Kemal Burkay
2009 Yılı başlarında Cumhurbaşkanı Gül’ün ve Erdoğan başkanlığındaki AK Parti hükümetinin girişimiyle başlatılan “çözüm ve barış” girişimi nedeniyle iki yazı kaleme almıştım. Bunlardan biri “Barış ve Çözüm Ortamı Var mı?” başlıklı idi; diğeri ise “Kelepir Fiyatına Çözüm” başlığını taşıyordu. Şimdi, 6 yıl sonra söz konusu sürecin tümden rafa kaldırılmasının ve çatışmaların Kürt kentlerine yayılmasının ardından bu iki yazıyı yeniden yayınlamayı uygun buldum.
Aralık 2015
”Barış ve Çözüm Umudu Var mı?” başlıklı bir önceki yazımda, Kürt sorununun çözümüyle ilgili olarak Türk medyasında esen olumlu havadan söz etmiştim. Ancak, bizzat Cumhurbaşkanı Gül’ün ”Türkiye’nin en büyük sorunu Kürt sorunudur, bu soruna mutlaka bir çözüm bulmamız gerek ve şu anda çözüm için kurumlar arasında uyum var, bu fırsat kaçmamalı” demiş olmasına rağmen, esen bu olumlu havayı hiçe indirebilecek askeri ve adli operasyonların devam ettiğini, hem ordunun, hem de yargının bu sürece hiç de katkı sunmadıklarını, bu nedenle kurumlar arasında pek de bir uyum olmadığını belirtmiş, ayrıca şunu eklemiştim:
”Öte yandan, basında sözü edilen çözüm neyin nesi? Karayılan neler söyledi? Apo daha önce neler söylemişti? Yani PKK ve biri iki etmeden onu izleyen DTP neler istemekte? Buna karşılık Türk tarafı, en ılımlı, çözüme en yatkın kesimleriyle bile, Kürt sorununun çözümü ve barış derken bundan ne anlıyor?”
Bu yazımda konunun bu yanı üstünde durmak istiyorum.
Karayılan’ın silah bırakma konusunda Hasan Cemal’e söyledikleri şunlardı:
”Bıraksın da nereye bıraksın? Nasıl bıraksın? Kime bıraksın? Zemini nedir silah bırakmanın? Silah bıraksın demenin bir anlamı yok. Önce oturalım, konuşalım… PKK eski PKK değil artık. PKK eskiye göre daha makul bir çizgide. Örneğin evvelce bağımsız Kürt devleti isterdi. Bu geçmişte kaldı. Yani artık ‘bölücü’ değil. Bağımsız devleti dışlayan süreç 1999’da İmralı ile başladı. Pradigma değişti… Artık ‘demokratik özerk Kürdistan’ diyoruz. Bu özerklikten kasıt, federasyon değildir. Sınırların yeniden çizilmesi değildir. Devletin üniter yapısını da bozmayan bir çözümdür. Mahalli İdareler Kanunu değişir, yerel yönetimler güçlendirilir.”
Karayılan’ın o kadar önemsenen sözleri işte bunlar. Türk tarafı bir bölümüyle (ılımlı, çözüm yanlısı kesim) bunu önemsemekte haklı. Görüldüğü gibi Karayılan, ”PKK artık bağımsız devlet istemiyor, hatta federasyon da istemiyor,” diyor. PKK’nın istediği ”demokratik özerklik…”
Belki bazıları bunu otonomi olarak anlarlar, çünkü bölgesel özerkliğin kapsamı da epeyce geniş. Ama Karayılan bunu da açığa kavuşturarak Türk devlet adamlarının ve medyasının yüreğini sovutuyor. Üniter devleti savunduklarını, sınırların yeniden çizilmesini istemediklerini belirtiyor ve ”Mahalli İdareler Kanunu değişir, yerel yönetimler güçlendirilir,” diyor.
Görüldüğü üzere PKK gele gele yerel yönetimlerin güçlendirilmesine geldi. Bunun ise Kürtleri herhangi bir hak ve statü sahibi yapmayacağı açık. Türk devletinin gündeminde, Kürt sorununun çözümünden bağımsız ve ayrı olarak, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi sorunu zaten öteden beri vardı. AB de böylesi bir reform istiyordu. Eğer bugüne kadar bunu yapmadılarsa, salt Kürt sorunu nedeniyle duydukları kaygıdandı. Ama Kürtlere federasyon veya otonomi (özerklik) yolunu açmadıktan sonra buna, AKP’yi bir yana bırakın, CHP ve MHP bile karşı çıkmaz. Başbuğ bile seve seve evet der. Buna yol açmayacağına ise ”Kürt halkının biricik temsilcileri PKK ve DTP” yemin billah ediyorlar. Açık açık, biz ne bağımsız devlet, ne federasyon, ne de otonomi istiyoruz, diyorlar.
Peki bunu yalnızca Karayılan mı söylüyor? Hayır. PKK’nın 1999’dan, yani Öcalan yakalandıktan bu yanaki politikası böyle. En başta Öcalan’ın talepleri bunlar. Bu talepler her keresinde İmralı’da oluşuyor, oradan dağa ve PKK’nın siyasi kadrolarına, yandaş örgütlerine ulaşıyor. Onların da yaptığı, biri iki etmeden bunlara evet demek.
Öcalan çıktığı duruşmada, onlarca kameranın önünde, o güne kadar yaptıklarından pişmanlık dile getirdi, silahlı eyleme son vereceklerini açıkladı, Türk üniter devletini, onun ideolojisi Kemalizmi savunur oldu.
Öcalan Kürtler için bağımsızlığı, hatta federasyonu ve otonomiyi bir yana bıraktı. Örgütü onu izledi.
Öcalan önce ”demokratik cumhuriyet” diye bir şeyi savundu. Ama içi boştu. Kürtler için eşitlikçi hiçbir talep yoktu.
Daha sonra ”demokratik konfederasyon” diye bir şey attı ortaya; ama onun da konfederasyonla hiçbir ilgisi yoktu, yine içi boştu.
Daha sonra ”demokratik özerklik” diye bir şey icat etti; ama arkasından açıkladı: ”Bunun federasyon ve otonomi ile bir ilgisi yok, böyle bir şey istemiyoruz.”
Hatta Öcalan Kürtleri artık bir ulus da saymıyordu; onları bir anda Türk ulusuna dahil etti ve resmi dil Türkçe olsun dedi…
Peki Kürtlerin bu değerli ”Serok”u, ”irademiz” bizler için ne istiyordu? Hemen hemen hiçbir şey. Sadece, yüce Türk devletinin de uygun göreceği bazı kültürel haklar…
PKK bütün bunlara itiraz etmeden uydu. HADEP, DTP gibi partiler de legal planda aynı şeyleri tekrarlar oldular. Kendilerinin zaten bir hükmü yoktu, her şeyi ”Serok” bilirdi ve iradeleri oydu…
İşte Türk tarafında barış ve çözüm yanlısı bir kesim, (şimdiki Cumhurbaşkanı, bir bölüm siyasi ve bir bölüm medya), ”Bu çok iyi bir fırsat,” diyor, ”anlaşalım gitsin!”
Adamlar haklı, Allahtan daha ne istenir! PKK ve DTP 150 bin Kıbrıs Türküne tanınan hakların binde birini bile Kürtler için istemiyorlar. Bu, Kürt sorununu kelepir fiyatına kapamak olur.
Bu nedenledir ki aynı kesim, PKK’yı ve DTP’yi, hatta Öcalan’ı Kürtlerin tek temsilcisi, ”iradesi” sayıyorlar. Bazısı ise onu, ırkçı rejiminin zindanında 28 yıl gık demeden yatmış, taş kırarak direnmiş ve en küçük bir ödün vermemiş onurlu, gerçekten kahraman Mandela ile kıyaslıyorlar!
Ne var ki Türk devletinde ve medyasında bir bölüm buna bile razı değiller. Onlar, böylesine ”akıllı uslu” bir Öcalan ve DTP ile bile oturup konuşmak niyetinde değiller, zırnık bile vermek istemiyorlar! Çünkü onlar Kürt sorunu bir yana, PKK sorununu dahi çözmek, bu danışıklı dövüşü, terör bahanesini sona erdirmek istemiyorlar. Ergenekon gibi PKK da onlara gerekli. Statükoyu, militarizmin gücünü korumak, AB üyeliğini ve demokratikleşmeyi engellemek buna bağlı…
Bu nedenle PKK ve yandaşları Kürt sorununu ölmüş eşek fiyatına pazarladıkları halde, bu işten birtürlü kurtulamıyorlar!
Bana kalırsa ben devletin, PKK meselesini çözmek için, Karayılan’ın da önerdiği gibi onunla, ya da DTP ile oturmasından yanayım. Hatta bence en iyisi doğrudan İmralı’daki ”serok” yani ”İrade” ile oturmaktır.
Böylece silahlar susar, iki taraftan da boş yere adam ölmez, güzelim paralar ise savaşa ve yıkıma değil, ülkenin zenginleşmesine gider…
Bu da az şey değildir. Elbet bu PKK sorununu çözse bile, Kürt sorununun çözümü olmaz; ama çözüm yönünde bir başlangıç olur. Kürt ulusal hareketinin sağlıklı bir kanalda derlenip toparlanması için çok hayırlı olur.
Ne var ki PKK ile ilgili böylesine bir çözüm de kolay değil. Çünkü ”Serok”un bile ne derece irade sahibi olduğu çok tartışılır. Ona da İmralı’da yol gösteren, her şeyi dikte eden bir derin odak var. Asıl o odağı, yani Genelkurmay’ı ikna etmek gerek. Öcalan aslında bir emir kulu, kulağına fısıldananları başka oyunculara aktaran bir suflör…
Sonuç olarak PKK sorununun çözümü, devletin iki kanadının –derin ve derin olmayan- kendi aralarında anlaşmasına bağlı. Onlar anlaştığı zaman şiddet durur, PKK da dağdan iner.
Kürt sorununun çözümüne gelince, bu devletin ne sivili ne ordusu eşitlikçi, adil bir çözümü aklından bile geçirmiyor. Böylesi bir çözüm Kürt ulusal hareketinin gücüne ve sağlıklı bir politika izlemesine bağlı. Onun için de Kürtlerin öncelikle, Türk devletinin hizmetindeki Öcalan’dan ve ona bağlı PKK’dan, yani yıllardır süren bu illüzyondan kurtulması gerekiyor.
21 Mayıs 2009