GÜNCEL

HAK-PAR’ın TBMM’ye verdiği çözüm, barış ve demokrasi için önerilerini kapsayan mektup

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına,

Sayın Başkan,

HAK ve Özgürlükler Partisi  (HAK-PAR) olarak 27 Ekim-4 Kasım 2013 tarihleri arasında 14 ili kapsayan “Özgürlük ve Barış Yürüyüşü”nü gerçekleştirdik. 27 Ekim’de Ankara’dan yola çıkarak Malatya, Elazığ, Tunceli (Dersim), Ağrı, Van, Bitlis, Batman, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Antep, Adana ve Mersin’e uğradıktan sonra Ankara’ya döndük.

Gittiğimiz her ilde, parti otobüsümüzden adımızı ve taleplerimizi Kürtçe ve Türkçe anons ederek kent içinde tur attık, yürüdük, Kürtçe ve Türkçe bildiriler dağıttık, medyaya demeçler verdik, halkla sohbet ettik; böylece mesajımızı kitlelere ilettik, aynı zamanda yurttaşların istem ve görüşlerini dinledik.

Şunu memnuniyetle belirteyim ki gittiğimiz her yerde herhangi olumsuz bir tepkiyle karşılaşmadık, engellenmedik ve halktan sıcak bir ilgi gördük. Bu da en azından, ülkemizde var olan ağır sorunların çözümü için gerekli olan birbirini dinlemeyi, uzlaşmayı önemli derecede engelleyen kutuplaşmaya, güçlü önyargılara rağmen olumlu bir durumdur ve sevindirici bir gelişmeyi işaret ediyor.

Sayın Başkan,

Gezimizin amacı öz olarak adında ifade edilmiştir: “Özgürlük ve Barış”. O kanıdayız ki ülkemizin ve toplumumuzun bu aşamada gerek duyduğu şey özgürlük ve barıştır ve doğaldır ki bu ikisi bir arada var olabilir.

Özgürlük denince akla en başta Kürt sorunu, Kürt halkının onyıllardır süregelen hak talepleri geliyor. Ama bunun da ötesinde bugün Türkiye sınırları içinde yaşayan, değişik kimliklere, değişik kültür ve inançlara sahip çeşitli toplum kesimlerinin kültürlerini, inançlarını özgürce yaşamaya yönelik talepleri var. Kadınların ve emekçilerin talepleri var. Bir bütün olarak toplumun çağdaş bir demokrasiye olan gereksinimi ve özlemi var. Bu kapsamda özgürlük, çağdaş ve ileri bir demokrasinin gerçekleşmesi sorunudur ve ülkemizin tüm insanlarını ilgilendiriyor. Ülkemizin gerilim ve çatışmalardan kurtulması, toplumsal barışın sağlanması böylece mümkün olacaktır.

İşte bu nedenle, ülkemizin sorunlarını çözmesi ve barışa ulaşması için Hak ve Özgürlükler Partisi olarak topluma ilettiğimiz ve toplumun çeşitli kesimlerinden aldığımız görüşleri ve talepleri özet olarak bu ülkenin en yetkili kurumlarına; Cumhurbaşkanlığı’na, TBMM’ne ve Hükümet’e iletmeyi gerekli bulduk.

Kürt sorunu

Bu ülkenin onyıllardır süregelmekte olan ve bazı olumlu gelişmelere rağmen şu anda da devam eden en büyük sorununun Kürt sorunu olduğunda toplumun çeşitli kesimlerinde nerdeyse görüş birliği var. Ama sorunun çözümü konusunda ne yazık ki görüş birliği yok. Peki bu sorun nasıl çözülebilir?

Açıktır ki, Kürt halkı Ortadoğu’nun kendine has bir geçmişe, dile-kültüre sahip kadim halklarından biridir. Geçmişte kendi coğrafyası üstünde, yani Kürdistan’da ve çevrede birçok devletler de kurmuştur.  Antik dönemde Kürdistan coğrafyasında ortaya çıkmış ve dil-kültür olarak Kürtlerin ataları olan Hurriler, Urartular, Kasiler, Medler bir yana, İslami dönemde de Kürtlerin kurduğu bir dizi devlet var. Kürdistan’ın kuzey bölgesinin yanı sıra Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’ı kapsayan Şeddadiler (951-1199); Güney Kürdistan’da Şarezor-Hemedan-Kirmanşah yöresinde Hasnaviler (10-11. yüzyıllar); Diyarbakır-Silvan Merkezli Mervaniler (10-11. yüzyıllar) ve Selahaddini Eyyubi’nin kurduğu, Kürdistan’ın yanı sıra Suriye, Mısır ve Yemen’i de kapsayan geniş imparatorluk (12-13. yüzyıllar) bunlar arasında.  Ancak daha sonraki yüzyıllarda Kürdistan Osmanlı-İran etki alanına girdi ve 1638’de, Kasr-ı Şirin Anlaşması ile ilk bölünme yaşandı. Bunu izleyen yarı özerk Kürt beylikleri ise 19. Yüzyılın başından itibaren merkezileşen Osmanlı ve İran devletleri tarafından ortadan kaldırıldı ve Kürtlere yönelik baskılar yoğunlaştı. Buna tepki olarak Kürt ayaklanmaları başladı, tüm 19. Yüzyıl ve 20. Yüzyıl boyunca sürdü.

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı devleti tarihe karışırken Anadolu ve Kürdistan da yeni bir dış işgale uğradı ve buna karşı asıl olarak Türk ve Kürt unsuruna dayanan bir direniş başladı. Kurtuluş Savaşı’nın lideri Mustafa Kemal, kurulacak yeni devletin sınırlarını, “Misak-ı Milli” çerçevesinde Türklerin ve Kürtlerin çoğunluğunu kapsayacak topraklar olarak niteledi. Yine, Mustafa Kemal’in başında bulunduğu Heyet-i Temsiliye ile İstanbul Hükümeti arasında yapılan 22 Ekim 1919 tarihli  Amasya Protokolü ile Kürtlerin meşru haklarının tanınacağı benimsenip kendilerine iletilmesi kararlaştırıldı.

Ne var ki savaşın bitiminde Lozan Antlaşması’yla Kürdistan bir kez daha bölündü, Güney Parçası yeni kurulan Irak ve Suriye toprakları içinde kalırken, Kuzey parçası da Türkiye sınırları içinde kaldı ve Kürtlere vaat edilen özerklik gerçekleşmedi. Tam tersine, Cumhuriyet yönetimi, Türk etnik grubunu esas alan bir ulus inşası projesiyle diğer farklı kimlikleri, dil ve kültürleri yok saydı ve zoraki bir asimilasyon politikasıyla yok etmeye çalıştı. Bu da bilindiği üzere, Kürt halkının ardı arkası kesilmeyen direnişlerine yol açtı. Böylece, Cumhuriyet dönemi boyunca izlenen bu yanlış politika ile Kürt sorunu çözülmedi, aksine daha da büyüyerek bugünlere kadar geldi, ülkeye ve bu ülkede yaşayan tüm halklara çok büyük bedellere mal oldu.

Son olarak 1980’li yıllardan bu yana 30 yıl süren bir çatışma dönemi yaşadık ve bu da 50 bin cana, Kürdistan’ın alt-üst olmasına, büyük kaynakların israfına yol açtı ve Türkiye’de demokratik yaşamın yerleşmesine engel oldu.

Gelinen aşamada bu politikanın çıkmazı artık, başını kuma gömmekte ısrar eden bazı kesimlerin dışında, toplumun çoğunluğu tarafından anlaşılmış bulunuyor. Bu nedenledir ki son yirmi yılda hem Kürtlerin ve Kürt dilinin inkârı gibi abes bir söylemden vazgeçildi, hem de son yıllarda sorunun barışçı çözümü için yol ve yöntemler aranıyor. Bu arada Kürt sorununun serbestçe tartışılması, Kürtçe yayınların serbest bırakılması, TRT’nin bir kanalının Kürtçe yayın yapması, bölgede bazı üniversitelerde Kürt dili bölümlerinin açılması gibi olumlu gelişmeler de yaşandı.

Ne var ki bu olumlu değişim sınırlıdır ve sorunu çözebilmiş değildir. Çözüm için sorunun boyutlarına uygun kapsamlı ve cesur projeler gereklidir.

Bize göre bu eşitlik temelinde bir çözümdür. Kürt halkının tüm temel hakları tanınmalıdır. Bunun biçimi federasyondur. Kürt halkı nüfusun çoğunluğunu oluşturduğu coğrafyada, yani Kürdistan’da federal bir yönetim biçimiyle kendi kendini yönetebilmelidir.

Dünyanın başka yerlerinde de benzer sorunlar federal biçimde çözülmüştür. Dünyamızda Amerika, Rusya, Çin, Hindistan, Almanya gibi büyük devletler dahil, uygar ve demokratik ülkelerin çoğu federal biçimlerle yönetilmektedir.

Sınırları içinde Kürdistan’ın bir parçasını barındıran komşumuz Irak da federaldir ve Irak Kürdistanı federe biçimde yönetilmektedir. Bu diğer parçalar için de olumlu bir örnektir.

Biz Kuzey parçasında da Kürt halkının, hakkı olan tüm hak ve özgürlüklere kavuşması halinde Türk halkıyla ve toplumun geriye kalanıyla birlikte barış içerisinde yaşayabileceği kanısındayız ve bunu istiyoruz.

Kürtçe de Türkçenin yanı sıra resmi dil olmalıdır. Pek çok ülkede (örneğin İsviçre’de, Belçika’da, İspanya’da, Kanada’da, Rusya’da, Hindistan’da, Güney Afrika’da, Irak’ta) birden fazla resmi dil bulunmaktadır.

Anadilde eğitim hakkı ilkokuldan üniversiteye kadar tanınmalıdır.

Kürdistan coğrafyasında ve ülkenin diğer bölgelerindeki Kürt nüfusunun 25 milyon dolayında olduğu tahmin ediliyor. Bu, toplam Türkiye nüfusunun yaklaşık üçte biridir. Böylesi büyük boyutlu bir sorunun çözümü, ancak uluslararası hukuka uygun biçimde, eşit haklar tanıyarak, yani ciddi ve köklü adımlarla mümkündür.

Tarihin bu aşamasında, dünyamızda ve bölgemizdeki bunca değişimin ardından, Türkiye de artık bu sorunun çözümünü ertelememeli. Ülkeyi yöneten ve sorumlu konumdaki politikacılar, iktidarı ve muhalefetiyle artık bu gerçeği görmeli ve daha fazla oyalanmamalılar.  Büyük sorunlar büyük adımlarla çözülebilir.

Sorunun böylesine adil bir çözümü ülkeye barış getirecek ve böylece hem diğer sorunların çözümü kolaylaşacak, hem de kaynaklar yapıcı alanlara yönelecek ve ülke hızla gelişip demokratikleşecektir.

Ülkenin diğer bir önemli sorunu Alevi sorunudur.

Nüfusu bu ülkede 15-20 milyonu bulduğu tahmin edilen Alevi inancından insanlarımız da geçmişten beri büyük acılar çektiler. Zaman zaman kıyımlara uğradılar, inançlarını gizlemek zorunda kaldılar.

Son zamanlarda bu alanda da kimi olumlu değişmeler var. Aleviler artık kimliklerini gizlemiyorlar, dernekler, cemevleri kuruyorlar, ayinlerini açık biçimde yapıyorlar. Ama Alevi sorunu hâlâ çözülmüş değil. Cemevlerine statü talebi henüz karşılanmış değil. Devlet din alanını düzenleme gibi bir toplum mühendisliği çabasından vazgeçmiyor. Milli Eğitim Bakanlığı büyüklüğündeki Diyanet İşleri Başkanlığı resmi bir kurum olarak bu rolü oynuyor. Okullarda, Sünni İslam’a göre düzenlenmiş zorunlu din dersleri de bu uygulamanın bir parçası.

Alevi sorununun çözümü de ülkenin demokratikleşmesi ve lafta değil, gerçek anlamda bir laikleşmenin sağlanması ile mümkündür.

Cemevlerinin statüsü tanınmalı. Bunun yolu, son zamanlarda yapılmak istendiği gibi cami-cemevleri ortak yapıları oluşturmak değildir.

Diyanet İşleri Başkanlığı bir devlet kurumu olmaktan çıkarılmalı, özel bir kuruma, vakfa dönüştürülmeli.

Devlet din alanından elini çekmeli; her inanç grubu dini kurumlarını, mekanlarını oluşturmakta serbest olmalı, gerekli giderleri kendisi karşılamalı.

Hıristiyanlar, Museviler, Êzdi Kürtler ve diğer farklı inanç grupları da inançlarını özgürce yaşayabilmeli, hiçbir baskı ve ayrımcılığa tabi olmamalılar. Devlet hiçbir inanca baskı yapmamalı, hiçbirine imtiyaz tanımamalı.

Demokratikleşme, değişim ve Yeni Anayasa

Ülkenin iki önemli sorunu olan Kürt ve Alevi sorunlarının çözümü ülkeye barışçı bir ortam getirecek ve demokratikleşme, Avrupa Birliği ile bütünleşme sürecini hızlandıracaktır.

Biz HAK-PAR olarak AB üyeliğinden yanayız; bunun için Türkiye ev ödevlerini bir an önce tamamlamalı.

AB standartlarında bir demokrasiyi savunuyoruz. Bunlar arasında insan haklarının tam olarak benimsenmesi ve hayata geçirilmesi var. Kadın ve işçi hakları, çocuk hakları da bunlar arasındadır.

Doğanın ve çevrenin korunmasına, insanımızın mutluluğu ve geleceği için büyük önem veriyoruz. Kentler doğayla uyum içinde, gerekli alt yapı düşünülerek planlı şekilde inşa edilmeli, doğal güzellikler, tarihi eserler titizlikle korunmalı.

Sayın Başkan,

Gerek Kürt sorunu ve Alevi sorununun çözümüne, gerek her alanda çağdaş bir demokratikleşmeye zemin hazırlamak için Türkiye’nin en başta çağdaş ve demokratik bir anayasaya ihtiyacı var.

Türkiye 30 yılı aşkın süreden beri 12 Eylül rejiminin topluma biçtiği bir deli gömleği olan 1982 Anayasası ile yönetiliyor. Bu anayasa zaman içinde bazı rötuşlara uğrasa da esasları değişmedi. Bir yılı aşkın zamandan beri parlamentoda yeni bir anayasa yapma çalışması var. Ama ne yazık ki bu çalışma da umulanı vermedi. Bazı partiler statükonun devamını istiyor ve mevcut anayasanın değişmesine karşı çıkıyorlar. Bazıları ise yine rötuş kabilinden bazı değişikliklerle yetinmek istiyorlar. Mevcut Anayasa’nın ilk üç maddesine dokunmama eğilimi ise güçlü.

Oysa Türkiye sorunlarını çözecekse, bu ülkede çağdaş bir demokrasi inşa edilecekse, buna uygun gerçekten demokratik bir anayasaya ihtiyaç var. Bunun için –devletin bir cumhuriyet ve demokratik, laik, sosyal hukuk devleti olma prensipleri dışında-  dibacesi ve ilk üç maddesi de dahil, mevcut Anayasa’nın hiçbir hükmü tabu kabul edilip değişmez sayılmamalı.

Yeni anayasa bir yasaklar demeti değil, özgürlükler demeti olmalı ve sorunların çözümüne zemin hazırlamalı. Bu nedenle şu esasların yeni anayasada yer almasını gerekli ve hayati görüyoruz:

  • Yeni Anayasa bu ülkede herkesi Türk sayma gibi tarih ve toplum gerçeğini hiçe sayan bir anlayıştan vazgeçip farklılıkları gözeten, herkesi kucaklayan bir vatandaşlık tanımı yapmalı;
  • Üniter devlet saplantısı gibi, yine toplumsal gerçeği yok sayan bir anlayıştan vazgeçip federal çözüme olanak verecek ademi merkeziyetçi bir devlet yapılanması benimsenmeli;
  • Anadilde eğitim hakkı yeni anayasada yer almalı;
  • Diyanet İşleri Başkanlığı anayasal bir kurum ve devlet kurumu olmaktan çıkarılmalı, vakfa veya benzer bir özel kuruma dönüştürülmeli;
  • Okullarda din dersi zorunlu değil, seçimlik olmalı.

Bunun yanı sıra, Siyasi Partiler Kanunu, Seçim Kanunu, TCK ve TMK başta olmak üzere tüm yasalar anti demokratik hükümlerden ayıklanarak demokratikleştirilmeli.

  • Seçim barajı kaldırılıp nisbi temsil sistemi getirilmeli; böylece Parlamento’nun temsil kapsamı genişlemeli.
  • Düşünce ile şiddet eylemi ve hakaret arasında net bir ayrım yapılarak, düşünce özgürlüğü güvenceye kavuşturulmalı.
  • Örgütlenme özgürlüğünün önünde hâlâ süregelen tüm engeller kaldırılmalı; Venedik Şartı’na uygun olarak şiddeti dışlayan tüm görüşler adları ve programlarıyla serbestçe örgütlenebilmeli.

Sayın Başkan,

Dünya değişti, toplum değişti ve mevcut sistemin de ciddi bir değişime ihtiyacı var. Türkiye artık bunu başararak sorunlarını çözmeli, uygar dünya ile arasındaki mesafeyi kapamalı.

Parlamento’nun, siyasi partilerin ve liderlerin, kısır çekişmeleri aşarak bu onurlu ve tarihi değişimi başarmasını diliyoruz.

Hükümetin bu kapsamda girişimde bulunmasını ve söz konusu cesur adımlara öncülük etmesini istiyoruz.

Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu konuda kendisine düşen tarihi rolü oynamasını istiyoruz.

Ana Muhalefet Partisi CHP’yi ve sorumluluk duyan tüm siyasi aktörleri, aydınları, ülkenin ve toplumun önünü açacak böylesi tarihi bir değişim ve dönüşüm için çaba göstermeye çağırıyoruz.

Ya bunu başarıp düze çıkacağız, ya da toplum, çözülmemiş sorunları ile acı çekmeye ve yanlış politikaların ağır bedellerini ödemeye devam edecek.

Kemal Burkay

Hak ve Özgürlükler Partisi Genel Başkanı

4 Aralık 2013

About Post Author