GÜNCEL

“Birlikçilik” üzerine 2

 

“Birlikçilik” üzerine 2


Kuzey Kürdistan’da sıkça gündemi meşgul eden “birlik” söylemleri ve çağrılarının anlamı nedir?

 

Şimdi bu duruma bir göz atalım:


Kuzey Kürdistan’da aynı sosyal tabakalara/sınıflara dayanan, nerdeyse aynı dünya görüşüne, aynı nihai hedeflere ve çalışma prensiplerine sahip çok sayıda “parti” “hareket” ortaya çıkmış durumdadır.

Üstelik her geçen gün bu dağınıklık artarak devam etme eğilimindedir.

Bu grupların dayandığı zemin kent- küçük burjuva tabakalarıdır. Bu yapılar küçük burjuva sınıfın istikrarsızlıkla karakterize olan yapısını da aynen taşımaktadır.

 

Bu yapının derin sınıfsal analizini bir yana bırakıp reel duruma bir göz atalım;

Elbette ki bu durum mantıklı, izah edilebilir sağlıklı bir durum değildir.

 

Sıkça “Kürtler arası birlik” ten bahsedip sonrada sömürgeci partilerde boy gösteren siyaset cambazlarını bir yana bırakıyorum.

Zira Kürt özgürlük mücadelesini omuzlayan kadrolara “neden birlik olmuyorsunuz ?“diye soran, akıl veren, eleştiri yağmuruna tutan çok sayıda “siyasetçi”nin aynı zamanda sömürgeci düzen partilerinin aktif kadroları olması bir realitedir ve soruları ancak kara mizahla cevaplanabilir.

 

Bu gün Kürt ulusal taleplerini programlarının merkezine koyan, kendilerini Kürt/Kürdistan partisi veya hareketi olarak adlandıran çok sayıda aktör vardır.

 

Ortada bir partinin tek başına kapsayamayacağı kadar büyük bir kitlesellik de görülmediğine göre, bu partilerin ayrı ayrı ortaya çıkmalarına, ayrı durmalarına pek de akıl erdiremeyenler de samimimi olarak “neden birlik olmuyorsunuz?” diye haklı bir soru yöneltmektedirler.

 

Bu benzer, birbirinden türeyen parti ve hareketlerin,   sık sık “birlik” çağrıları yapmalarına rağmen neden somut bir ilerleme sağlayamadıklarına da şaşırıyorlar.

 

Kısa bir süre öncesine kadar aynı örgüt içinde olan kadroların bir kısmı ayrılıyor, mevcut örgütü parçalıyor, küçültüyor, kopardığı birkaç kadro ile öncekine neredeyse tıpa tıp benzeyen projelerle, ama farklı bir isimle yeni bir “parti” oluyor ve diğerlerine “gelin birlik olalım” çağrısı yapıyor!

 

Kimsenin “be arkadaş, o kadar “birlik” meraklısıysan neden önceki birliği dağıttın, birlikte olduğun arkadaşlarından ayrıldın?” diye sormayacağından emin, yoluna devam ediyor.

Nasıl olsa bay “birlikçi” yanına birkaç kafadar da bulabiliyor…

 

Başka da işi olmayan bu “birlikçi” kadrolar arasında başlayan birlik görüşmeleri yıllarca sürüyor. Bir kaç salon toplantısı, bolca basın açıklamasıyla tüketilen yıllar heba oluyor, beklenen, hedeflenen “birlik” bir türlü gerçekleşemiyor!

 

Avrupa’da bir biriyle savaşan, milyonlarca insanın ölümüne neden olan devletler birleşmeyi başarıyor, “Avrupa Birliği”ni kuruyor; ama bizimkiler hala “birlik “görüşmesi yapmaya devam ediyor…

 

Bazen, hasbelkader iki örgüt birleşmeyi başarırsa da, ortaya iki örgütün birliği çıkmıyor.

Hemen içlerinden “İki örgütün birleşmesine karşı olan” yeni bir ekip çıkıyor ve üçüncü “birlik örgütü” türüyor.

 

Bu kara mizah örneği “birlik macerası sürüp gidiyor…

Bizdeki “birlikçilik” maalesef bu minval üzere yoluna devam ediyor.

 

Bin bir emek ve umutla, büyük iddialarla oluşturulan ve beraber çalışma kültürünü yerleştirmek bir yana, var olan kadroların da bir birini suçlaması ile bu alandaki umutsuzluğu büyütmekle sonuçlanan pek çok eski girişimi bir yana bırakalım.

 

Son yılların en kapsamlı birlik projesi olan HAK-PAR sürecine bir göz atalım.

Zira bu süreç, bu gün sahnede olan kimi “birlikçi” kadroların tutumu ve samimiyetlerinin görülmesi açısından incelenmeye değer, oldukça öğreticidir.

 

Farklı örgütsel geleneklerden gelen siyasetçiler bir araya gelerek, çok uzun tartışma ve çalışmalar sonucunda, 2002 yılında, rahmetli Abdulmelik Fırat başkanlığında HAK-PAR’ı kurdular.

 

Tüzüğü (yani çalışma prensiplerini), Programı (yani fikri yapıyı ve yakın hedefleri) birlikte hazırlayıp, altına imza attılar.

 

Yarattıkları bu “birlik “projesinin dışında kalan herkese de “gelin birlik olalım” diye çağrıda bulundular.

 

Bu kadrolar şu ya da bu şekilde yaklaşık 40 yıldır bir birlerini tanıyan, birlikte farklı örgütlerde kümelenmiş, çalışmış, deneyli, birikimli; hemen hepsi birçok “birlik” denemesinden başarısızlıkla çıkıp yeniden “birlik” için çalışan siyasetçilerdi!

 

Pek çok “siyasetçi”, “aydın”, bağımsız şahsiyet de; ön yargılarını bir yana bırakmak, bu “birlik” girişimine destek olmak yerine “şurası yanlış”,”şurası eksik”, “bu kişiyle olmaz” gibi gerekçeler yaratarak, HAK-PAR sürecini uzaktan izlemekle yetindi.


Yine de hatırı sayılır bir kadro ortaklaşabildi.

Kendisini İslamcı, sosyalist, milliyetçi, liberal olarak tanımlayan kadrolar buluştu.


Sonuçta 2002 de yurtsever çevreler arasında bir birlik projesi, Farklı kesimlerden gelen Kürt özgürlükçülerinin buluşacağı birlik zemini olarak HAK-PAR siyaset sahnesinde yerini aldı.

 

HAK-PAR bu güne dek 6 kongre gerçekleştirdi.

 

Birlik adına HAK-PAR’ı kuran “birlikçi” kadroların bir kısmı her dönemeçte, her önemli süreçte ortaya çıkan sorunları diyalogla, sabırla, hoş görüyle ve uzlaşma ile çözmek yerine yollarını ayırmayı tercih ettiler.

 

Oysa ortada bu tür sorunların nasıl çözüme kavuşturulacağına dair, herkesin imzasını taşıyan bir tüzük vardı.


Parti nasıl yönetilir, karar organları nasıl oluşur, kararlar nasıl alınır, görüş ve düşüncelerin kararlara dönüşmesi için hangi yollar takip edilir, nasıl muhalefet edilir, nasıl aday olunur, seçilmek için hangi yollar izlenir? Vb. tüm parti faaliyetleri açıkça bu tüzükte uzlaşma ile antlaşma ile imza altına alınmıştı.


Azınlıkta olan bir görüşün, düşüncenin egemen olması için veya seçilmek isteyen bir kişinin muradına ermesi için tüm yollar açıktı. Tek şart çalışmak, üye ve delegeleri ikna etmekti.

 

Peki, bu “birlikçi” arkadaşlarımızın tutumu ne oldu?

 

Parti organlarında, kongrelerinde istedikleri, gönüllerinden geçenler olmayınca; araçların soldan seyrettiği Londra’da, sağ şeritte araba kullanan ve herkesin yanlış şeritte seyrettiğini düşünen Laz fıkrası gibi partiyi suçlayıp yollarını ayırmayı seçtiler.

 

Kendini-ki genellikle başkan veya yönetici olmakla sınırlı düşüncesini, kırmızıçizgi haline getirmek, “olmazsa olmaz” diye dayatmak, demokratik kültürle bağdaşır mı?


Bu tutum “birlik projesine”, “yüksek ideallere” zarar vermez mi?

Zar zor bir araya gelen kadrolar arasında güvensizliği arttırmaz mı?

Kendisi gibi düşünmeyen üye, delege, yönetici vs. kadrolara saygısızlık olmaz mı?


Bundan sonra yapılacak “birlik” çağrılarına, gelin “birlikte çalışalım” sözlerine samimiyetsizlik gölgesi düşürmez mi?

 

Ne yazık ki “Ya benim dediğim olur ya da giderim ha!” siyaseti her kongre sürecinde, her seçim atmosferinde birliği tehdit eden bir dayatma oldu.


Oldu da ne oldu?

Giden gitti, HAK-PAR yoluna daha güçlü bir şekilde devam etti.

    

HAK-PAR Kürt halkına, davasına hizmet eden bir demokrasi okuludur.


Bu okuldan mezun olanlar da sınıfta kalanlar da olacaktır elbette… Her okulda olduğu gibi burada da derslerden kaytaran, tasdikname alan, hatta okuldan kaçıp okula zarar vermeye çalışan, camları- pencereleri taşlayan öğrenciler de olacaktır.


Olsun.

Politik hayat da böyle bir şey zaten…

Bilinmelidir ki; farklı toplumsal kesimleri, inanç gruplarını, etnik yapıları, sınıfları, farklı cinsleri bir arada barındıran bir şehri veya ülkeyi yönetmenin ilk basamağı, ilkokulu; partidir.

Ülkeyi yönetmeye aday kadrolar partilerde olgunlaşırlar. Öğrenirler. Demokratik kültür ve gelenekler bu çalışmalar içinde kökleşir.

 

“Birlik” çağrıları öncelikle samimiyeti gerektirir.

Özveriye hazır olmayı, sabırlı olmayı, kendini dayatmadan, uzlaşarak, ikna süreçlerini ustaca kullanarak, yaratıcı olmayı, yeni makul yollar bulmayı, takıntılardan kurtulmayı, ön yargıları aşmayı başararak, bazen geri çekilmeyi de bilerek yürümeyi gerektirir.

 

Bu gün ortalıkta yankılanan birlik çağrılarını doğru- güzel bir çağrı olarak değerlendiriyorum; ama ne yalan söyleyeyim biraz temkinli yaklaşıyorum…

 

Bu gün birlik çağrıları yapan arkadaşların en azından önemli bir kesiminin daha önce HAK-PAR da Genel başkan, Genel başkan yardımcısı, Parti Meclis üyesi, il yönetim kurulu üyesi veya delege olduğunu görüyor ve soruyorum; Zaten bir arada, “birlik” değil miydik, neden ayrıldınız?

 

Programı, tüzüğü, politikaları, söylem ve eylemleri değişmeyen bu parti sizi “Başkan,” “Merkez yöneticisi” seçerken iyiydi de, seçmeyince mi ayrılmayı gerektirecek kadar ”kötü” oldu?

Madem ayrılacak kadar kırmızıçizgileriniz var, öyleyse bu birlik çağrılarının anlamı ne?

 

Elbet bu soruya verilecek herkesin kendine göre bir cevabı vardır; ama hiçbir cevabın makul ve mantıklı, kabul edilebilir olduğunu sanmıyorum.

 

Benim tespitlerim şunlardır.


Birinci grup;

 

Bu kadroların çok yüksek egoları ve hırsları vardır. Kendilerini hep öncü, birinci, en azından merkezi karar organında sözü “mutlak” olan kişi olarak görürler.

Ancak bu egolarını, hırslarını azıcık da olsa “meşru” hale getirecek diğerlerinden farklı bir özelliği, arkalarında kitle desteği veya büyük kaynaklar yaratma gibi partiye artı, kendine has bir şeyler katma becerileri de yoktur.

Herkes gibidirler; ne kimseden üstte ne de alttadırlar… Fakat bunun farkında değildirler. Egoları onları öyle pof poflamış ki, “seçilmiş” ve birinci sınıf olduklarına inanmışlardır.


Örneğin bu kadrolar asla kendilerini bulundukları ilde veya ilçede yerel yönetici olarak tasavvur edemezler. Kırk yıl o ilde teşkilat kurulamasın gidip “bir el atayım, il başkanı olayım” demezler.

 

Ya en başta olurlar ya da gidip evlerinde oturur,“gel başımıza geç” çağrısını bekleyen “bağımsız aydın” olmayı sürdürürler.

 

İkinci grup;

 

Biraz daha mütevazıdır. İlle de “başkan” olmayı dayatmaz. Fakat en tepede, üst karar organlarında yer almasının “ulusun genel çıkarına” olduğuna kuşkusu yoktur. Sözü ve talepleri “mutlaktır”. Aksi halde cebinde hazır beklettiği zehir zemberek istifa dilekçesini bırakıp, gider.

 

Üçüncü bir grup da vardır ki tam evlere şenlik.

 

Bunlar paraşütle hep merkeze inen “ağır abi” siyasetçilerdir.

Hem parti politikalarına yön vermek, hem de partiye yeni üye olacak kişiler için noter makamı olmak isterler! İstemedikleri biri partiye üye olduğunda aynı gün partiden ayrılıp partinin “ne kadar kötü” olduğunu 4-5 sayfa yazıp, bir, iki sitede de yayınlatıp “bağımsız aydın” statüsüne dönerler.

 

Sonra bütün bu arkadaşları bir birinden farklı, yeni birer parti veya hareketin, oluşumun, “inisiyatifin” başında ya da elbette ki merkez karar organlarında görürüz!

HAK-PAR’dan en önemli farkları ise, elbette ki; “BİRLİKÇİ” olmalarıdır. (!)

 

 

3. Bölümde güncel “güç birliği” çağrılarına dair kısa bir değerlendirme yer alacak  

 

About Post Author