GÜNCEL

DOZAJ MESELESİ VE DERSİM

DOZAJ MESELESİ VE DERSİM

Kemal Burkay

Yanlış ilaç hastayı daha da kötüleştirir. Doğru ilaç ise eğer gereğinden fazla verilirse bazen olumsuz yan etkilere yol açar, bazen de hastayı öldürür.

Tıp fakültesinde sınav sırasında profesör öğrenciye bir hastalıktan söz eder ve sorar:

“Bu hastaya hangi ilaçtan verirsin?”

Öğrenci doğru cevap verir.

“Peki, ne kadar verirsin?”

Öğrenci cevap verir: “Bir yemek kaşığı…”

Hoca “çık” der, “bilemedin.”

Öğrenci ayılır ve telaşla, “hayır Hocam, beş damla…” der.

Hoca gayet sakin “çık evladım” der, “hasta öldü!..”

Şu benim Dersim’li hemşehrilerimin yıllar içinde geldiği duruma bakar da bu “dozaj” meselesini düşünürüm.

Dersim’de, nüfusu 12 Eylül sonrası yüz binin altına inmiş bu küçük yörede solun, “devrimciliğin” envai çeşidi bol miktarda var. Çoğu da şiddeti zorunlu bir araç gibi gören, maceraya yatkın ve pek antiemperyalist…

Dersim’in sol görüşlerle tanışmasında benim de epeyce payım var. 1965 yılında Dersim yöresinde Türkiye İşçi Partisi’nin kuruluşuna öncülük ettim. 1966’da oraya taşındım ve gecemi gündüzüme katarak sosyalist görüşleri yaymaya çalıştım. Bu çalışmalar bayağı etkili oldu.

Bazen düşünürüm, acaba dozajı fazla mı verdik?..

Ama hayır, ben ve arkadaşlarım gariban Dersim köylüsünün sırtından bir devrimci ayaklanma bekleyecek kadar hayalci ve maceracı değildik. Biz, Dersim’in yanı sıra tüm Kürdistan’ın, tüm Türkiye’nin aydınlanması ve devrimin ya da değişimin uyanan geniş halk kitlelerine dayanması gerektiği görüşünde idik.

Ne var ki rejim de boş oturmuyor, bizi engellemek, etkisiz kılmak için her şeyi yapıyordu.

Rejim sol maske taktığı kendi adamlarını Dersim’e seferber etti. Onlar sivri sol sloganlarıyla bizi hedef aldılar. Biz 12 Mart darbesiyle tutuklanıp bölgeden uzaklaştırılırken onlar rahat rahat çalıştılar ve bu yöredeki devrimci birikimi bölük pörçük ettiler, birbirine düşürdüler, maceraya ittiler.

1960’lı yılların başında Dersim yöresinde Kürt ulusal hareketinin esamesi bile okunmuyordu. 1938’in anıları daha taze idi; o dönemde kırıma uğrayan, sürülen halk fena sinmişti. Kürt sorununun bilincinde olan, hatta ben Kürdüm diyen kişi bile parmakla gösterilecek kadar azdı.

Ama bu alanda da iğneyle kuyu kazar gibi çalıştık. 1967 Doğu Mitinglerinden birini Dersim’de yaptık. Çıkardığımız yayınlarda Kürtçe şiirlere yer verdik, Kürt sorununu işledik. Seçimler sırasında köylerde yapılan toplantılarda halka Kürtçe hitap ettim.

Böylece 1960’lı yıllarda hem sosyalizm hem de Kürt sorunu konusunda bilinçli bir genç kuşak oluştu ve görüşlerimiz kitlelere yayıldı.

Ama rejim sola karşı olduğu gibi Kürt ulusal hareketindeki gelişmelere karşı da boş durmuyordu. 12 Mart döneminde biz tutuklanıp Ankara ve Diyarbakır’da yargılanırken, rejim Kürt ulusal hareketine yön verecek paravan örgütleri ve sahte liderleri de piyasaya sürmek için hazırlık yapmakta idi.

Rejim, 12 Mart öncesi solla ve Kürt ulusal hareketiyle mücadelede Dersim’i bir pilot bölge gibi kullandı. 12 Mart sonrası ise bu stratejiyi tüm Türkiye’ye ve tüm Kürdistan’a yaydı.

Paravan örgütler ve iyi eğitilmiş ajan provokatörler eliyle bölünen ve birbirine düşürülen solun ve Kürt hareketinin etkisi zayıflatıldı, sağlıklı gelişmesi ve rejime karşı birlik halinde çıkması önlendi. Sol da Kürt hareketi de bu paravan örgütler ve ajan provokatörler eliyle yanlış kanallara yönlendirildi, birbiriyle çatıştırıldı. Kürt ulusal hareketi PKK eliyle bir şiddet sarmalına sokuldu, ezildi ve Kürdistan yakılıp yıkıldı, özellikle kırsal kesim boşaltıldı.

Kısacası, sevgili okurlar, solun ve Kürt hareketinin bugünkü bölük pörçük ve çarpık hale gelmesinde bizim suçumuz yok; biz dozajı fazla vermiş değiliz! Ama nice çaba göstersek de rejimin oyunlarına engel olamadık, planlarını boşa çıkaramadık; buna gücümüz yetmedi. Oynanan oyunu kitlelere anlatmak, rejimin ve işbirlikçilerinin planlarını deşifre etmek için çırpındık; ama ne yazık ki bu gidişatı değiştirmeye yetmedi.

Gerçek işbirlikçiler bizi işbirlikçi diye suçladılar. Gerçek hainler, Kürt halkının onurlu, namuslu evlatlarına hain dediler.

Ve bugün de aynı oyun devam ediyor. Bugün de yine PKK eliyle Kürt halkı bir şiddet sarmalının içinde tutuluyor ve bu kez Kürdistan kentleri yakılıp yıkılıyor, boşaltılıyor.

Bu kez sahnede Türk derin devletinin yanı sıra, aralarında Suriye, İran ve başkalarının olduğu dış güçler de var. Taşeronlar oldukça deneyimli ve pek çok merkeze hizmet sunuyorlar…

Ve biz halka gerçekleri anlattığımız için söz konusu kesimler ve onların kuyrukçuları yine elbirliği ile bize saldırıyorlar.

Kürt halkı elbet bir gün bu acı gerçeği görecek, anlayacak (gerçeği görüp bildikleri halde susan, ya da gizlemeye çalışan nice vicdansıza rağmen). Ama dilerim geç olmasın, o zamana kadar atı alan Üsküdar’ı geçmesin…

8 Şubat 2016

About Post Author