GÜNCEL

ORTADOĞUDA DEĞİŞİM SİNYALİ VE MUSUL

ORTADOĞUDA DEĞİŞİM SİNYALİ VE MUSUL

Latif Epözdemir

Musul operasyonu başladı. Bölgede büyük bir hareketlenme var.
Adına koalisyon güçleri denilen 63 ülkenin kendileri karada yok, adları havada dolaşıyor. Esas itibari ile DAİŞ’in varlığı daha çok Avrupa’yı tehdite yöneliktir. Dahası Şii mezhebinin üstünlüğünü kırmaya yöneliktir. Kürtlerle savaş DAİŞ’in birincil amacı değilken şimdilerde Kürtler kahramanca DAİŞ’e karşı karada tek başlarına direnmekte ve DAİŞ’i bölgeden silme mücadelesi yürütmektedirler. Peşmerge bu savaşta ağır kayıplar da veriyor, verecek. İlerleyen zamanlarda belki de Şii milislerle de kapışacak ya da Musul’un güvenliği konusunda yine özveride bulunacak.

Herkesin bir hesabı var. Avrupalı’nın DAİŞ’le mücadelede ayağı yere değmiyor, ama DAİŞ tehdidinin son bulmasını istiyor. Kürdistan’ın bağımsız devlet kurması konusunda bir meramı var. Şii Araplar ve İran birlikte bölgeyi kontrol etmek istiyor. Bir mezhep egemenliği amaçları var. Manevra alanı giderek daralan PKK kendine yeni mevziler bulmaya çalışıyor, daha çok İran’a yakın duruyor. TC bölgede bir güç olmak istiyor, bölgenin revizyonunda aktif rol almak istiyor. ABD, BOP düşünü sürdürerek bölgenin yeniden şekillenmesini arzuluyor. Rusya Suriye’de mutlak varlığını kalıcı hale getirdi. Irak’ta daha çok mütefikleri aracılığı ile politikalarını sürdürüyor. Avrupa DAİŞ tehdidinden ve mülteci akınından kurtulmak istiyor.

Bu mücadelede kimileri canı ile, kimileri parası ile, kimileri siyasi manevra kabiliyeti ile, kimileri teknolojik üstünlükleri ile, kimileri emperyal üstünlüğün verdiği ayrıcalıkla, kimileri BM’nin beşte bir daimisi olma avantajı ile yer alıyor.
Gerçek şu ki Musul’da hiçbir şey eskisi gibi olamayacak. Musul’un kaderi değişecek. Müstakbel Musul’un kaderi müstakbel Irak’ın kaderidir. Musul’un kurtarılması, Ortadoğu’da statü değişiminin mihenk taşıdır.

Musul DAİŞ tarafından işgal edilince statüsü değişti ve bu değişim bölge ülkeleri ve emperyal güçlerin iştahını kabarttı. Zaten Lozan ile birlikte yüzyıllık bir kaderi çizilmiş olan Musul’un gelecekteki statüsü bölgesel revizyon ve değişimin en önemli faktörü olacaktır.

Türkiye bölgede sadece Güney Kürdistan hükümeti ile barışık durumda. Yakın zamana kadar tam da TC, ABD ve Bölgesel Kürt Hükümeti’nin Irakta ulusal çıkarları ortaklaşıyor, örtüşüyor derken Musul’un kurtarılması ile ilgili Başika krizi baş gösterdi. Önce ABD’li general Başika’da Türk askeri varlığını “illegal” ilan etti, ardından Irak Devlet Başkanı İbadi daha da ileri giderek Türk askeri varlığını izinsiz bulunduğu gerekçesi ile“işgalci” ilan etti. Buna karşılık Kürt federe devletinden siyasi gözlemciler, Türk askeri varlığının Irakın daveti ile gerçekleştiği yönünde görüş beyan ettiler. Bu doğruya en yakın olan belirlemedir.

Haydar İbadi’nin Başika konusundaki açıklamaları yanlış ya da doğru, kabul edersiniz etmezsiniz bu ayrı bir konu. Ama bu açıklamalar karşısında takındığınız tavır diplomatik bir tavır olmalı, uluslararası hukuka uygun olmalıdır. Cumhurbaşkanının “sen kimsin” “sen benim muhatabım değilsin” yönündeki açıklamaları yakışıklı değil, rencide edicidir. Irak Devlet Başkanı Irak ile ilgili her konuda muhatap bir yapıya sahiptir.
Cumhurbaşkanının bu tutumu, Irak ile gerilimi arttırmaya ve savaş noktasına getirir. Bu savaş ise bir üçüncü dünya savaşı, yeni bir paylaşım savaşı haline gelebilir.

Irak’ta ateşin düşürülmesi gerekir. Siyasal diyalog ve diplomasi ile anlaşmazlıklar çözülmelidir. Restleşme, kabadayılık, gösteriş ve tehdit bir uzlaşma yöntemi değildir.

Musul’un kurtarılması konusunda, Kürtlerin ayrılıp ayrı devlet kurması konusunda ve buna benzer temel-stratejik konularda şimdilik bir sessizlik var. Herkes bekle gör politikası güdüyor. Bağımsız Kürdistan’ın kurulması şimdilik Musul sonrasına ertelenmiş gibi görülüyor.

Irak’ta bölgesel ve emperyal güçlerin görüş ayrılıkları devam ediyor. Görüş ayrılığına neden olan konu Kürtlerdir. Kürtlerin gelecekteki statüleridir. İran, Irak, Süriye ve Türkiye’ye bölüştürülmüş olan Kürt topraklarının yeni dönemdeki statüsü ve Kürtlerin yeni yüzyıldaki yazgılarıdır.

Gelinen noktada Türkiye bir biçimde ikna edildi, Musul operasyonuna katılabileceği konusunda ABD görüş beyan ederek topu Irak merkezi hükümetine attı. Önümüzdeki günler Türkiye’nin Musul’a ilişkin tavrı ya da “palanları”nı hep beraber göreceğiz.

Yine geçtiğimiz günlerde hiç gündemde yokken Cumhurbaşkanı durduk yerde Lozan tartışmalarını başlattı. Sözü Lozan’dan zararlı çıktıklarına getirdi. Lozan’ı sinir ucu bilen ve öve öve bitiremeyen Kemalist tayfa ve ulusalcı varlıklar tepkiler yağdırdı.

Lozan duyarlılığı bir Türk ideolojisidir.
Türk siyasetinin “misak-i milli” tanımı hala değişmedi. Bu ütopyanın bir süre daha devam edeceği görülüyor.

Doğrusu Lozan’dan en çok zarar gören, ülkeleri dört parçaya bölünerek paylaştırılanlar Kürtlerdi. Bu nedenle Kürtler yıllardır Lozan’dan muzdariptirler.

Cumhurbaşkanının Lozan’a ilişkin memnuniyetsizliği ile Kürt halkının memnuniyetsizliği aynı şeyler değil. Cumhurbaşkanı Lozan ile “misak-i milli”den az pay kaldığını söylemekte, Kürtler ise ülkelerinin sömürge haline getirildiğini iddia etmekteler. TC’nin “ misak-i milli” hasretinin hala devam ettiği anlaşılmaktadır. Güya Lozan ile TC, daha önce Osmanlı tarafından işgal edilmiş olan Musul, Kerkük, 12 adaları, Balkanlar, Arnavutluk ve kimi Afrika ülkelerini kaybetmiş. Yani söz konusu ülkelerin Osmanlı boyunduruğundan kurtularak kendi devletlerini kurmasını TC hala sindirmiş görünmüyor.

Hatırlanacağı gibi geçmiş yıllarda Recep Tayyip Erdoğan Lozan’la ilgili şöyle demişti: ”Bu antlaşma Türkiye’nin tapu senedidir.” Peki şimdi ne oldu da bu tapu senedinden vazgeçiliyor, ne değişti de tapu senedi delinmek isteniyor. Elbet bu eski bir rüyanın yeniden depreşmesidir.

Lozan’la statü sahibi olan Musul operasyonu başladı. O eski statü revize edilecek. Musul’un sekiz özerk bölgeye ayrılacağı ve bir genel vali tarafından yönetileceğine dair bilgiler var. Kürtler bakımından önemli olan Musul’daki Kürtlerin Kürdistan hükümetine bağlanmasıdır.
Türkçülerin ”misak-i milli” düşü devam ettiği için TC, Musu’lun geleceği ve kaderi konusunda söz sahibi olmak istiyor. Musul’da hak talep ediyor, durumdan vazife çıkarıyor.

Görünen o ki Musul’un kurtarılması ve gerçek sahiplerine teslim edilmesi o kadar da kolay olmayacak. Musul’u DAİŞ’ten kurtaracak güçlerden Musullular, kendilerini kurtaramadıkları sürece, Musul’un gerçek kurtuluşu gerçekleşemeyecek.

Sayın Barzani’nin son dönemlerde Irak merkezi hükümet ile Musul meselesini tartışmak ve Irak merkezi devletinin sınırları içerisinde Musul’u tutabilmek yönündeki çabalarını onurlu ve olumlu görmekteyiz. Çünkü Musul 100 yıldan beri bu statü içerisinde kalmış olan bir yerleşim yeridir. Her ne kadar DAİŞ tarafından işgal edilmiş olsa bile o Irak diye bilinen coğrafyanın içerisinde var olan bir yerdir.

Musul demografyasına bakıldığında Musul’un yarısının Kürt diğer yarısının da diğer etnik kesimlere ait olduğu görülecektir. Dolayısı ile eğer söz sahibi olunacaksa Musul’la ilgili en fazla Kürtlerin ve Arapların söz söyleme hakkı vardır. Türkiye Devleti’nin Musul’la ilgili gerçekleşebilecek bir hayali olamaz, bir iddiası olamaz. Bu nedenle Türkiye’nin Musul’la ilgili hayalleri ham bir hayaldir ve bulanık suda balık avlamaktan başka bir şey değildir.

Musul yerel ağırlıklı askeri güçlerin alan hakimiyeti ve koalisyon güçlerinin hava desteği ile kurtarıldıktan sonra Kürdistan parlamentosu ve Irak parlamentosu Musul’un yeni statüsüne birlikte karar vermelidirler. Çünkü Saddam döneminde çizilmiş olan demografik harita kesinlikle Musul’daki Kürt varlığını Kürdistan’dan ayrı tutan bir harita biçimindeydi. Geçmişte Baas rejimi bir çok Kürt yerleşim bölgesini Kürdistan hükümetinden ayrı kalabilecek şekilde farklı eyaletlere bağlamıştı. Xaneqin, Derbendixan, Rewanduz, Mendeli, Şingar ve Musul’un Kürt bölgeleri buna örnektir. Saddam’dan sonra bile bu idari şekillenme hala devam ediyor. Musul operasyonu ile bu adaletsizlik de son bulmalıdır.

Öte yandan Suriye’de de kutuplaşmalar, çekişmeler devam ediyor. Türkiye Fırat Kalkanı Harekatı ile Suriye topraklarına girdi. Özgür Suriye Ordusu’nun üzerindeki ölü toprağını atarak arkasına geçti. TC’nin Suriye’deki varlığı da davetli bir şekilde değil. Lakin Türkiye Suriye topraklarında savaşıyor. Suriye’nin geleceği için söz sahibi olmak istiyor. Alanda faaliyetleri bu nedenle sürdürüyor.

Halep yok oldu, olacak. Bu tarihi kentte her gün onlarca kişi öldürülüyor. Halep yangın yeri.
Halep’te yaşarsan Ümran bebek, kaçarsan Alan bebek gibi olur kaderin. Halep’in geleceği, Suriye’nin geleceğini belirleyecek.

TC biraz da Halep’teki vahşeti siyasi malzeme yaparak bunun üzerinden BM’nin daimi temsilcilerine yükleniyor. Bilindiği gibi Suriye’de ABD/PYD ortaklaşması ve “stratejik” ortaklığına TC karşı gelerek bariyer oluşturmaya çalışıyor. TC Suriye’de Kürtleri karşısına alan bir politika izliyor. Kürt bölgesinin özgürleşerek bir statüye kavuşmasını bir tehdit olarak algılıyor. Cerablus ve Menbiç, El-Bab ve diğer sınır kasabaların kendi kontrolünde olmasını Kürt istikbali bakımından önemli görüyor. Türkiye Suriye’de Kürt aidiyetini sarsmaya çalışıyor.

Türkiye Suriye ile olan 900 kilometrelik sınırını beton duvarlarla kapatıyor. Daha önce mayınlarla döşenmiş, tel örgülerle çevrilmiş olan Kürt yerleşim alanları şimdi de duvarlarla ayrılıyor. O yaka ve bu yakanın irtibatları kesiliyor. Çelik bariyerlerden oluşmuş olan duvarlar her iki yakayı birbirinden ayıran adeta setler biçimdedir. Örülmekte olan bu duvarlar dünyada Çin seddinden ve Diyarbakır surlarından daha sonra dördüncü büyük duvar niteliğindedir. Peki bu duvarlar örülünce sorun çözülecek mi?

Kuşkusuz bu gün Kürtlerin aidiyetini sarsmak için birçok komplo düzenlenmektedir. Geçmişte de bu komplolar vardı. Bu senaryonun başrolünde, TC, Baas rejimi, Ayetullahlar ve PKK/PYD oynuyor. Bölgede sürdürülen vekalet savaşlarının niyet ve amacı Kürt aidiyetini sarsmak, Kürtlerin geleceğini karartmaktır.
Türkiye’deki Kobani eylemleri ile bölgede ve Marmara’da Kürtleri saran bir milliyetçi dalgaya rastlandı. Ancak bu rüzgâr erken duruldu. Bu rüzgarın esmesinde sayın Erdoğan’ın o günlerde Kobaniye ilişkin demeçleri aksi tesir yaratarak bu dalgalanmayı tetikledi.

Oysa ki Kürtlerde “Pankürt” eğilimler, “bağımsızlıkçı” düşünceler pek etkili değildir. Örneğin Türkiye’de biz Kürtler diğer parçalarda özgür ve demokratik bir yaşam oluşsun, hayat normale dönsün, refah, huzur, barış ve mutluluk tesis edilsin isteriz. Oralardaki başarıları alkışlar ve gururlanırız. Ama PKK’nin dışında hiç bir Kürt örgütü diğer parçaların iç işlerine karışmayı, müdahale etmeyi siyaseten doğru görmez ve müdahaleci de olmaz.

Türkiye bölgede bir aktör olmak istiyor. Kendisine yeni roller bulmaya çalışıyor. Bu nedenle sağa sola kafa tutuyor, fütursuz işler yapıyor. Türkiye’nin Ortadoğu’da söz sahibi olmasının yolu Kürtlerin haklarını tanımaktan ve onlarla barışık yaşamaktan geçer. Türkiye kendisi ve Kürtler arasına duvarlar örerse, tel örgüler ve mayınlarla Kürt ailelerini birbirine ulaşılamaz kılarsa, bu sorundan kurtulamaz, Kürtlerle yeni ve ciddi bir duygusal kopuş yaşar.

Türkiye içte ve dışta onurlu ve sürdürülebilir bir siyaset izlemek durumundadır. Bu siyaset, insan haklarına, hukukun üstünlüğüne ve adalete dayalı olmalıdır. Bunun için yeni bir anlayış geliştirmek gerekir. Çelik duvar, Başika kampı, Fırat Kalkanı Harekatı ve diğer konulara harcanan para ile bölgede yeniden bir yaşam başlayabilir. Ceylanpınar, Suruç, Kilis, Akçakale gibi Lozan’la ortadan ikiye bölmüş olan Kürt şehirlerinin orta yerine bu kez de duvarlar örerseniz, bu duvarları Kürtlerin kalbinin orta yerine örmüş olursunuz. Bu durum, Kürtlerin aidiyetini sarsar. Kürtlerin size olan güvenini sarsar, Kürtlerle aranıza uzun bir mesafe koyar. Kürtlerde duygusal kopuşu hızlandırır. Bu nedenle eğer Kürtlerle barışık olmak istiyorsanız Kürtleri kazanmak istiyorsanız Kürtlerin toprağının üstüne yani Kürtlerin göğsünün orta yerine duvar örmekten vaz geçmeniz gerekir.

Latif EPÖZDEMİR
HAK-PAR Genel Başkan Yardımcısı

About Post Author