünlüğünü bozucu nitelikte görülmemesi kabul edilemez.
Yüksek Mahkemenizin 18.8.1993 gün, Esas 1992/1 (Siyasi Parti Kapatma), Karar 1993/1 sayılı kararında da değinildiği gibi, “:… ‘Devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğü’ kuralı, azınlık yaratılmamasını, bölgecilik ve ırkçılık yapılmamasını ve eşitlik ilkesinin korunmasını içermektedir. <Egemenlik> ve <Devlet> kavramlarının <Ulus> kavramıyla bütünleşmesi, devletin herhangi bir kökenden gelenlerle, ya da herhangi bir toplumsal sınıfla özdeşleştirilmesine engeldir. Bunun nedeni; ulusun çeşitli toplumsal sınıflardan oluşmasına karşın sınıflar üstü bir kavram olmasıdır. Bunun için egemenliğin kullanılmasından alıkoyan veya egemenliği bölen düzenlemeler bölünmez bütünlük ve tekil devlet ilkesine ters düşer…”
Davalı siyasi partinin programında, devletin yeniden yapılandırılması adı altında önerdiği idari bölgeler ve egemenlik sahibi özerk bölgeler modelleri ile, Siyasi Partiler Yasasının 78/b ve 80. maddelerine aykırı olarak Devletin tekliği ilkesinin değiştirilmesi amacının güdüldüğü anlaşılmaktadır.
Siyasi Partiler Yasasının ulus bütünlüğü ilkesinin güçlendirilerek tekrarlanması niteliğindeki hükümlerinden biri olan “azınlıklar yaratılmasının önlenmesi” başlıklı 81. maddesinin (a) bendinde, siyasi partilerin milli ya da dini, kültür, mezhep, ırk ya da dil ayrılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri süremeyecekleri öngörülmüştür. Lozan Barış Antlaşması kapsamında bulunan azınlıklar bundan ayrıktır.
Maddenin (b) bendinde ise, Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürleri korumak ve geliştirmek veya yaymak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde azınlıklar yaratarak millet bütünlüğünün bozulması amacını gütmek siyasi partiler açısından yasaklanmıştır.
Yasayla, ülkedeki etnik grupların dil ve kültürleri yasaklanmamıştır. Çeşitli kökenlerden gelen yurttaşlar kendi dil ve kültürlerine sahip bulunmakta, onları geliştirmektedir. Tarihi, dinî, gelenek ve görenekleri aynı olan, kültürleri güçlü biçimde ulusal kültürde yerini alan bir topluluğun bireyleri arasında ayrımcılık yaratacak düzeyde kültür ayrılığı olduğunu ileri sürmek ve ortak ulusal kültürü yadsıyıp dışlamak gerçeklerle bağdaşmaz.
Parti tüzüğün 3. maddesinde partinin amacı bölümünde “Kürt sorununu hak eşitliği temelinde toplumsal uzlaşma ile çözmek”, parti programının “Türkiye değişmek zorundadır” başlıklı bölümünde, “Türkiye hükümetlerinin, Kıbrıs, Bulgaristan, Yunanistan, Kosova ve benzeri ülkelerde bulunan azınlıklar/topluluklar için savunduğu tezleri, Türkiye’de yaşayan Kürtler için de istemesi durumunda, sorunun çözüm yoluna gireceği inancındadır.” biçimindeki değerlendirmeler ile parti programının diğer bölümlerindeki düzenlemeler, farklı ulus ve ulusal azınlıkların varlıklarının kabul edildiklerinin istendiğini göstermektedir. Bunlar birlikte ele alındığında, Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde milli veya dini, kültür veya mezhep veya ırk veya dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunun söylendiği, Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek veya yaymak yoluyla azınlıklar yaratarak ulus bütünlüğünün bozulması amacının güdüldüğü anlaşılmaktadır.
Bu nedenlerle, davalı partinin tüzük ve programında, Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde kültür, ırk ya da dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunun ileri sürüldüğü, böylece Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek veya yaymak yoluyla azınlıklar yaratarak ulus bütünlüğünün bozulması amaçlandığından, parti tüzük ve programı, Siyasi Partiler Yasasının 81. maddesinin (a) ve (b) bentlerine aykırılık oluşturmaktadır.
Nitekim Yüksek Mahkemenizin de, 30.11.1993 gün, Esas 1993/2 (Siyasi Parti Kapatma), Karar 1993/3; 19.3.1996 gün, Esas 1995/1 (Siyasi Parti Kapatma) Karar 1996/1; 26.2.1999 gün, Esas 1997/2 (Siyasi Parti Kapatma) karar 1999/1 sayılı kararlarından aynı görüşte olduğu anlaşılmaktadır.
V- SONUÇ VE İSTEM
Yukarıda gerekçeleriyle açıklandığı üzere, davalı partinin tüzük ve programının bazı bölümlerinin Anayasanın Başlangıç kısmı ile 2., 3., 14., 68. maddelerine ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasasının 78. maddesinin (a) ve (b) bentlerine, 80. maddesine, 81. maddesinin (a) ve (b) bentlerine aykırı olduğundan, Hak ve Özgürlükler Partisinin Anayasanın 69. maddesinin 5. fıkrası ve Siyasi Partiler Yasasının ise, 100. maddesinin (a) bendi ile 101. maddesinin (a) bendi uyarınca kapatılmasına karar verilmesi arz ve talep olunur.”
II- DAVALI SİYASİ PARTİNİN ÖN SAVUNMASI
Hak ve Özgürlükler Partisi’nin tamamı dava dosyasında bulunan 10.6.2002 günlü ön savunmada, öncelikle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın kapatma gerekçeleri yorumlanmıştır. Bu çerçevede HAK-PAR’ın tüzük ve programından başka bir delile iddianamede yer verilmediği belirtilmiştir. Buna gerekçe olarak da Parti’nin kuruluşundan kısa bir süre sonra kapatma davasının açıldığı tespiti yapılmıştır. 11 Şubat 2002’de parti kuruluşu için gerekli belgelerin İçişleri Bakanlığına sunulmasıyla tüzel kişilik kazanan Parti’nin kapatma davasının kuruluşundan yaklaşık bir ay sonra (14. 03. 2002 günü) olduğu vurgulandıktan sonra özetle aşağıdaki savunmalara yer verilmiştir:
İLK İTİRAZLAR
1) …Anayasanın 69. maddesinin 1995 değişikliğinden önceki (hali) “ siyasi partiler tüzük ve programları dışında faaliyette bulunamazlar, anayasanın 14. maddesindeki sınırlama dışına çıkamaz, çıkanlar temeli kapatılır” şeklindedir. Yeni şeklinde ise “…. faaliyetlerini, parti içi düzenlemeler ve çalışmaları demokrasi ilkelerine uygun olur. Bu ilkelerin uygulanması kanunla düzenlenir.” Oysa, tüzük ve program dışında etkinlikte bulunma yasağı SPK’DA devam ediyor.
Yurtdışında teşkilatlanma, kadın ve gençlik kolu kurma yasağı, bu değişikliklerle kaldırılmıştır; ancak SPK’DA (m.91) devam ediyor. Yine Siyasi Partilerin dernek, sendika, vakıf, kooperatif v.b. örgütlenmelerle ilişki yasağı değişiklikle ortadan kaldırıldı; ama SPK’DA (m.92.de) devam ediyor. Yüksek öğretim kurumundaki öğretim üyesi ve öğrencilerin siyasi partilere üyelik yasağı değişiklikle kaldırıldı; ama bu yasak SPK’DA (m.11) devam ediyor. Anayasanın 69/8 paragrafında temelli kapatılan bir partinin bir başka ad altında kurulamayacağı hükmü yer almış ise de, SPK’DA bu kurala aykırı davranış kapatma sebepleri arasında sayılmamıştır. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
SPK’NIN 78, 80 ve 81. maddelerinde yer verilen kapatma nedenleri Anayasanın 1995 ve 2001 yılında değiştirilen 68 ve 69. maddelerindeki yeni düzenleme çerçevesinde değerlendirilmesi, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesinin zaruri bir neticesi olmalıdır. Anayasa, siyasi partileri demokratik siyasal hayatın vazgeçilmez unsurları olarak tanımlamış ve demokratik rejimin işleyişi bakımından taşıdıkları önemleri nedeniyle anayasal güvencelerle donatmıştır. Kapatma nedenlerinin anayasada belirtilmesi, kapatma davasının Anayasa Mahkemesinde görülmesi bu öneme işaret eder.
“Vazgeçilmezlikten” öngörülen temel amaç, partilerin kuruluş ve faaliyetlerinin “kural” kapatılmalarının ise ancak sayılı nedenlere dayanılarak “istisna” olduğudur. Bu amaç çerçevesinde Demokratik Çoğulcu Katılımcı Siyasal Sistemin gereği olarak Anayasa Mahkemesi’nin yorumu, siyasi partiler (SP) lehine olmalıdır. Oysa SPK’DA, Anayasada sayılmayan çok sayıda kapatma nedeni vardır ve Anayasa Mahkemesinin pratiğinde SP’LERİN belirtilen önemi, anayasal güvencelerin düzenleme amaçlarının çok da ciddiye alınmadığı görülmektedir.
SPK, partilerin oluşturacakları politikaların temel ilkelerini, hattını (çizgisini), hatta bazen ayrıntılarını egemen “resmi ideolojinin” kadim felsefesi çerçevesinde olmasını istemiş, aykırı öneri ve faaliyetleri kapatma nedeni saymıştır. Aynı kulvarda aynı görüş ve yönetim modeline sahip birden fazla parti sistemi öngörmüştür. “ÇOKLUK’A evet ÇOĞULCULUK’A hayır” bir sistem tahayyül etmiştir.
2) SPK’NIN 78, 80 ve 81. maddelerinde yer verilen kapatma nedenleri Anayasanın 1995 ve 2001 yılında değiştirilen 68 ve 69. maddelerindeki yeni düzenleme çerçevesinde değerlendirilmesi, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesinin zaruri bir neticesi olmalıdır. Bugüne kadar Anayasanın geçici 15. maddesi nedeniyle denetlenemeyen aykırı hükümler, geçici madde kaldırıldığına göre, Anayasa Mahkemesince denetlenmelidir.
3)  İddianamede partimizin kapatılması gerekçesi olarak ileri sürülen SPK’NIN 78/a-b, 80 ve 81/a-b hükümleri Anayasanın 68/IV fıkrasındaki yeni düzenleme çerçevesinde değerlendirilmelidir. Anayasa Mahkemesi, buna göre, SPK’DAKİ bu hükümleri Anayasaya aykırı bulmalıdır.
4) SPK’NIN 78 / a-b: Anayasanın 68/IV fıkrası “ SP’LERİN tüzük ve programları ile eylemleri, devletin bağımsızlığına, ülkesiyle milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve terleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez”; Anayasanın 69/V hükmü ise “bir SP’NİN tüzüğü ve programının 68. maddenin 4.  fıkrası hükümlerine aykırı bulunması halinde temelli kapatma kararı verilir” hükmündedir. Oysa, SPK’NIN 78/a-b hükümleri Anayasada bulunmayan ve öngörülmeyen kapatma sebeplerini düzenlemektedir.
5) İddianamede yer alan kapatma gerekçesi, bölünmezlik ilkesiyle bağlantılıdır. İddianamede“Anayasanın 3. maddesinde belirlenen ve 4. maddesi ile de değiştirilmezlik güvencesiyle donatılan, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, ilkesinin anayasal düzen çerisindeki yeri ile yakından ilgilidir”, biçiminde ifade edilmiştir. İddianamede, Anayasada korunan bu ilkenin, SPK’NIN 78/a ve b bendiyle somutlaştırılmış olduğu öne sürülmüştür. Oysa, SPK’NIN bu hükümleri, parti kapatma nedenleri olarak düzenlenen Anayasanın 68/IV maddesinde belirtilen ilkelerden hiç birinin zorunlu bir sonucu olarak yorumlanamaz. Partimiz 11 Şubat 2002 günü İçişleri Bakanlığına gerekli bilgi ve belgeleri vermesiyle tüzel kişilik kazanmış; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 14 Mart 2002 tarihinde iddianame ile kapatma istemli davayı açmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi(AİHS)’NİN siyasi partileri de kapsayan “örgütlenme özgürlüğünü” düzenleyen 11. maddesi, aynı Sözleşmenin 10. maddesinde düzenlenen “ifade özgürlüğünü” bir kullanma biçimidir. Anayasamızın 13. maddesinde temel hak ve hürriyetleri sınırlanması düzenlenmiştir. Buna göre; “ temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Sınırlamalar, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”Anayasa Mahkemesi, Anayasanın 13. maddesini ve uluslararası hukukun genel ilkelerini “dayanak norm” yaparak ve AİHM’NİN parti kapatma davalarındaki kriterlerine öncelik vererek ve üstünlük tanıyarak davalı partimiz lehine yorum yapmalıdır. Buna göre; SPK’NIN 78 / a ve b bentlerindeki düzenlemeleri Anayasamızın 68/IV maddesine ve 13. maddedeki temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılma ölçütlerine aykırı olduğu tespit edilecektir.
6) SPK m. 80, devletin tekliği: Bu maddeye göre siyasi partiler “devletin tekliği ilkesini değiştirme amacını güdemezler ve bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar”. Bunun anlamı, siyasi partilerin federalizm ve bölgesel yönetimin güçlendirilmesi gibi yönetim modellerini savunmalarının yasak olduğudur. Bizce bu yasak, Anayasanın temel ilkelerinden biri olan “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü” nün bir uzantısı değildir. Çünkü, federalizm, özerklik ve benzeri yerelleşmeyi savunan bir partinin devletin ve milletin bütünlüğünü parçalamayı amaçladığını söylemek mümkün değildir. Bu amaç; ancak ilkeye aykırı bir tutumun açıkça ortaya konulması halinde parti yasağı olarak değerlendirilebilir. Üniter devlet kavramı, siyasi anlamda idarenin tek merkezliğine işaret eder. Bu yapı içinde yasama gücü bir mecliste toplanır. Devlet idaresi ülkenin her yerinde aynı hiyerarşik yapıyı korur. Yargı, kurumsal olarak tüm ülkede bütündür. Ama Üniter Devlet, yerel ve bölgesel idarelerin olmadığı anlamına gelmez. Hem belediyelerin hem de il veya bölgelerin seçimle gelmiş meclisleri, seçimle gelmiş yöneticileri olabilir. Bunların varlığı üniter devleti zedelemez. Çünkü yetkilerini, yasa yapma erkini elinde tutan parlamentodan alırlar ve tasarrufları, merkezi idarenin ve ulusal yargının denetimi altındadır. İleriki bölümlerde, belirli bilim otoritelerinin görüşleriyle bu konuyu daha derinliğine açmaya çalışcağız. Ama, şunu belirtmek gerekir ki, Türkiye’deki hakim otoriter/totaliter ve dolayısıyla Başsavcının “üniter devlet” anlayışlarının ve yapılanmasının dünyadaki uygulamalarla da yakından bir ilişkisi yoktur.
7) SPK’NUN 81/a-b hükümleri:  SPK’NIN 81. maddesinin 81/a-b-c “………” demek suretiyle bir dizi yasaklama getirmiştir. SPK’DA yer alan bu yasağın, “azınlık yaratılmasının önlenmesi” şeklinde ifade edilmesi, azınlıkların dışarıdan bir müdahale ve bir irade ile yaratıldığı anlamına gelmektedir ki, bunun bilimsel gerçeklerle, akıl ve mantıkla bağdaşır bir yönü yoktur. İlgili maddenin ilk bendindeki ifadelerde sonuç; herhangi bir siyasal partinin, Türkiye’de farklı dil, mezhep, ya da etnik grubun varolduğunu ileri süremeyeceğidir. Oysa, Anayasanın kendisi 10. maddesiyle farklı dil, din, ırk ve mezhebe bağlı vatandaşların varlığını kabul etmiş, bunlar arasında ayrım yapılmamasını öngören eşitlik getirmiştir.
İkinci bendi ise, daha da ileri giderek siyasal partilerin, egemen kültürün dışındaki kültürlerin korunması amacını güdemeyeceklerini ve bu doğrultuda etkinlikte ulunamayacaklarını öngörmektedir.
Üçüncü bende göre de, yasa koyucu herhangi bir dilin kullanılmasını kanunla yasaklayabilecektir. SPK’NIN bu hükmü her şeyden önce mevcut anayasaya aykırılık arz etmektedir. Zira, anayasanın çeşitli maddelerinde yer alan “devletin, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ilkesi” , Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bir bölümünün devletle olan vatandaşlık bağını koparmaya yönelik amaç ve faaliyetleri yasaklamaktadır. Oysa SPK’NIN düzenlemesi, Anayasanın koyduğu ilkenin dışına çıkmış ve ilkeye aykırılığın ifadesi olmayan yasaklamalar da getirmiştir. Böylece de anayasanın sınırlı olarak gördüğü kapatma nedenlerine yenileri eklenmiştir.
Kuşkusuz bu düzenleme, ülke bütünlüğünü sağlama amacına değil, ayrılıkçılığa hizmet etmiş ve hizmeti halen devam etmektedir. Toplumun doğal yapısından kaynaklanan farklılıkların varlığını reddeden, farklılıkları zoraki yöntemlerle eriterek yok eden ve bunların çoğulcu bir yapı içinde siyasete yansımasını engellemeye çalışan bu düzenleme, baskıcı-otoriter asimilasyoncu bir anlayışın ürünüdür. Sosyolojik gerçekliği tümüyle yadsıyan bu madde hükmü toplumsal barışı sağlamanın önündeki en önemli yasal engellerden biridir. Bunun için yapılması gereken, farklı etnik ve dinsel talepleri dile getiren siyasi partilerin çoğulcu siyasete dahil edilmesini öngören demokratik anlayışı benimsemek ve bunun gereği olarak da söz konusu hükmü kaldırmaktır. Anayasanın 1995 ve 2001 yılındaki değişikliklerin amacı budur.
Sonuç olarak 81. madde tümüyle Anayasaya aykırıdır.
Bu ciddi nedenlerle, Mahkemenizin, partimiz hakkında açılan davayı usul ve esas yönünden görülmezliğine karar vermelidir.”
DİĞER SAVUNMALAR
Partimizin kuruluşundan 3 hafta sonra, iddianame bize tebliğ edilmeden önce, Partimiz hakkında kapatılma davasının açıldığı ya da açılacağı (7 Mart 2002 günü) basında açıklanmıştır. Bu davranışın, tarafsızlık ilkesine aykırı ve önyargılı bir davranış olduğunu saptamanın yanlış olmadığını mahkemenizin kabul etmesini bekliyoruz. Partimiz hakkında bu kadar acele bir biçimde dava açılmış olması, parti program ve tüzüğümüzün hem belgeler olarak ve hem siyasal partiler hakkındaki yasal değişikliklerin çok iyi incelenmediği; geçmişte hakkında kapatılma ile karşı karşıya kalan partilere biçilen giysinin partimize giydirildiği; AB üyeliği süresinde Türkiye’de yapılan ve gündemde olan yapısal hukuksal, siyasal, zihniyetsel değişimlerin gözetilmediği gibi bir sonuca varmakta haksız olmadığımızı göstermektedir.
…Partimiz, programını, Türkiye’de belirli bir toplumsal kesim, bölge, etnik gurup, sınıf, din mezhep için yapmamıştır. Partimizin programı, Türkiye’de yaşayan tüm vatandaşların ve toplumsal kesimlerin sorunlarını çözmek için belirlenmiştir.
Parti programımız, Türkiye’de yeniden, çoğulcu, katılımcı demokratik bir yapılanmayı öngörmektedir. Bu yeniden yapılanmayı, değişiklikleri, yeni idari yapılanmayı, yerel yönetimlerin özerkleşmesini ve bunun gibi tüm temel konuları Türkiye’nin sınırları ve bütünlüğü içinde öngörmektedir. Programımızın ana felsefesi ve içerdiği ilkeler, projeler ve önermeleri incelendiği zaman, partimizin Türkiye Cumhuriyeti’nin bütünlüğüyle bir probleminin olmadığı görülecektir.
Partimiz, demokratik ve kitlesel bir partidir. Türkiye’nin tüm temel sorunlarını bir-bir saptamakta, bu sorunların nasıl çözümlenebileceğini, kapsamlı ve bütünlüklü bir “yeniden yapılandırma toplumsal projesi” içinde ele almaktadır. Bu toplumsal proje, otoriter olmaması ve iktidarın demokratik paylaşımını öngörmesi anlamında tekçi olmayan çağdaş, çoğulcu ve katılımcı demokratik bir projedir. Yani partimiz, iktidarın otoriter ve monolitik olmaması anlamında tekçiliğe karşıdır. Adem-i merkeziyetçiliği ve yerel yönetim özerkliklerini, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin iç idari yapılanması olarak projelendirmektedir.
Partimiz, Kürt sorununu da, Türkiye’ye bütünlüklü bakış ve felsefesiyle temel bir sorun olarak saptamaktadır. Kürt sorununun çözümünü de, “Türkiye’nin yeniden yapılandırılması toplumsal projesi” içinde göstermekte ve bir hukuk yapısına kavuşturmaktadır.
Ayrıca, Türkiye’de çözülmesi gereken bir Kürt sorununun olduğunu söyleyen, saptayan sadece bizim partimiz de değildir. AB üyeliğine bağlı olarak gündemde olan yapısal değişiklikler itibarıyla iktidar partileri, muhalefet partileri, sivil ve askeri çevreler, MGK de Kürt sorununun çözümüyle uğraşmaktadır.
Partimiz, Türkiye Cumhuriyeti Yasalarına göre kurulmuştur. Ama siyasi bir parti olarak Yüksek mahkemenizin Sayın Başkanı ve Yargıtay’ın Sayın Başkanı’nın da ifade ettikleri gibi; AB’nin KOB’ de dile getirildiği ve Türkiye’nin ulusal programında da taahhüt edildiği gibi, köklü hukuki ve yasal, kurumsal değişiklikler önermekteyiz. Daha sonraki bölümlerde de belirteceğimiz gibi, Siyasi Partiler, yönetmek, hem de iyi yönetmek göreviyle karşı karşıyadırlar, ayrıca uygun olmayan yasaları da halkın iradesini temsil eden yasama organı vasıtasıyla değiştirmek görevindedirler.
Demokrasiyi bir ana felsefe ve yaşam tarzı olarak benimseyen siyasi partilere, Türkiye gibi yarı demokratik ya da demokrasisi topal ve otoriter olan ülkelerde daha büyük görevler düştüğü de ortada. Bu partilerin, demokrasiye, çağdaşlığa, insan hak-özgürlüklerine aykırı olan ve özellikle de AB üyelik sürecinin güncelliğini yaşayan bir ülkede köklü değişiklikler yapması hem bir görev ve hem de bir kaçınılmazlıktır.
Bu genel saptamalarımız da Partimizin, “azınlık” diye bir olgu ve topluluk yaratmak istemediği, sadece herkesin, sivil ve askeri çevrelerin, siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının özellikle AB üyeliği sürecinde bahsettikleri, dile getirdikleri Kürt sorunu ve çözümünden bahsettiğidir.
Bu nedenle de, davanın usul ve muhteva açısından görülmez olduğunu ileri sürüyoruz.
…Bu (AB) sürecin(nin) gelip dayanacağı yer, Türkiye’nin AB üyesi olmasıdır. O durumda da, AB hukuk sistemi ve anayasal ilkeleri, Türkiye’nin siyasi parti rejimi için de geçerli olacaktır. Bu durumda da, AİHS, AİHM İçtihatları ve diğer ilgili hukuk metinleri mutlak bir tarzda siyasi parti rejimine hükmedecektir.
O zaman da Türkiye, çok kültürlülük, çok dillilik, çok etniklilik, çok dinlilik, çok sınıflılık gerçeğine göre yeniden yapılandırılmak zorundadır. Zaten günümüzde çoğu ülke kültürel bakımdan çeşitlilik göstermektedir. Son tahminlere göre dünyadaki 184 bağımsız devlet, bünyesinde 600 yaşayan dil gurubu ve 5000 etnik grup barındırmaktadır. Çok az ülkede, yurttaşların aynı dili konuştukları ve aynı etnik-ulusal gruba ait oldukları söylenebilir.
Sayın Yargıtay Başsavcısı bu durumu gözetmeden, Türkiye’deki demokratikleşmedeki evrimleşmeyi hesap etmeden, birkaç yıl içinde yapısal değişikliklerin ve yeniden yapılandırma projesinin yol alacağı aşamaları ve varacağı konakları hesap etmeden partimiz hakkında kapatma davası açmıştır. Bu yönden de, davanın usul ve muhteva açısından red edilmesini, demokratikleşmesi açısından Yüksek Mahkemenizden talep etmekteyiz.
…HAK-PAR’DA bir hükmi şahsiyet olarak, program ve tüzüğü kanalıyla kendisini dışarı açma, anlatma özgürlüğünü ifade etmiştir. Ne yazık ki, daha düşüncelerini halka ve kamuoyuna tam anlamıyla ulaştıramadan; başka bir deyimle halk ve kamuoyu daha HAK-PAR’DAN haberdar olmadan, Sayın Başsavcı tarafından “düşüncesini ifade etme teşebbüs hali” kapatılmaya gerekçe olmuştur.
…(AİHS ve AİHM kararlarına göre) Örgütlenme özgürlüğünün kısıtlanması ve partinin kapatılması için gerekli şartlar; partinin, ülke topraklarını parçalamaya yönelmesi, anayasal düzeni şiddet yoluyla değiştirmek istemesi, hak ve özgürlükleri zor ve terörle sınırlandırmaya çalışması, eylemleriyle bölge barışını bozma eğilimi taşıması, komşu devletlerin amaçlarına düşmanca hizmet etmesi, terörü desteklemesi veya yönetmesi, halk içinde kin ve husumeti yaygınlaştırması olarak ortaya çıkmaktadır. Sayın Cumhuriyet Başsavcısı, partimiz hakkında bu tür tespitlerde bulunmadığı gibi, herhangi bir iddia veya iddiasını somutlaştıracak bir delil de sunmamaktadır. Çünkü partimizin program ve tüzüğü incelendiğinde, şiddet ve terörün açıkça dışlandığı,  Türkiye’deki yeniden yapılandırmanın, Kürt sorunu ile birlikte tüm sorunların, demokratik ve barışçı bir tarzda çözümlenmek istendiği hemen saptanacaktır… Bu nedenle de, davanın usul ve muhteva açısından görülmemesi gerekir.
… Başsavcının, parti programımızda sadece “Kürt kökenlilerin varlık ve kültürlerinin öne çıkarıldığı” görüşü, partimizin Türkiye’nin diğer sorunları küçümsediği, önemsemediği anlamında yanlıştır ve yerinde bir tespit değildir. Kürt sorununun Türkiye’nin temel sorunu olduğu: Uzağa gitmeden, 1984’den sonraki silahlı çatışmalara; uzağa gidildiğinde de, genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş yıllarındaki örgütlenmeler, ayaklanmalara, göz atıldığında rahatlıkla görülecektir. Ayrıca, Kürt sorununun Türkiye’nin temel bir sorunu olduğu, daha önceki bölümlerde de belirttiğimiz gibi, tüm siyasal partiler, sivil toplum örgütleri, ideolojik guruplar, askeri çevreler, kamu kurumları ve devlet yetkilileri tarafından da kabul görmektedir. Ama bu sorunun çözümü konusunda değişik görüş ve öneriler söz konusu: Bu da demokrasinin ve toplumsal çoğulculuğun bir gereğidir.
Türkiye’nin AB üyelik sürecinin hızlandırılması için yapılan tartışmaların yoğunlaştığı ve davamızın görülmekte olduğu bu kritik aşamada, Kürt sorununun çözümü için yapılmakta olan tartışmalar, soruna ilişkini gündeme gelen öneriler v.b. gibi davranışlarda söylediklerimizi doğrular ve partimizi onaylar niteliktedir. Parti programımızın, Türkiye toplumunun tümü için, tüm ulusal ve etnik guruplar, dinler, mezhepler ve toplumsal kesimler için hazırlandığı açıktır. Partimiz, Kürt sorunu dışında Türkiye’nin diğer temel sorunlarının da mevcut olduğunu açık seçik ifade etmiştir.

l.c) “Yeniden Yapılanma” üçüncü ana başlıktır ve 11 alt başlığı içermektedir. Bu bölüm Türkiye’nin temel sorunlarına bütünlüklü bir yaklaşım gösterilmekte,  değişik alanlarda (anayasa -yeni bir toplumsal sözleşme-, parlamento, hükümet ve ordu, İnanç özgürlüğü ve laiklik, Hukuk ve Yargı, Eğitim ve Kültür, eğitim-öğretim, Kadın Sorunu, Gençlik, Toplum Sağlığı, Konut ve Çevre Politikası, Çalışma Hayatı ve Sosyal Yaşam, Ekonomi ve Dış Politika) çözümler önerilmekte ve bir bütün olarak toplumsal, siyasal, idari, kültürel yeniden yapılanma öngörülmektedir. Bu bütünlüklü bakış, program önermesi ve yeniden yapılanma projesi içinde de Kürt sorununun çözümlenmesine ilişkin önermeler yapmaktadır.
Türkiye’de Kürt sorununun yanında genel demokratikleşme, ekonomi, yoksulluk, eğitim-öğretim, hukuk, yargı, kadın, anayasa, konut, gençlik gibi bir çok hayati sorunlara parti programımızda değer verildiği ve bu alanlarla ilgili çözüm önerileriyle birlikte, çaba gösterilmek istendiği rahatlıkla görülecektir. Bu nedenle de, partimiz hakkındaki davanın hem usul ve özellikle de esas (muhteva) açısından görülmemesi gerekir.
2-) İddia makamı, partimizin tüzük ve programında, “Kürtler ve Türkler” diye bir ayrım yapmakla; Kürtler üzerinde baskılar olduğuna işaret ettiğini ileri sürmekle “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne” aykırı hareket ettiğini ve bu nedenle kapatılması gerektiğini ileri sürmektedir.
İddia makamının literatürüyle uğraşma ve Onun literatürüyle partimizi açıklama yoluna gitmenin bir tuzak olduğunu biliyoruz. Biz partimizi, hukuk, siyaset biliminin kavramları ve Anayasadaki kavramsal kategorilerle açıklamaya çalışacağız. İddia konusu olan kavramların, demokratik içeriklerine ağırlık vereceğiz. Çünkü iddia makamı, kavramları ruhsuz, cansız ve evrimsiz ele almakta ve sunmakta.
Öncelikle şunu belirtelim ki, Sayın Başsavcının iddia ettiği gibi, partimiz, programında “Türkler ve Kürtler” şeklinde özel bir ayrıma gitmemiştir. İddia makamının ileri sürdüğü saptama kabul gördüğü zaman, Kürtlerin Türklere karşı, ya da Türklerin Kürtler karşı bir sosyolojik, hukuksal ve toplumsal konumlanması gibi, kabul edemeyeceğimiz bir pozisyon ortaya çıkar ki, bu partimizin çoğulcu, çağdaş, demokratik ve katılımcı anlayışına aykırıdır.
Partimiz, Kürt sorunu gibi temel ve Türkiye’nin diğer hayati sorunlarından bahsettiği zaman; Türkiye’deki ulusal/etniksel toplulukları, toplumsal kesimleri ve sınıfları, dinleri, mezhepleri, dilleri ve kültürleri kategorize etmek, Onları birbirine karşı güçler haline getirmek, vuruşturmak, birbirlerini alt etmeleri için yapmıyor. Partimiz sadece Türkiye’nin gerçeklerini olduğu gibi görüyor, Türkiye’nin bütün renklerinin haritasını ortaya çıkarıyor ve gerçeklere dayalı yeniden tanımını yapıyor. Kürtlerin de, Türkiye haritası içinde bir belirgin, önemli renk ve topluluk olduğunu saptıyor. Partimizin bu yaklaşımı, ayrımcı bir anlayışa dayanmıyor, partimizin bütünlüklü, gerçekçi, organik, tarihsel, çoğulcu, katılımcı ve demokratik bakış açısına dayanıyor.
Partimizin Kürtlerin Türkiye’nin temel etnik/ulusal renklerinden biri olduğu saptaması da, sadece partimize ait; afaki, tarihsel gerçeklere ve olgulara, tarihsel belgeler aykırı bir saptama değildir. Osmanlı İmparatorluğunun yapısal, etnik/ulusal ve kültürel bileşimini konu edinen binlerce eserde Kürt gerçeğinden, Kürtlerin Osmanlı İmparatorluğu bünyesindeki yerlerine işaret edilir. İslam Ansiklopedisi’nin ilgili “Kürdistan” maddesinde Kürtlere ilişkin çok açık, objektif ve hayati resmi görüşlere rastlanır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarında ve Genç Cumhuriyetin kuruluşu aşamasında birçok ulusun devlet kurup ayrılmasından sonra, iki etnik/ulusal unsur; Türkler ve Kürtler birlikte ve belirleyici olarak birlikte varolmuşlardır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşuna yol açan savaşı, Kürtlerle Türkler ve diğer etnik gruplar birlikte omuzlamışlardır.
Kurtuluş Savaşı’na katılımı hazırlayan Sivas ve Erzurum Kongreleri, M. Kemal Atatürk’ün Kürtlerle, Kürt ileri gelenleriyle yaptığı kongreler olduğu, bizzat M. Kemal Atatürk tarafından da dile getirilmektedir. M. Kemal Atatürk, TBMM’nin açılışındaki konuşmasında Türkiye Cumhuriyeti Devletinin etnik ve toplumsal bileşiminden bahsederken, Kürtlerin toplumun asli unsurlardan biri olduğuna işaret etmiştir. M. Kemal Atatürk genç cumhuriyetin kuruluşundan sonra, Cizre Komutanlığına çektiği telgraflarda da, Özerk Kürdistan’dan bahsetmektedir. Lozan Antlaşmasında da, Kürtler üzerine yapılan tartışmalar bilinmekte. Lozan Antlaşmasının 39. maddesinde Kürtlerin dillerini ve kültürlerini geliştirmesi o dönemin devlet sorumluları, T.C Hükümeti tarafından imza altına almıyor, bu anlaşma TBMM’de onaylanıyor. Bundan sonraki dönemde her ne kadar bu konuda şaşkın, kör bir dönem, Kürtlerin varolmadığı Türk olduğu şeklinde savunulan bir dönem olmuşsa da, zaman içinde acı olaylarca bu sakat anlayış aşılmıştır. 1980 sonrasında, Cumhurbaşkanı Özal’ın“Türkiye’de 12 milyon Kürt vardır”,Demirel ve Erdal İnönü’nün ortak iktidar döneminde Diyarbakır’da her iki yetkilinin “Kürtler bir realitedir” açıklamalarından sonra, o şaşkın ve kör dönem son bulmuştur. Kürtlerin varlığı ve yokluğu ilkel tartışması bir tarafa bırakılarak, AB üyeliği bazında en azından Kopenhag Siyasi Kriterleri çerçevesinde Kürtlere hangi hakların tanınması gerektiği tartışmaları, hayati, öncel ve Türkiye’nin birinci sorunu haline gelmiştir.
Bu nedenle, partimizin Kürtlerin baskılanma altında olduğunu belirtmesine bile gerek yok. Her şey ortada. Ayrıca, Kürtler üzerindeki bu baskılardan bahsetmekle, “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmezliğiyle” de bir ilişkisi yoktur. Kürtlerin bireysel ve grupsal hak ve özgürlüklerinden yoksun olmalarının en açık ve büyük göstergesi, Türkiye’nin AB üyeliği bazında Kürtlerle ilgili gündeme gelen tartışmalar göstermektedir.
Demek oluyor ki, Kürt gerçeği saptaması ve Kürtlerin haklarından yoksun olduklarını belirtme şerefi sadece bizim partimize de ait değildir. Ayıca partimiz, olmayan bir şeyi hayali ve gerçek dışı yaratma gibi asla bir “gaflet ve delalet” içinde de değildir. Partimiz Kürtlerden bahsederken, sosyolojik bir gerçekten bahsetmektedir. En önemlisi de, eğer Kürt diye bir etnik ve ulusal grup yoksa, Kürtlükten bahsetmek de suç olmaz ve bir partinin kapatılması için de gerekçe olamaz diye düşünüyoruz.
Sayın Başsavcı, partimizin Kürt Sorunundan bahsetmiş olmasını, “devletin… ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne” aykırı davrandığını, partimiz programını bütünlüklü incelemeye tabi tutmadan, ileri sürmektedir. İddianamesinde de, Kürt sorunundan bahsedilme dışında bu ilkenin ihlali konusunda başka bir delil de ileri sürememektedir. Eğer Başsavcının bu dar, ruhsuz mantığıyla hareket edersek, Çerkezlerden, Gürcülerden, Lazlardan bahsetmiş olmak da “devletin bütünlüğüne ve milletin bölünmezliğine” aykırıdır. O zaman da, bu aşamada başta Başbakan olmak üzere, Genel Kurmay Başkanı, Cumhurbaşkanı ( Mahkemeniz üyesi olduğu zaman DKP Davasında, Kürtlerden bahsetmenin bölücülük olamayacağını, Kürtlerden bahsetmenin “devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğüne” karşı olmadığını muhalefet görüşlerinde belirtmiştir), Başbakan Vekilleri ve özellikle de AB’den sorumlu Başbakan Yardımcısı Mesut YILMAZ her gün bu suçu işliyor. En önemlisi de AB üyeliğinde Türkiye’nin yol haritası durumundaki Katılım Ortaklığı Belgesi, Kopenhag Siyasi Kriterleri Belgesi doğrudan ve Türkiye’nin tayin ettiği “Ulusal Program” dolaylı bölücü belgelerdir.
Bundan daha önemlisi, Türkiye’nin AB üyeliğinin, egemenliğin bir ölçüde devri anlama geldiğini, siyaset ve sosyal bilimciler, siyasetçiler kabul etmektedir. Bu durumda da, T.C hükümetleri, meclisi, siyasal partileri, sivil toplum örgütleri, siyasetçileri, aydınları, sivil ve askeri yetkilileri ve kurumları bu suçu işlemekteler. O zaman da, Sayın Başsavcının yaklaşımına göre, bunların tümünün düzeylerine uygun yargı kurumlarında yargılanmaları gerekmektedir. Böyle bir şey olduğu zaman, Türkiye’nin çağdaş dünya karşısındaki konumu ne olur? Zaten siyasi partilerin kapatılması ve buna ilişkin AİHM’NİN verdiği kararların ve vardığı sonuçların Türkiye’nin itibarını sarstığı konusunda güçlü bir görüş ve kanaat söz konusu olduğunu, Yüksek Mahkemeniz de kabul eder.
Partimizin tüzük ve programı incelendiği zaman, Türkiye’nin birlik ve bütünlüğüyle bir sorununun olmadığını daha öncede söylemiştik. Partimiz Türkiye’nin birlik ve bütünlüğü içinde, değişimi öngörüyor, reformlar yapmaya çalışıyor, Kürt sorununu çözmeye çalışıyor, devletin-idarenin yeniden yapılanmasını istiyor ve demokratikleşmeyi sağlamaya çalışıyor;  bireysel ve kolektif hakların güvenceye bağlanmasını, yoksulluğun, eşitsizliğin son bulması için projeler geliştiriyor; hukukun üstünlüğünü gerçekleştirmek için çaba gösteriyor.
Partimizin, programında belirttiği “tekliğe” karşıtlığı, siyasi sistemin ve iktidarın otoriterliğidir. Sistemin otoriter yapısının son bulması anlamında, tekliğin son bulmasıdır. İktidarın çoğulcu demokratik sistem rasyonelleri içinde paylaşılmasıdır. Daha sonraki satırlarda da bahsedeceğimiz gibi, partimiz programında iktidarın paylaşımından, iktidara katılımdan; Onun kurumlaşması ve ilkelerinden bahsetmekle de, Sayın Başsavcının iddiasını doğrulamış olmuyor. Yukarıdaki bölümlerin birinde bahsettiğimiz gibi, federal bir devletten bahsetmek bile, iktidarın paylaşılmasından öteye geçmiyor, devletin ve ülkenin parçalaması anlamına gelmiyor. Tersine devletin ve toplumun bütünlüğünün daha da güçlenmesi, yeni kurallar ve kurumlarla temellerinin sağlamlaşması anlamına geliyor. Bu nedenle de partimiz hakkındaki davanın usul ve esas açısından görülmemesi gerekir.3) Sayın Başsavcı iddianamesinde, partimizin programının “yeniden yapılandırma” ana başlığı altındaki bölümünü özetle aktararak ve yorumlayarak partimizin: