“Birlikçilik” üzerine 1
Arif Sevinç
Ağır sömürgeci boyunduruk altında olan ülkelerde, sömürgeci politikalar hemen tüm toplumu etkiler.
Bütün sınıf ve tabakalar sömürgeci politikalardan şu ya da bu şekilde olumsuz etkilenir.
Sömürgeci baskı, asimilasyon, talan ve aşağılama politikalarının yarattığı enerji özgürlük mücadelesini tetikler.
Genellikle bu tür ülkelerde, özgürlük mücadelesini yürütmek üzere, birbirinden farklı sosyal tabakalara/sınıflara dayanan, farklı dünya görüşüne, ayrı nihai hedeflere, çalışma prensiplerine sahip birden fazla güç (parti-hareket) ortaya çıkar.
İşçi hareketleri, köylü hareketleri, yerel egemen sınıf veya burjuva hareketleri gibi…
Bölgesel ve uluslararası bağlaşıkları da farklı olan bu güçlerin nihai hedefleri ve çok temel konularda ayrılıkları olsa da, yakın hedeflerde ortak noktalarının da olduğu görülür.
Bu durumda sömürgecilikten kurtulma amacıyla, yakın hedeflerde bir araya gelme, iş ve güç birliği yapma, hatta tek partide birleşeme de gündeme gelebilir.
Toplumda “birlik” talebi yükselir.
Kaliteli, gerçekten anti sömürgeci ruha sahip, ülkesinin özgürlüğünü ve halkının refahını hedefleyen, bunu öncelikli olarak gören siyasi kadrolar bu talepleri uygun bir model ile gerçeğe dönüştürür.
Ortaya, birleşik yapılar; partiler, cepheler çıkar.
Bu konuda çok sayıda ülke deneyi, modeli vardır.
Kuşku yok ki bu birleşik yapılarda uyumsuzluklar, çatışmalar, çekişmeler de olur. Hiç bir yapı sorunsuz olmayacağı bilindiğinden, yönetici ekip, adına mücadele ettiği toplumun çıkarlarını ve birleşik yapının istikrarını önde tutar, “özgürlük” ideali ve hedefini gözden kaçırmaz. Çoğunlukla sorunları diyalogla, hoşgörü ve uzlaşmalar yaratarak çözer.
Kuzey Kürdistan’da durum biraz farklı seyrediyor; en azından şimdilik durum böyledir.
Kısa bir değerlendirme
Osmanlının son yüz yıllarında başlayan ve Kürt beyliklerinin tasfiyesi ile sonuçlanan merkezileşme çabaları, Türkiye Cumhuriyeti’nin, Türklüğü esas alan, üniter/ulus devlet yapılanmasıyla devam eder.
Türk ve Kürt egemen sınıfları arasındaki iş birliği, geleneksel Kürt egemen sınıfın tasfiyesi ile sonuçlanır.
Bozulan Türk ve Kürt ittifakının yerini, çatışmalar, isyan ve başkaldırılar alır.
Mir, bey, ağa, aşiret reisi, şeyh, dede, seyit gibi geleneksel, mülk ve nüfuz sahibi kesimler tarafından yürütülen mücadeleler, arkalarında büyük kahramanlıklar ve ihanetlerle dolu dersler bırakarak yenilgiyle sonuçlanır.
Katledilen, teslim alınan, nüfuzları kırılan ve mülksüzleştirilen, sürgünlerle halktan koparılan bu kesimlerin tasfiyesi ulusal mücadelenin de şah damarının kesilmesi anlamına gelir.
Nitekim bir birini takip eden onlarca isyandan öne çıkan,1925 Şeyh Sait,1930larda Ağrı ve nihayet 1938 de Dersim ayaklanma ve başkaldırıları ile devlet bu tasfiye sürecini tamamlar.
Kürdistan’da ağır bir suskunluk dönemi başlar.
Doğal gelişim süreci dumura uğratılan, tasfiye edilen Kürt egemen sınıfın arta kalanlarının da; milli, kendi pazarına hâkim olmak isteyen bir Kürt burjuva sınıfına evrilmesi engellenir.
Kürdistan’da üretim ve pazar sömürgeci metropolün ihtiyaçlarına göre şekillendirilir.
Yer altı ve yer üstü kaynaklara Devlet eliyle yapılan yatırımlar ile talan ekonomisi uygulanır ve ciddi anlamda, ulusal mücadeleye kaynaklık edebilecek bir sermaye birikimine müsaade edilmez.
Gelişen bu çarpık kapitalizm Kürdistan’da tam anlamıyla sömürgeci sermayeye eklemlenmiş, onun yerel bayisine dönüşmüş, iş birlikçi, görece zengin, ara bir tabaka yaratır.
Politik olarak da bu tabaka, egemen sömürgeci partilerin yerel uzantıları, sömürgeci partilerin
İl, ilçe başkanları veya onlara hizmet eden vekillere dönüşerek sömürgeci egemenliğin yerel dayanağını oluşturur.
Kürt zenginlerinin, sermayedarların, geleneksel sınıfın arta kalanlarının çok az istisna dışında CHP-DP-AP-ANAP-DYP- REFAH-AKP ve benzeri partilerde yer almaları, kitleleri bu partilere kanalize etmeleri bu sosyal zeminden kaynaklanır.
Bu gün Kuzey Kürdistan’da ulusal taleplerle ortaya çıkan ve bu sınıfa/tabakalara dayanan bir politik Kürt hareketi yoktur.
1960 lı yılardan itibaren Kürt ulusal mücadelesini, gelişen kapitalizm şartlarında şekillenen avukat, doktor, mühendis, öğrenci, küçük esnaf, işçi gibi sınıf ve tabakalardan gelen aydın, okumuş kesimlerin üstlendiğine tanıklık ediyoruz.
Sömürgeciliğe itiraz eden, Kürt halkının ulusal taleplerini dillendiren, Kürdistan’ın özgürlüğünü hedefleyen ama nerdeyse aynı sınıfsal zemine oturan (kentli-okumuş) çok sayıda hareket gün yüzüne çıkar.
Sömürgeci rejim, 1960-1980 yılları arasında görece doğal, demokratik ve çoğulcu bir seyir izleyen Kürt özgürlük hareketine müdahale ederek bu günkü çarpık yapının zeminini yaratır.
12 Mart ve 12 Eylül Askeri Darbeleri ile Kürt hareketlerinin önder kadrolarını öldürerek, hapsederek, sürgüne tabi tutarak kitlelerle bağının koparılması, Kürt hareketinin şiddete yönlendirilmesi çoğulcu, demokratik, barışçıl kanalları da tıkadı.
Devlet, şiddet politikaları ile ortamı, PKK’nin gelişerek egemen hale gelmesine uygun bir hale getirdi.
(PKK’nin ortaya çıkışında devletin rolü, sonrasında ortaya konan mücadelenin, çatışmaların yaratığı sonuçları, yaklaşık son 40 yıllık çatışma ortamının muhasebesini, “bağımsız Kürdistan” hedefinden “Türkiyelileşme” politikasına evrimleşerek öne çıkan HDP/BDP projesini bir başka yazıda değerlendirmek üzere bir yana bırakıp asıl konumuz olan; “yurtsever kesimler arasındaki birlik” sorununa göz atmayı sürdürelim. Zira PKK “derin” bir konudur. O başka bir zamana kalsın…)
Burada şu tespiti yaparak devam edelim; Bu gün, Kuzey Kürdistan’da diğer sömürge ülkelerde rastladığımız gibi farklı sınıfsal zemine oturan, bu nedenle farklı kanallarda akan ve “birlik sorunu” ortaya çıkmış, ulusal mücadele görülmemektedir.
Yani, ulusal taleplerle ortaya çıkmış örneğin; geleneksel tabakların içinde yer aldığı bir köylü hareketinin yanı sıra, kentlerde fabrikalarda baş gösteren işçi hareketi ya da kendi pazarına sahip olmayı hedefleyen bir burjuva hareketi yoktur. Şimdilik durum budur.
2. Bölümde Kuzey Kürdistan kamuoyunun hep gündeminde olan ve bir türlü gerçekleşmeyen “birlik” sorununa değineceğim.