Söyleşi: İDRİS GÜRSOY/
Barış için en çok çaba gösteren Kürt siyasetçilerden Kemal Burkay, son süreçten ümitli. Fakat hem devlet organlarına hem de örgüt tarafına önemli uyarıları var.
Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) Genel Başkanı Kemal Burkay, 1993’te Turgut Özal’ın terörü bitirme çabaları sırasında Bekaa’daydı. Yurtiçinde ve yurtdışındaki bazı etkili odakların süreci nasıl baltaladığına bizzat şahit oldu.
Özal’ın ölümünü duyunca ilk defa ‘zehirlenerek öldürüldü’ diyenlerden biriydi. 31 yıl sonra sürgünden Türkiye’ye dönerken yeni bir fırsat yakalandığına inanıyordu. Sorunun çözümüne katkıda bulunabilmek için geldi. Yargı vesayetini bitiren 2010’daki anayasa referandumuna destek verdi. Ergenekon davalarının önemini her fırsatta vurguladı. Oslo’dan sonra İmralı’da silahı bıraktırma görüşmelerinin sürdüğü bir sırada Paris’ten gelen üç suikast haberinin hemen ardından sorularımızı cevapladı. Yeni süreçte çıkabilecek engelleri anlattı.
76 yaşındaki Burkay, önemli Kürt aydın ve politikacılarından. PKK ile ayrışıyor. Şiddet ve teröre karşı. Kürt sorununun çözümüne ilişkin başından beri savunduğu fikirler var. Türkiye’ye gelişi bazı Kürt ve Türk çevreleri rahatsız etmiş. “PKK’nın silahları bırakması daha çok Kürtlerin üzerindeki baskıların kalkması için önemlidir.” diyor.
-Özal’ın girişimleri ile 1993’te PKK silahları bırakıyor muydu? Bekaa’da neler yaşandı?
Ben Şam’a gittiğimde anlaşma sağlanmıştı. Celal Talabani’nin evinde Öcalan’la görüştük. Bir protokol imzaladık ertesi gün. Protokolde ateşkesin olumlu olduğu belirtiliyor, silahların susması için yapılması gerekenler sıralanıyordu. Kürt sorununun çözümü için yapılması gereken şeyler benim imzam ve Öcalan’ın imzası ile kamuoyuna yansıtıldı. Sonra ateşkesi uzatmak için yapılan ikinci basın toplantısı var nisanda. Birinci ateşkesten 1 ay sonra Bekaa’da bir basın toplantısı yapıldı. Ahmet Türk ve Celal Talabani, çok sayıda gazeteci katıldı. Toplantıdan kısa süre sonra Özal öldürüldü.
-Siz haberi ilk aldığınızda ‘zehirlenerek öldürüldü’ diyorsunuz.
Benim tahminim zehirlenerek öldürüldüğüydü. Öcalan’la daha sonra telefonla görüştüğümüzde, ‘Adamı götürdüler’ dedi. O da öldürüldüğüne inanıyordu. Zaten Özal’ı öldürmek istiyorlardı, daha önce ANAP Kongresinde kendisine suikast yapılmıştı.. Belli ki derin devlet Özal’dan memnun değildi. Ama bardağı asıl taşıran Kürt sorunu konusundaki çıkışlarıydı.
-Özal ne yaptı da bardağı taşırdı?
Celal Talabani ve Mesut Barzani ile görüştü. Bir bakıma onlara diplomasinin yolunu açtı. Özal, PKK ile devam eden çatışmanın böyle sürüp gidemeyeceğini, bunun çözüm olmadığını ilk fark eden devlet adamıydı. Gerçi Özal’dan önce de belli arayışlar vardı, 90’lı yıllardaki siyasi cinayetlere, provokasyonlara rağmen. Demirel Kürt realitesini tanıyoruz demişti. Çiller Bask modelinden söz etti. Mesut Yılmaz “Avrupa Birliği’nin yolu Diyarbakır’dan geçer,” dedi. Ama bununla kaldı, bir gelişme olmadı. Ordu baskındı, Kürt sorununda politikaları belirleyiciydi. Medyada Kürtlerle ilgili çıkacak haberler bile Genelkurmay’ın süzgecinden geçiyordu. Ama Özal daha cesurdu ve o, sorunun çözümü için adımlar atmaya cesaret etti. Özal’ın çatışmayı sona erdirmek, barışı getirmek için kafasında bir proje vardı. Çevresine hissettirdi. Güneydeki Kürt liderlerle temas, Öcalan’la görüşme bu projenin parçasıydı. Talabani’ye ‘Bu adama söyleyin silahları bıraksın, bana bir fırsat versin, belli adımlar atacağım bu sorunu çözmek için’ demişti. Talabani de Öcalan’la iyi ilişkileri olan biriydi. Talabani Şam’da Öcalan’la konuştu ve onu ikna etti. Öcalan orada Suriye denetimindeydi, buna rağmen ateşkese cesaret eedebildi. Öcalan’ın yürüttüğü çatışma Suriye’nin çıkarınaydı. Suriye, Türkiye’ye karşı koz olarak kullanıyordu, pazarlık unsuru olarak kullanıyordu PKK’yı. Suriye’ye rağmen çatışmadan vazgeçmesi zordu ama, Talabani bir şekilde ikna etti Öcalan’ı. Suriye’nin ateşkesten rahatsız olduğunu fark ettim.
-Nasıl?
Talabani’ye sordum ateşkesten sonra, ‘Suriye buna nasıl razı oldu?’ Bana verdiği cevap şuydu: ‘Acaba oldu mu?’ Suriye ne bekleyebilirdi? Kürtlerle Türk devleti arasındaki bu çatışma Suriye’nin işine geliyordu. Hatay sorunu, Fırat’ın suları sorunu Türkiye-Suriye arasında gerginlik sebebiydi. Dolayısıyla Suriye, PKK’nın silahları bırakmasını istemezdi. Basın toplantısından sonra Cemil Esed yemeğe davet etmişti. Talabani, Öcalan ve ben gittik. O akşam görüşemedik, ertesi güne kaldı. Ertesi gün ben ve Öcalan yemeğe kaldık. Cemil Esed ‘Bu iş ateşle barutla olur, barışla olmaz’ diye nutuk çekti. Anladım ki ateşkesten rahatsızlar. Cemil Esed, cumhurbaşkanının kardeşiydi.
-İçeride bu süreçten rahatsız olanlar kimlerdi?
Bence o zamanki Demirel hükümet bile hazır değildi. ‘Kürt sorunu çözülecek’ umutları çok yükseldi. Türkiye’nin Avrupalı dostları da teşvik ettiler, ‘Madem PKK tek yanlı ateş kesti, böylesi bir adım attı, bu uygun bir fırsat sorunu diyalog yoluyla çözün’ dediler. Ama hükümet buna hazır değildi; hangi adımları atacak, nasıl çözecek?.. Dolayısıyla sıkıştı. Ve 33 asker olayı gerçekleşti. Bu olay daha çok militarist güçlerin, savaşa koşullanmış olanların işiydi. Dörtnala giden bir atın aniden dizginlerini çekerseniz, rahatsız olur, üstündekini atar.
-33 er olayı ile Paris’teki suikastların benzer yönü var mı?
Var tabii. 93’ten sonra da, ne zaman yumuşama olduysa, diyalog kapıları aralandıysa, hükümetler ne zaman demokratik adımlar atmaya kalktıysa hemen arkasından bu tür provokatif eylemler geldi. Hatta AB üyelik sürecinde eylemler oldu. Belli ki barış karşıtı, demokrasi karşıtı olan statükocu güçler her zaman süreci baltalamak için provokatif eylemlere başvuruyor. Bunu o kadar çok yapmışlar ki, siyasetlerini bunun üstüne kurmuşlar.
-Terör, çatışmaların sürdürülmesi bir siyaset diyorsunuz?
12 Mart, 12 Eylül gibi darbeler kontrgerilla, Ergenekon ve JİTEM gibi örgütlerin ortam hazırlamasıyla gerçekleşti. Bunlar sağ ve sol örgütlere sızdılar, hatta paravan örgütler kurdular. İşin kolayını bulmuşlar; bombalar atacaksın, provokasyonlar yapacaksın ortalık karışacak, ondan sonra o adımı önleyeceksin, korkutarak hükümete geri adım attıracak veya hükümeti devireceksin. 1960’tan beri bunu yaşadık. Neyse ki son yıllarda askerî darbe girişimleri önlendi, ordunun yasal sınırları içine çekilmesi sürecini yaşadık. Ama bu derin yapı bir bakıma o yönü ile hâlâ temizlenmiş değil. Ameliyat yaparsınız ama içeride parça kalır, onun gibi bir şey hatta daha fazla. Derin devlet dediğimiz şey, uyuyan hücreleri ile devam ediyor. Ama darbe girişimlerinin boşa çıkartılması o kesimi zayıflattı, provokasyonlar yapmak kolay değil; buna rağmen yapılabilirler. Hâlâ korudukları mevziler vardır.
-Nerede bu mevziler?
Yurtdışında olabilir, yurtiçinde olabilir, Kandil’de olabilir. Derin devletin darbe ve provokasyon yapma gücü azaldı ama ‘tümden bitti’ diyemeyiz. Derin devletin PKK içindeki gücünü biliyoruz. Onları dağdan, Kandil’den alıp Silivri’ye koyamazsınız. Onlar eylemler yapabilir. Silvan’la başlayıp devam eden eylemler bir bakıma Ergenekoncular için umuda dönüştü. Ortalık gerilir, karışır, yangın yerine döner ve hükümet yıkılır, diye beklediler.
-KCK’ya bazı Ergenekoncu çevrelerin verdiği destek bu amaca mı yönelikti?
KCK’dan bekledikleri rol de buydu. PKK silahlı eylemler yapacak, KCK bir yandan şehirlerde eylem yapacak hükümetten kurtulmak mümkün olacak. Karşı devrim diye görüyorlardı, kendileri için felaket olarak gördükleri AK Parti’den kurtulmak böyle mümkün olacaktı.
-Siz Ergenekon ve derin yapılara dikkat çekiyorsunuz. BDP ve diğer bazı aydınlar bu örgütler ve eylemleri yokmuş gibi hareket ediyor?
BDP’dekiler politika belirlemekte rahat değil. Genellikle Öcalan’ın direktiflerine göre yürüyorlar. “İrademiz Öcalan’dır” dediler, bu yanlış. BDP legal bir parti gibi davranmalı, yasal kitlesel bir parti, politikalarını kendisi belirlemeli. PKK’nın silahlı gücü vesayetin başlıca nedenidir. Silahlar susmadıkça, PKK silah bırakmadıkça BDP’nin hatta diğer Kürt hareketlerinin özgürce politika yapması güçtür. Bizzat BDP’nin özgürce siyaset yapması güçtür. Hükümet partisi bile o bölgede rahat değil. Yöneticiler kaçırılıyor, bizim örgütlenmemiz rahat değil. Ben geldiğimde PKK neden linç kampanyası açtı?
-Neden?
Çünkü kendisinin dışında farklı bir ses istemiyor. Tâbi olacaksınız onlara, direktiflere evet diyeceksiniz, kim olursanız olun parti başkanı, il başkanı… Böyle demokrasi olmaz, siyasi çalışma olmaz. PKK’nın silah bırakması Kürtler için de çok gerekli, Kürt hareketinin siyasallaşması için çok önemli. Mevcut siyasi partilerin rahat çalışması için önemli. Silahta ısrar etmenin ne Kürt ne de Türk halkına bir yararı var; ama bunu bazıları istiyor.
-Kim istiyor?
Ergenekoncular, statükocular derin güçler… Onlar silahlar olsun, çatışma olsun, bombalar patlasın, belki bundan bize ekmek çıkar diye düşünüyorlar.
-‘93’te PKK’nın silah bırakmasından Suriye rahatsızdı’ dediniz. Bugünkü süreçten rahatsız olan ülkeler var mı?
Suriye ve İran’ın PKK’ya karşı tutumları duruma göre değişebiliyor. PKK’yı himaye eden Suriye, bir dönem geldi Öcalan’ı ve PKK’yı sınır dışı etti. İran’ın ilişkileri PKK ile koptu, PJAK’la savaşmaya başladı. Suriye’de durum değişince PDY’yi çağırdı, inisiyatif verdi. İran’la PKK da anlaştı, PJAK çekildi. PKK bu sefer İran’dan destek görmeye başladı. Dün savaşıyordu, bugün destek veriyor. Ortadoğu böyle bir yer, dostlar bir anda düşman hâline gelebiliyor. Burada siyaset kolay bir iş değil. Türkiye her şeye rağmen kendi sorununu çözüp Kürtlerle barışmalıdır.
-PKK kurucularından Sakine Cansız’ın öldürülmesinde mesaj kimeydi?
Sakine’nin son tavrı neydi bilmiyorum. Daha çok Öcalan yanlısı çizgide olduğu söyleniyor, bir iç infaz mı, barış karşıtlarının işi mi, bilemiyorum. Yalnız şu denebilir, belli ki, bu süreci engellemek isteyenler faal. Bu eylem, PKK içinde ve dışında diyalogdan kim rahatsız oluyorsa onların eseridir.
-PKK içinde görüş ayrılığı iç çatışmaya dönüşür mü?
Bir kısmı belki silahların susmasını destekliyor bir kısmı desteklemiyor; çünkü bazıları daha baştan ‘bizi kandırmak istiyorlar’ dedi. Duran Kalkan, ‘Silahları bırakınca ne olacak?’ dedi. Şimdi daha Öcalan’ın ne yapmak istediği tam anlaşılmadan onun mesajı kendisine tam ulaşmadan bu tavır çok ilginç. Daha işin başında yolu kapama girişimidir bu. Silah bırakmaya karşı kapıları kapama çabasıdır. PKK’nın içinde başkaları da olabilir. Fehman Hüseyin’in Suriye’nin adamı olduğu söyleniyor. Suriye yönetimi ile sıkı bağları varsa o da yapmak ister bunu. PKK’nın içinde herkes aynı şekilde düşünmüyor, öyle anlaşılıyor.
-Tek muhatap olarak Öcalan’ın alınması örgüt içinde rahatsızlığa mı sebep oldu?
Oslo başarısız olunca Öcalan’a yöneldi hükümet. Kandil’dekiler süreci sabote etti. Örgüt üzerinde en etkili isim Öcalan. Kimse örgüt üzerinde onun kadar etkili değil; ama herkes Öcalan gibi düşünüyor diyemeyiz. Herkesin gönül rahatlığı ile bu süreci kabul ettiği anlamına gelmez. Mesela yine PKK içinden bazıları, ‘başkanımız oradan çıksın’ diyor. Bunun hemen olamayacağını bilir insanlar. Bu suyu yokuşa sürmektir. Süreç işler, hükümet güven verici adımlar atar, PKK silah bırakırsa Öcalan’ın durumu da, siyasi af da gündeme gelir. O zaman doğal olarak yeni bir sayfa açılır. Ama bu bir anda olmaz. Yani bir girişime karşı yapılacak şey hemen, ‘bizi kandırmak istiyorlar’ veya ‘Öcalan özgürlüğe kavuşsun’ gibi toptancı tutumlar olmamalıdır. Eğer gerçekten çözüm istiyorsanız siz de kendi önerilerinizi getirirsiniz, makul şekilde tabii.
-Görüşmeleri MİT yapıyor?
Geçmişe oranla bu hükümetin MİT’e denetimi var, MİT bir parça sivilleşti. İkincisi, askerî vesayet geriletildi, darbe girişimleri boşa çıkarıldı. Öcalan daha önce askerî bürokrasinin etkisindeydi, ama sonra oradan uzaklaştı. Yani sivil otorite güç kazandıkça Öcalan da hesaplarını yeniledi, görüş açısını değiştirdi. Öcalan’ın 2011’den sonra silaha gerek yok demesi bir rastlantı değil, bu güçler dengesindeki değişimin sonucuydu. Son tavrı da bunu gösteriyor. Hükümetle çözebileceğini sanıyor.
-İmralı sürecinde yöntemi nasıl buluyorsunuz? Müthiş bir bilgi bombardımanı var? Nelere dikkat edilmeli?
Hükümet de el yordamı ile yürüyor. Oslo’da gizli götürdü görüşmeleri, deşifre olunca bu sefer kamuoyu önünde yapıyor. Kamuoyunu bilgilendirmeleri yanlış değil, kamuoyunu hazırlamaları lazım. Ama şu anda kamuoyuna verilmiş yeterli bilgi yok. Kulaklara fısıldanan şeyler var. Biz PKK’ya silah bıraktırmaya çalışıyoruz, diyorlar. CHP ve MHP’den sert eleştiri gelince geri adım atıyorlar. PKK silahları bırakacaksa, bunun yolu açılmalı, bu da ister istemez siyasi bir aftır. Dağdakiler gelip hapse girecekse neden gelsinler? PKK silah bırakacaksa bu çok önemlidir, dönüm noktası demektir. Böyle bir aşamada af da çıkarırsınız. Türkiye barışa ve demokrasiye ulaşacaksa buna değer. PKK’nın bunu yapması için ona göre dil kullanacak ve ikna edeceksiniz. Silahı bırak sana bir şey yok derseniz, silahı bırakmaz bu kadar açık. Güven verici adımlar kadar Kürt ve Türk kamuoyunun da kazanılması önemli. Türkler şuna ikna olmalı, bu soruna çözüm bulmamız lazım; Kürtler ikinci sınıf vatandaş olmaktan çıkarılmalı, eşit vatandaş olduklarına inanmalılar. Yöntemi belli, dünyanın her yerinde var.
-Nasıl?
Bir yandan PKK’ya silah bıraktırmak diğer taraftan Kürt sorununu çözmek gerekir. Amaç silahların bıraktırılması ise silahlar PKK’nın elinde, doğal olarak PKK ile görüşülür. Ama Kürt sorunu ile PKK aynı şey değil. Kürt sorunu PKK’dan önce de vardı ve çözülmezse PKK’sız devam edecek. Elbet sorun çözülecekse elbet silahların da susması lazım. PKK da Kürt sorununun bir parçasına dönüştü. Kürt sorunu PKK’yı oluşturdu. Öte yandan halk bu çatışma ortamından, şiddetten yoruldu, Türkler ve Kürtler silahların susmasını ve Kürt sorununun çözülmesini istiyor. Farkında olan politikacılar da var, farkında olmayanlar da. Mesela MHP’ye göre Kürt sorunu yok. CHP, Kürt sorunu var dese de yarım ağız söylüyor, projesi yok. AK Parti belli söylemler geliştirdi ama onun da kapsamlı bir projesi yok, gelip bir yerde durdu. Silahlar sorunun çözümüne engeldir. Silahlar bırakılınca çözüm için gerçekçi, kapsamlı projelere ihtiyaç var. İşin bu tarafına gelince toplum hâlâ bunu aşamıyor. Ne yapsak da Kürtleri ikna etsek diyorlar. Eşitlik temelli bir çözüm olmalı. Ben federatif çözüm diyorum, iki devletli demiyorum. Palyatif tedbirlerle çözmeye çalışmaktan kurtulmak lazım.
-Fethullah Gülen’in ‘sulhta hayır vardır’ mesajını nasıl yorumladınız?
Son derece olumlu buluyorum. Hem Türkler hem de Kürtler eski ezberlerden kurtulmalı. Önyargıları kırmakta bize görev düşüyor. Ortak yol bulmalıyız; eşitlik temelinde bir yaşamı, kardeşçe bir yaşamı birlikte örgütlemeliyiz. Her iki halk barış içinde yaşar, Türkiye hızla gelişir, tahmin edemeyeceğimiz kadar bir sinerji ortaya çıkar.
—————————————————
(*) Bu söyleşi Aksiyon Dergisi’nin 21 Ocak 2013 tarihli sayısında yayınlandı.