15 Temmuz sonrası Türkiye görünümü
2016-08-13 20:45 |
Ali Reşat Öztürk |
15 Temmuz gecesi yapılan darbe kalkışmasının ardında Türkiye’nin Devlet olarak zaafları görünür biçimde gün yüzüne çıktı. Parlamentosu kalkışmacı askerlerce bombalandı, siviller hedef alındı, devlet yöneticilerine karşı suikast girişimleri yapılmaya çalışıldı. Ancak buna karşın bu güne kadar olmayan bir başka durum da gerçekleşti, halk darbeye karşı sokağa döküldü, siyasiler darbeye karşı ortak tavır aldı. Bu sayede Türk siyasi tarihinde bir ilk olarak darbe başarısızlığa uğratıldı. 16 Temmuz itibarı ile Türkiye siyasal ve toplumsal anlamda yeni bir boyuta evrildi. Ancak !
Tekçi siyasal sistemin, gerek yönetsel yapısından kaynaklanan ve de gerekse bu yapı içindeki gurupların menfaat çatışmasının sonucu çıkan iç hesaplaşmasından kriz daha da derinleşmiş kaosa dönüşmüştür. Mevcut siyasal erk ise darbe gecesi darbeye karşı, başarılı bir şekilde karşı dururken; darbenin sona ermesinden sonra bu durumu demokratik bir ortama evriltmede aynı başarıyı gösterememiş. Mevcut siyasal sistem içinde her zaman darbenin olabileceğini bu anlamda sistemi sorgulama, çok uluslu çok inançlı bir yapı için herkese eşitlik, özgürlük ve adalet isteyen yaklaşım yerine; Mevcut tekçi ve lider sultasına dayalı sistemin içinde kalarak klasik argümanlarla ( Tek devlet, tek bayrak, tek millet; şehitler ölmez vatan bölünmez vb.) ırkçı ümmetçi şoven slogan ve söylemlerle halkı yönlendiriyorlar. Herkese eşitlik, özgürlük ve adalet isteyen kitlelerin ise bu alanlarda olması mümkün olmamakta. Zira siyasal erk ve parlamento da temsilcileri bulunan diğer siyasi partilerin de zaten böyle bir talepleri yoktur. İsteyenlerinde bu anlamda alana çıkması mümkün değil. Bu nedenledir ki; bu krizi, geniş halk kesimlerinin ve bireylerin eşit, özgür, adilce birlikte yaşayacağı siyasal dönüşüm, demokratikleşme için bir fırsata çevirmesi gerekirken ne yazık ki tekrar başa dönülmüş. Darbe sonrası siyasal erk olağan üstü halin koşulları var deyip, ülkenin tamamında olağanüstü hal ilan etmiş, bakanlar kurulunca çıkarılan KHK ile yönetme devri başlamıştır. Çıkarılan ilk iki( 667,668 sayılı) kanun hükmünde kararnamede soruşturma ve kovuşturma için yapılan düzenlemelerde adil yargılamanın koşullarını ortadan kaldırmıştır. Darbeci FETÖ terör örgütü ile mücadele ediyoruz, sistemi onlardan arındıracağız derken, yapılan uygulamalar şimdiden geniş halk kesimlerini mağdur etmeye başlamıştır. FETÖ örgütü ile ilişkisi var deyip bir kısım iş yerleri kapatılmakta; Bunların mal varlığı ise devlete devredilmektedir. Bu işyerlerin çalışanları ise kapı dışarı edilip, hiçbir hakları ödenmemekte kötü muameleye maruz kalmaktadırlar. Doğru dürüst planlı bir çalışma yapılmadan FETÖ ile mücadele ediyoruz deyip yelpaze geniş tutulur, olur olmaz kişi aile ve gurupların üzerine gidilirse bu durum FETÖ ye yarar, mazlum ve mağdur rolüne oynayarak daha da büyüme ihtimali doğar. Siyasal erk; Biz anti demokratik bütün kurum ve kuruluşları yeniden yapılandıracağız, hukuku da buna göre düzenleyeceğiz diyeceğine; alanlarda halka “idamı isteriz” sloganını attırıp şimdiden 3. Dünya ülkesi ceza hukukuna doğru gidişin haberini vermektedir. Şu bilinmelidir ki bu gün idam ile ilgili yasa çıkarılıp, yasalaşsa dahi bu FETÖ’cüleri kapsamaz. ( Hiç kimsenin idamını istemeyiz) Çünkü ceza yargılamasında aleyhe hükümler geçmişe yürümez. Bu yasanın FETÖ’cü örgüt için çıkarılmayacağı gün gibi ortadadır. Geriye tek sebep kalır bu da tekçi üniter, kişi sultasına dayalı sistemi değiştirmek için mücadele edecek demokrat, yurtsever kişi ve örgütlenmeye karşı bir korkutma ve sindirmeye yönelik olduğu herkesçe aşikardır. Kişi ve kişiler hukuka aykırı bir fiillerinden dolayı gözaltı yapıldığı anda itibaren devletin hukuki güvencesi altındadır. AİHS 3. Md ”hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz” demektedir. Halbuki TV lerde izlediğimizde gözaltına alınanlara işkence yapıldığı bariz görülmekte ve de göz altılarında insanların ölümlerini duymaktayız. Yine kişiler hukuka aykırı bir fiillerinden dolayı ölü olarak ele geçirilmiş olsa dahi bunlara kötü muamele, leş muamelesi yapılamaz. Yapılırsa insan onur ve saygınlığına karşı bir işlem yapılmış olur. Bu durumda onların ve yaşayan yakınlarının da onur ve saygınlığı incitilmiş olur. Halbuki görüyoruz ki bir çok insan bu kalkışmada öldürülen darbecilerin cenazeleri bir yerde ortada kalmış gibi bir durum ile karşı karşıya kalmış, Devletin imamı tarafında cenaze namazları kılınmamış, mezarlıklarda definlerine izin verilmemiştir. Alanlarda ölülere hakaretler yağdırılmış. Bu tür uygulamalar insanı ve insanlığı derinde yaralar. İnsanlıkla bağdaşan davranışlar ve uygulamalar değildir. HAK-PAR olarak diyoruz ki; Başta idama karşıyız, Temel hak ve özgürlükler halka sorulamaz, referanduma sunulamaz, baskı, sindirme ve korkutma aracı olarak da kullanılamaz. Olağanüstü hal üç aylık süreyle sınırlı kalmalı, bir daha uzatılmamalı, normalleşme için bu dönemin geçiş süreci olarak ele alınıp normale geçiş sağlanmalıdır. Olağan üstü halin bu üç aylık dönemde uygulanırken Anayasanın 13. maddesinde belirtilen “Temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunulmaksızın, ölçülülük ilkesine uygun davranılması“; Ayrıca AİHS 15. Md Olağanüstü hallerde askıya alma başlığının 2. Fıkrasında atıfta bulunduğu 2. Md. Yaşam hakkı “herkesin yaşam hakkı yasanın koruması altındadır”; 3. Md “Hiç kimse insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz”; 7.Md. 1. Fıkra hiç kimse işlediği zaman ulusal ve uluslararası hukuka göre suç sayılmayan bir fiil veya ihmalden dolayı mahkum edilemez. Yine suçun işlendiği sırada uygulanabilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez” Temel hak ve özgürlüklerle ilgili maddelerini HAK-PAR olarak önemsiyoruz. Belirtmiş olduğumuz maddelere uygun davranılmasını; aksi uygulamaları kınadığımızı ve şiddetle karşı çıktığımızı belirtiriz. 13.08.2016 Ali Reşat ÖZTÜRK |