GÜNCEL

Burkay: federal çözüm için başkanlık sistemi koşul değil

 

MİLAT Gezetesiyle söyleşi:

 

Burkay: federal çözüm için başkanlık sistemi koşul değil

 

Kemal Burkay’ın ön notu: Okurların bildiği üzere, dilim yandığı için bir süredir gazete ve ajanslarla söyleşi yapmıyordum. Ama bunu seçimlerden kısa süre önce, özellikle Fehmi Yoldaşımızın ölümü nedeniyle bozdum. Milat Gazetesi’nden Enes Babacan’la yaptığım söyleşi, bugün (7 Kasım 2015) gazetede kapaktan sürmanşet olarak, devamı ise 10. Sayfadan verildi. Ne var ki söyleşi hem oldukça kısaltılmıştı, hem de atılan başlıklar içeriğe pek uygun düşmüyordu. Örneğin kapakta büyük puntolarla “Başkanlık olabilir” dediğim ifade ediliyordu. Oysa ben, federal çözüm için başkanlık sisteminin zorunlu olmadığını, Türkiye gibi demokratik gelenekleri ve kurumları zayıf bir ülkeye ise uygun düşmediğini belirtmiştim. Bunun gibi iç kesimde “Kürt sorununu Ak Parti Çözebilir” başlığı kullanılmıştı. Oysa ben “isterse çözebilir” demiş, ama şu anda buna yönelik bir projesinin olmadığını da eklemiştim.

 

Söyleşi, yazılı sorulara verdiğim yazılı cevaplar biçiminde ve internet üzeri yapıldı. Bu nedenle söyleşinin tamamını ekte okurlara sunuyorum.

 

 

 

 

  1. 1)Sayın Burkay, 1 Kasım seçimlerinde partilerin aldıkları oy oranları üzerinden ülkenin geleceğini nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?

 

 

 

Partilerin aldıkları oy oranları belli. AK Parti yüzde 49 gibi yüksek bir oyla birinci parti olmayı başardı, böylece dört yıl süreyle daha ülkeyi tek başına yönetecek, yani ülke koalisyonlara muhtaç olmayacak. Bu istikrar isteyen kesimlerin tercihiydi. Öte yandan ülkenin geleceği izlenecek politikalara bağlı. Türkiye, Kürt sorunu başta olmak üzere önemli sorunlarla yüz yüze. Ülkede iç barışın ve istikrarın sağlanması da asıl olarak bu sorunların çözümüne bağlı. Hatta ekonomik ve sosyal sorunların çözümü de buna bağlı. Çünkü iç barış önemli ekonomik kaynakların silaha ve savaşa gitmesini engeller, böylesine büyük bir orduya ve polis gücüne gerek kalmaz, bu kaynaklar ekonomik ve sosyal gelişmeye yönelir.

 

Kürt sorununun çözümü ise eşitlik temelinde cesur projelerle mümkündür. AK Parti’nin büyük bir kitle desteği var, isterse bu sorunu çözebilir ve bu durumda Kürt halkının daha geniş desteğini alır. Bunu başarabilecek mi, bilemem; buna yönelik kapsamlı projeler şu anda görünmüyor. Ama bu başarılmadan ülkenin istikrara kavuşması, on yıllardır süregelen fasit daireden kurtulmak mümkün değil.

 

 

 

  1. 2)Türkiye’deki seçimlere halkın katılımı, iktidar ve muhalefet partilerinin aldıkları oyları ileri demokrasi ülkeleriyle kıyaslamak mümkün müdür? Birkaç örnekle anlatır mısınız?

 

Katılım oranı yüksekti, bu da Türkiye’de sorunların daha ağır, kutuplaşmanın ve heyecanın daha yüksek olmasından kaynaklanıyor. Partilerin aldığı oy oranlarına gelince, gelişkin demokratik ülkelerde de parlamentodaki partilerin sayısı çoğu zaman 3-5 dolayındadır ve dönem dönem böyle tablolar ortaya çıkar; kimi çok, kimi az oy alır ve dengeler zamanla değişir.

 

Ancak Türkiye’deki gibi yüksek bir baraj hiçbir ülkede yok. Bu küçük partilerin aleyhine işleyen ve adil bir temsile meydan vermeyen bir durumdur, son derece antidemokratiktir. Bu sistemle ülke sorunlarının çözümüne aday ve daha ileri bir vizyona sahip küçük partilerin güçlenip parlamentoya girme şansı yok veya çok az. Seçmenlerin oyu boşa gidecek kaygısıyla büyük partilere yöneliyor. Biz de HAK-PAR olarak bunu yaşadık; programımızı, siyasetimizi beğenen birçok taraftarımız, bu nedenle bize yakın gördüğü başka bir partiye, daha çok da HDP’ye oy verdi. Buna rağmen bu seçimde birçok anlı şanlı partinin oyu erimeye devam ederken biz oyumuzu ikiye katladık. Eğer böylesine yüksek bir baraj olmasa çok daha yüksek oranda oy alacağımıza kuşku yoktu.

 

  1. 3)Türkiye’deki Kürt halkının seçimlerdeki tercihini nasıl okumalıyız? HDP’nin bu denli kayıp yaşamasını neye bağlıyorsunuz?

 

Seçmen tercihini 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerini bir arada düşünerek yorumlamalıyız. 7 Haziran’da seçmen AK Parti’ye ciddi bir uyarı yaptı ve bir bakıma muhalefete hak verdi. Ama muhalefet kendi arasında bir koalisyon oluşturmayı başaramadı. Bu ise istikrarsızlığa yol açtı. Seçmenin yeniden AK Parti’ye yönelmesinin bir nedeni budur, istikrar arayışıdır. Diğer önemli neden ise 7 Haziran sonrası yeniden silahlı çatışmanın başlaması, ve PKK’nin yer yer tek taraflı ilan ettiği özerk yönetimle birlikte birçok kent ve kasabanın, Suriye benzeri bir şiddet alanına dönüşmesidir. Kürt halkı haklı olarak bu durumdan çok rahatsız oldu. Onun, HDP’ye oy verirken istediği barışçı siyasal mücadele idi. HDP 80 mebusla ve yüze yakın belediye ile bunu çok iyi yapabilir, Kürt halkının haklı istemlerini dile getirebilirdi. Ama halk gördü ki PKK şiddetten vazgeçmiyor ve HDP’nin Kürt sorununun çözümüne yönelik dişe dokunur bir projesi yok. Bu kitlelerde düş kırıklığı yarattı ve hem oyların bir bölümünün AK Partiye dönmesine, hem de Kürt seçmenler bakımından yeni arayışlara yol açtı.

 

HDP’nin 7 Haziran’da aldığı oylar zaten yarı yarıya emanet oylardı. AK Parti’den rahatsız olan ve onun tek başına hükümet kuracak çoğunluğu yitirmesini isteyen bazı çevreler (Doğan medyası, Gülen Grubu, bazı Kemalist kesimler ve Alevi çevreleri) bunu HDP’nin barajı aşmasında gördüler ve ona büyük destek verdiler. HDP bu sayede 7 Haziran’da barajı aştı 13,2 gibi yüksek bir oy aldı. Gerçi bu çevrelerin HDP’ye desteği aynı kaygılarla 1 Kasım seçimlerinde de devam etti. Ama bu kez PKK’nin yol açtığı çatışma ortamı, başta muhafazakar Kürt seçmenler olmak üzere, önemli oranda bir seçmen oyunun HDP’den uzaklaşmasına yol açtı.

 

  1. 4)Ak Parti’nin yeniden iktidar olmasından sonra ortaya atılan başkanlık sisteminin Türkiye’de uygulanabilirliği nedir sizce? Söz konusu sistemin ülkedeki demokrasiyi güçlendirmesi beklenebilir mi?

 

Demokratik ülkelerde parlamenter sistem daha yaygın olsa bile, ABD ve Fransa’da olduğu gibi, başkanlık ve yarı başkanlık sistemi de var. Eğer ülke yeterince demokratikse, demokratik gelenekler ve kurumlar yeterince güçlüyse sorun yok, ikisi de olabilir. Ama demokratik geleneklerin yeterince güçlü olmadığı, demokrasinin gereği gibi kurumlaşmadığı ülkelerde başkanlık sistemi kolayca tek adam yönetimine, ya da diktatörlüğe dönüşebilir. Latin Amerika ülkelerinde bunun ilginç örnekleri görülüp yaşandı. Bu nedenle ben Türkiye bakımından bunun pek de uygun düşeceği kanısında değilim. Türkiye’de demokratik gelenekler ve kurumlar henüz yeterince güçlü değil.

 

  1. 5)HAK-PAR’ın savunduğu federasyon sistemi ile Kürt-Türk yönetiminde başkanlık sistemi olabilir mi? Nasıl mümkün olur?

 

Federal sistem için başkanlık sistemi koşul değil, parlamenter bir sistemde de pekâlâ federalizm geçerli olabilir. ABD federaldır ve orada başkanlık sistemi var; Fransa’da ise yarı başkanlık sistemi var, ama Fransa federal değil, orada üniter özellikler ağır basıyor (Son yıllarda Fransa’nın üniter yapısı biraz esnedi, ademi merkeziyetçiliğe doğru adımlar atıldı.) Buna karşılık İsviçre, Almanya, Rusya birer federal cumhuriyettirler ve bu ülkelerde parlamenter sistem geçerli. Birleşik Krallık, Belçika, İspanya gibi ülkelerde ise hem kral var, hem de bu ülkeler federal; ama bu ülkelerde aynı zamanda demokrasi ve parlamenter sistem geçerli.

 

Türkiye’de ise sistem ister başkanlık, ister parlamenter olsun, bir Kürt-Türk federasyonu mümkündür ve bizce Kürt sorununun çözümü için gerçekçi ve adil biçim budur. Öte yandan Türkiye bakımından acil olan bence başkanlık sistemi değil, demokratikleşmedir. Bunun için elbet Kürt sorunu, Alevi sorunu gibi önemli sorunların çözümü zorunludur.

 

5 Kasım 2015


About Post Author