Bayram Bozyel |
Türkiye 30 Mart’ta yapılacak yerel seçimlere doğru gün sayıyor. 30 Mart yerel seçimleri daha şimdiden yerel seçim havasından çıkıp genel seçim havasına bürünmüş durumda. Bunun ise haklı nedenleri var. Çünkü bu seçimlerden 5 ay sonra cumhurbaşkanlığı seçimi, bir yıl sonra ise genel seçimler yapılacak. Başka bir ifade ile yerel seçim sonuçları hem cumhurbaşkanlığı için yapılacak halk oylamasını, hem de önümüzdeki yıl yapılacak genel seçimlerin sonuçlarını etkileyecek. Bu tabladan yola çıkarak 30 Mart yerel seçim sonuçlarının Türkiye’nin yakın geleceği bakımından tayin edici olacağını söylemek mümkün.
Öte yandan Türkiye, AKP ve Cemaat’in her türlü ahlakı ve ilkeyi paspasa çeviren kavgasının gölgesi altında 30 Mart seçimlerine giriyor. Üç dönemdir iktidarda olan AK Parti bir hayli yorgun, yıpranmış ve yolsuzluklara bulaşmış durumda. Ak Parti mevcut krizden çıkmak için daha çok demokrasiye ve şeffaf yönetim tarzına başvurmak yerine, çıkışı otoriterleşmekte ve tahakkümünü daha çok pekiştirmekte arıyor. Başbakan Erdoğan izlediği ötekileştirici ve dayatmacı tutumuyla toplumsal kutuplaşmayı derinleştiriyor. AKP’nin yaşadığı yıpranma, çürüme ve keyfiliğin bütün göstergeleri BDP için de geçerli. BDP, kitlelerin konjonktürel nedenlerle kendisine sunduğu desteği yanlış okudu. Kürt halkının iradesini küçümsedi ve ona tahakküm edilecek bir sürü olarak baktı. Kendini sorgulanamaz olarak gördü. Kürt halkının kendisine sunduğu krediyi hovardaca çarçur etti. Gelinen aşamada, 15 yıldır Kürdistan’ın belli illerinde yerel yönetimde olan BDP’yi desteklemek için hiçbir neden kalmadı. Hem AKP hem de BDP’nin mevcut sorunları çözememelerinin temel birkaç nedeni var. Birincisi, her iki parti de sorunları doğru teşhis etme kapasitesinden yoksun bulunuyor. Sorunları doğru teşhis etmeyenlerin onlara çözüm bulması mümkün da değil. İkincisi her iki partinin de sorun çözme iradesi yok. Üçüncüsü her iki parti de demokrasi konusunda zafiyet içinde. Onların bir demokrasi hafızası ve dağarcığı söz konusu değil. Ve dördüncüsü her iki parti de hayata ve olaylara ilkesel değil, günü birlik ve pragmatist bir pencereden bakma eğiliminde. Geleceğe ilişkin ciddi projeksiyonları, sorunlara ve çözüm yöntemlerine ilişkin ilkesel yaklaşımları olmayanların toplumlara aydınlık bir gelecek vaat etmeleri mümkün değil. Bütün bu nedenlerle Türkiye siyasal denklemine yeni aktörlerin girmesi gerekiyor. Bu tablo içinde HAK-PAR’ın misyonu bir kez daha önem kazanıyor. HAK-PAR’ın bu seçimde alacağı oylar Türkiye’nin yaşamakta olduğu tıkanıklığı aşmak için son derece önemli. HAK-PAR’ın, mevcut tıkanıklığın aşılmasına katkıda bulunmasının tek yolu iktidar olması değildir elbette. İktidar olması en arzu edilir olanıdır. Ama HAK-PAR, elde edeceği güçlü kitle desteği ile etkin bir aktöre dönüşerek de sorunların çözümüne katkıda bulunabilir. Kendisi doğrudan çözmese de diğer aktörleri çözüm yönünde zorlayabilir. Kürt ve Türk halklarının bu gerçeği şimdi daha iyi gördüklerine ve yaşadıkları son 10-15 yıllık deneyimden bilinçlenerek çıktıklarına şüphe yoktur. Seçimler demokratik bir olgunluk içinde geçmeli Öte yandan seçimlerin demokratik bir olgunluk içinde yapılması, halkın özgür iradesinin demokratik bir seçim yarışı içinde tecelli etmesi, seçim sonuçlarının kendisi kadar önemli. Başka bir ifade ile seçim kampanyasının özgür ve demokratik bir tarzda yürütülmesi seçim sonuçlarının meşruiyet katsayısını da tayin edecektir. Ne var ki seçim kampanyasının tümüyle olgun bir atmosferde geçtiğini söylemek mümkün değil. En başta Başbakan Erdoğan ve muhalefet liderlerinin seçim kampanyalarında kullandığı dilin yapıcı ve seviyeli bir dil olduğunu söylemek mümkün değil. Söz konusu liderler seçim kampanyalarında yeni projeler anlatmak yerine birbirlerine küfür ve hakaretler yağdırıyor, başvurdukları ötekileştirici tutumlarla toplumdaki gerilim ve kutuplaştırmayı artırıyorlar. Öte yandan son dönemde bazı faşist odaklar, söz konusu ötekileştirici yaklaşımı bir terör kampanyasına dönüştürerek sağa sola saldırmaya başladılar. Bunun en son örnekleri Aksaray’da ve daha sonra Fethiye’de HDP binalarına karşı gerçekleştirilen saldırılarda ortaya çıktı. Demokrasiden nasibini almamış ırkçı şoven grupların söz konusu icraatları onların genlerinden kaynaklı bir durum. Peki, özgürlük ve demokrasi adına ortaya çıkan kimilerinin Van’da HAK-PAR gibi bir partinin adaylarına saldırmasına ne demeli? Faşistler Batı’da HDP-BDP’ye saldıracak, onlar da hınçlarını Kürtlerden çıkartacak, öyle mi? Bu ne kadar tiksindirici bir durum. Batıda faşist güçlerin HDP’ye saldırması ile BDP yandaşlarının Van’da HAK-PAR adaylarına saldırması arasında özünde hiçbir fark yok. İkisinde de söz konusu olan demokrasi yokluğu, bir arada yaşama yoksunluğu, tahammülsüzlük ve kendine güvensizliktir. Oysa demokrasiye, bir arada yaşama kültürüne, kardeşliğe en çok ihtiyacı onlalar Kürtler değil midir? Kürtlerin kendi iç demokrasilerini, iç barışlarını sağlamadan başkalarından zırnık koparamayacaklarını bilmek için kâhin olmaya gerek yok. Kendi içlerinde demokrasiyi içselleştirmeyen Kürtler, kendi haklılıklarını kendi elleriyle yok etmiş olurlar. İşin ilginç bir boyutu da şu ki, BDP ve yandaşları sırası gelince en çok Kürtlerin birliğinden söz eder, bunun olmamasından sözde yakınırlar. Ama iş uygulamaya gelince kendileri dışında kimseye tahammül etmezler. Bu seçim süreci sadece Türkiye’nin demokratikleşmesi için bir sınav değil, aynı zamanda Kürt hareketinin de demokratlık sınavına dönüşmüş durumda. Kürt hareketinin bu sınavı büyük bir olgunluk ve alın akıyla başaracağına kuşku duymuyorum. |