İlk sayısıyla Ocak 2014’te, İstanbul merkezli olarak yayın hayatına başlayan AJANS DERGİ, bu sayısında HAK-PAR Genel Başkanı Kemal Burkay’la da bir söyleşi yaptı ve yayınladı. Söyleşiyi aşağıda okurlarımıza sunuyoruz..
Türkiye’de uzun yıllardır bahsedilen Kürt sorununun temelinde hangi dinamikler yatıyor?
Bu sorunun temelinde Kürt halkının haklı taleplerinin karşılanmaması var. Sorun daha Osmanlı’nın son döneminde başlıyor. Bu dönem bir yandan devletin merkezileşmeye yöneldiği, diğer yandan Osmanlı sınırları içinde yaşayan çeşitli halkların milli hareketlerinin boy verdiği ve bunun ayrılmalara yol açtığı dönemdir. Prens Sabahattin dağılmayı önlemek için ademi merkeziyetçi bir sistem önermişti. Ama bu görüş benimsenmedi ve Birinci Dünya Savaşı’nın ardından, emperyalist devletlerin de devreye girmesiyle Osmanlı devleti tümden çöktü, dağıldı. Yerine kurulan, bizzat Mustafa Kemal’in “Misak-i Milli” ile dile getirdiği “Türk ve Kürt nüfusun çoğunlukta olduğu coğrafyayı kapsayan” Cumhuriyet ise sadece Türk unsuruna göre biçimlendirildi. Kürtler ve diğer renkler yok sayıldı, bir asimilasyon süreci başlatıldı. Bu siyaset Kürt halkının tepkisine ve çatışmaya yol açarak yakın zamana kadar geldi.
Eğer Cumhuriyet’in temelleri atılırken söz konusu çok renkli toplumsal yapıya uygun bir sistem oluşsaydı böyle bir sorun olmazdı. Bu da faklı dil ve kültürleri yok saymayan, onların gelişmesine açık, ademi merkeziyetçi bir sistem olurdu. Yani bir tür federalizm veya otonom bölgeler sistemi.
Meselenin taraflarından biri olan devletin bugüne kadar kalıcı çözümü sağlamak için gereken adımları attığını düşünüyor musunuz?
Son dönemde anlayış bir ölçüde değişti. Önce Kürtlerin varlığı kabul edildi, Kürt medyası üzerindeki baskılar hafifledi, Kürtçe gazete ve kitaplar, geçmiş dönemlerle kıyaslanmayacak bir ölçekte yayınlanabilir oldu. Şiddeti sona erdirmek için de taraflar arasında diyalog arayışları başladı. Ama bu arayışlar, örneğin Özal döneminde olduğu gibi, baskıya ve şiddete koşullanmış güçler tarafından engellendi. Son olarak AK Parti döneminde Kürt dili ve kültürü üzerindeki baskıları hafifleten reformlar oldu. Tam gün Kürtçe yayın yapan TRT Şeş açıldı, bazı üniversitelerde Kürt dili ve kültürü bölümleri açıldı, Kürt sorunu rahatça tartışılabilir oldu.
Bunlar elbette olumlu gelişmeler ve 70-80 yıl boyunca yürütülmeye çalışılan resmi ezberin bozulduğunu gösteriyor. Ama bu değişim sorunun çözümü için yine de yetmiyor. Kürt sorunu geniş boyutlu bir sorun ve çözüm için daha cesur, kapsamlı adımlara ihtiyaç var. Bu sorunun tümden son bulması ve bir arada barış içinde yaşamak için Kürt halkının tüm temel taleplerinin karşılanması gerekiyor. Bu da eşitlik temelinde bir çözümü gerektiriyor. Bize göre bu federal bir sistemdir.
Bir önceki süreçte, ortaya atılan “açılım süreci”nden yeterince verim alınamamasının sebebi neydi?
Her iki taraf da barışçı bir çözüm için yeterince hazır değildi ve birbirine güven duymuyordu. Gerçi Öcalan daha 2011 Haziran seçimleri öncesinde, “Devletle anlaştık, artık savaşa gerek yok,” demişti. Ancak Öcalan, çatışmanın sürmesini isteyen, bundan rant sağlayan PKK içindeki ve dışındaki bazı karanlık odaklar tarafından baypas edildi. Oslo görüşmeleri sona erdi; Silvan, Çukurca baskınları ve onu izleyen çatışmalar ise söz konusu “açılım süreci”ni bütünüyle sona erdirdi. Öte yandan, kapalı kapılar ardında ve kamuoyundan gizli olarak yürütülen bu görüşmelerde çözüm için kimin ne istediği de pek anlaşılmadı.
2013 başında ise, Öcalan’ın devreye girmesiyle silahlar yeniden sustu, “Çözüm ve Barış Süreci” denen yeni bir süreç başladı.
Hükümetin 2002’den bu yana, artık kronikleşmiş bir hale gelen sorunun çözümü için attığı adımların samimi olduğunu düşünüyor musunuz?
Soruna her iki taraf bakımından da bir samimiyet sorunu olarak bakmıyorum. Bence ana sorun koşulların gerçekçi bir çözüm için olgunlaşmış olup olmadığı ve bu kapsamda iki tarafın da bunun için gerekli adımları atmaya hazır olup olmadığıdır. Buna bakarsak, iç ve dış koşullar Türkiye’yi Kürt sorunu konusunda bir değişim ve dönüşümün eşiğine getirdi diyebiliriz. Kürt halkı doğal ve meşru haklarını elde etmek için zorlu bir mücadele verdi, süreç içinde oldukça iyi biçimde örgütlendi ve bu devam ediyor. Bunun yanı sıra bölgede, önce Irak’ta yaşananlar ve şimdi Atlantik’ten Basra körfezine kadar tüm Ortadoğu’da yaşanan, adına “Arap Baharı” denen alt üst oluş da, Birinci Dünya Savaşı sonrasında kurulmuş olan sistemi sarsıyor. Bu, hak ve özgürlüklerden yana güçlü bir dalgadır. Bundan ders alıp gerekli reformcu dönüşümü başaranlar değişimi daha kolay ve acısız atlatırlar. Bunu başaramayanlar ve değişime karşı direnenler ise, Libya, Mısır ve Suriye örneklerinde görüldüğü gibi, bedelini çok acılı biçimde öderler.
Bu değişim dalgası ister istemez Türkiye’yi de etkiliyor. Kürt sorununun adil bir çözümü söz konusu değişim ve demokratikleşme süreci bakımından hayati önemdedir. Ama en başta hükümetin kendisi, bazı olumlu reformlara imza atmış olsa da henüz gerekli çok daha köklü ve cesur adımlara hazır değil. Öte yandan, onu bundan alıkoyan ve atılan küçük adımlara bile şiddetle karşı koyan statükocu çevreler hâlâ oldukça güçlü ve etkin. En başta Ana Muhalefet Partisi CHP, hem kendisi bir çözüm projesine sahip değil, hem de en basit reformlara bile “vatan-millet” adına şiddetle karşı çıkıyor. Bunun yanı sıra PKK-BDP kesimi de çözümü kolaylaştıracak ölçüde olgun ve kararlı değil; bu kesimin siyaseti, talepleri de günlük gelişmelere, çeşitli etkenlere bağlı olarak değişip duruyor.
Demokratik açılım paketi açıklandı. Paket Kürt halkının beklentilerine cevap verecek nitelikte mi?
Ne yazık ki değil. Pakette elbet, daha öncekilerde de olduğu gibi Kürtlerin talepleri ve genel olarak demokratikleşme süreci bakımından olumlu şeyler var. “Andımız”ın kaldırılması, Köy adlarının geri verilmesine yol açılması gibi… Ama bunlar sorunun boyutları ve temel haklar bakımından yetersiz. Örneğin anadilde eğitim hakkı belli sınırlar içinde özel okullara havale edilerek çözülecek bir sorun değil. Neden Kürtler normal devlet okullarında değil de özel ve paralı okullarda dillerini öğrensinler? Anadilde eğitim hakkı ilkokuldan üniversiteye kadar bütün eğitim sürecini kapsar. Bu olmadan ve Kürtçe, eğitimin yanı sıra kamu alanı dahil, toplumsal hayatın her alanında özgürce kullanılmadan, bunun koşulları oluşturulmadan Kürt dilinin özgür olduğundan söz edilemez.
Kürt sorunu sadece dil ve kültür özgürlüğünden ibaret değil elbette. Bu aynı zamanda siyasal ve yönetimsel hakları kapsar. Bu da yeni, demokratik ve çağdaş bir anayasayı gerektirir. Ne yazık ki Parlamento bunu başaramadı ve ülke 30 yıl sonra da hâlâ bir darbe anayasası ile yönetiliyor. Kürt sorununun çözümüne zemin hazırlamak bakımından yeni anayasa, dil, kültür, inanç bakımından tüm farklı renklere eşit mesafede bir vatandaşlık tanımı getirmeli, anadilde eğitime yer vermeli ve yerinden yönetim ilkesini, yani ademi merkeziyetçi bir sistemi benimsemelidir.
Kürt halkının Türkiye Cumhuriyeti ile ilgili meselesinin tamamen “dış kaynaklı” olduğu ifade ediliyor. Gerçekten böyle midir?
Hayır, böylesi bir yorum sorunun kaynağını başka yerde aramak, yani gerçekten kaçmaktır. Kürt sorunu Türkiye’nin iç sorunudur. Çünkü Birinci Dünya Savaşı sırasında bir kez daha bölünen Kürt coğrafyasının en büyük bölümü Türkiye devletinin sınırları içindedir. (Diğer iki bölümü Irak ve Suriye içinde kaldı). Kürtler nüfus olarak Türkiye’nin nerdeyse üçte birini oluşturuyorlar.
Elbet Birinci Dünya Savaşı ile bölgeyi işgal eden, savaş sonrası sınırları masa başında cetvel ve pergelle ve kendi çıkarlarına göre çizen, bu arada Kürdistan’ın ikinci kez bölünmesine de yol açan emperyalist devletlerin de bu işte rolü ve sorumluluğu var. Ama Türkiye Kürtlerin varlığını ve haklarını daha baştan kabul etse, buna uygun demokratik bir sistem oluştursaydı, böylesine akıl almaz bir yok sayma ve yok etme yoluna başvurmasaydı, bugün Kürt sorunu diye bir sorunu olmazdı. Öte yandan, sorun çözüm bulmadıkça ve büyüdükçe uluslar arası bir soruna da dönüşür, Türkiye ile hesabı olan başkalarının da ilgisini çeker ve onlar da bundan yararlanmaya bakarlar.
Başbakan Erdoğan’ın Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi lideri Barzani ile sık sık görüşmesi, Diyarbakır ve Konya ziyaretleri meseleye yönelik kati çözüm sunacak katkılar sağlar mı?
Irak’ta Kürdistan Bölgesel Yönetimi, 2005’te benimsenen Irak Anayasası’na göre oluşmuştur. Elbet daha öncesi de var; bölge daha 1970’te otonom bir statü kazanmıştı. Türkiye’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile diplomatik ve ekonomik ilişkileri yeni değil. Diplomatik planda ilk ilişkiler daha Özal döneminde ve Ankara’da başlamıştı. Bu ilişkiler giderek gelişiyor ve bu hem doğal, hem de gereklidir, iki tarafın da yararınadır. Ekonomik ilişkilerin vardığı düzey bunun somut örneği.
Bu ilişkiler Türkiye bakımından da elbet Kürt sorununun çözümüne katkı sunabilir. Sayın Barzani Kürt halkının tüm meşru haklarının tanınarak bu sorunun barışçı yollardan çözümüne her zaman destek verdi, şu anda da çözüm ve barış sürecini destekliyor, şiddetin tümüyle son bulmasından yana. Nitekim son Diyarbakır ziyareti gergin ortamın yumuşamasına katkı yaptı. Ancak sorunun çözümü asıl olarak Kürt halkının temel haklarının tanınmasına bağlıdır.
Türkiye’nin son günlerde iç ve dış kamuoyunda maruz kaldığı bir takım problemleri çözüm sürecine yönelik attığı adımlarla ilgili bulanlar var. Bu iddiaların gerçek olma ihtimali var mı?
Türkiye’nin içerde ve dışarıda karşılaştığı bazı sorunlarla Kürt sorununun ilgisi olabilir. Ama hepsini Kürt sorununa bağlamak yanlış olur. Örneğin içerde kirli savaşın rantını yiyen, bundan siyasal ve ekonomik güç sağlayan çevreler, derin odaklar çözüm, barış ve demokratikleşmeyi öteden beri istemediler. Bunların diyalog ve barış sürecini sabote etme çabaları, içerde şiddeti kışkırtıp beslemeleri anlaşılırdır. Öte yandan Türkiye ile sorunları olan bazı dış güçler de Türkiye’nin içerde Kürt sorunu ile meşgul olmasını isterler. Örneğin son dönemde Suriye ve İran yönetimi, Türk hükümetinin Suriyeli muhaliflere verdiği destek nedeniyle öfkeliler ve Türkiye’yi kendi içinde meşgul etmek için elerinden geleni yapıyorlar.
Peki, Türkiye çözüm sürecini başlatıp Kürt sorununu kesin bir şekilde çözmek istediği için içeriden ve dışarıdan bir takım problemler gündeme getirilerek baskı altına alınmaya çalışılırsa nasıl bir yol izlemeli?
İçerde ve dışarıda Kürt sorununun çözümünü istemeyenlerin amaçları aynı şey değil. Örneğin içerdeki militarist güçler, savaş boyunca konumlarını güçlendirdiler. Barış onlara göre değil. Demek ki sorun aynı zamanda içerde gücü elde tutmayla, ya da bölüşmekle ilgili. Savaştan rant sağlayanlar için de öyle. Ama kirli savaş bazı gruplara, örneğin silah ve uyuşturucu tacirlerine rant sağlarken, topluma ve ülkeye bir bütün olarak kaybettirdi. Buna karşılık yapılması gereken ne, çözümden, Kürtlerle barış çabasından vazgeçmek mi? Tam tersine, çözüm sürecine daha da güç vermek, Kürtlerin haklarını tanıyarak adil bir barışa ulaşmak. Böylece ülkede demokrasiyi güçlendirmek ve kirli savaştan beslenen söz konusu odakları etkisiz kılmak.
Türkiye ile hesabı olan bazı dış güçler de eğer kendi çıkarları için Kürt sorunu çözüm bulmasın, çatışma devam etsin istiyorlarsa, buna karşı yapılması gereken bu sorunu çözüp onlara bu fırsatı vermemektir. Çözüm ve barış Türkiye’yi iç ve dış oyunlara karşı güçlendirir.
Sizce Türkiye Kürt sorununu kesin bir şekilde çözmek için nasıl bir yol izlemeli, hangi adımları atmalıdır?
Böylesi bir sorunla karşılaşan ilk ve tek ülke Türkiye değil. Türkiye benzer sorunlarla karşılaşan diğer ülkelerin deneyimlerinden yararlanmalı. Böylesi sorunlar eninde sonunda diyalogla, uygarca yöntemlerle çözülür.
Bize göre sorunun en adil çözüm biçimi eşitlik temelinde federasyondur. Biz Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) olarak bunu istiyoruz. Türkiye sınırları içindeki, Kürtlerin nüfusun çoğunluğunu oluşturduğu Kürt coğrafyasına federal bir statü tanınmalı; böylece Kürtler serbest seçimle bölgesel yönetimlerini belirlemeli. Aynen Irak’ta olduğu gibi. Anadilde eğitim hakkı tanınmalı. Kürtçe Türkçenin yanı sıra ikinci resmi dil olmalı. Dünyamızda ABD, Rusya Federasyonu, Almanya, İsviçre, Belçika, Kanada, İspanya, Hindistan dahil, federal biçimde yönetilen ve birden çok resmi dile sahip onlarca ülke var.
Böylesi bir çözüm Kürt sorunu bakımından kalıcı olur; böylece her iki halkın barış içinde bir arada yaşaması sağlanır. Şiddet bir daha gündeme gelmemek üzere son bulur ve ülke kaynaklarını gelişmeye yöneltir. Barış ve gelişme ortamı ülkenin diğer sorunlarını çözmesi, uygar ülkeler düzeyine ulaşması için de gerekli ortam ve olanakları sağlar.
Bunu başarmak Kürtler ve Türkler olarak elimizdedir. Bütün sorun eşitliğe ve bir arada yaşamaya evet demek. Yanlışta ısrar etmek ve daha fazla acı çekmek için neden yok.