TÜRKİYE’DE EKONOMİ VE DEMOKRASİ ÜZERİNE-III
Davut BİLİNMİŞ
Geçen iki yazımda, Türkiye’de uygulanan ekonomi politikanın ve vergi sisteminin, halkın ekonomik olarak refaha kavuşmasının önünde engel olduğunu yazmıştım.
İkinci konu olarak, Türkiye’de siyasi yapıları üç kategorik grup altında analiz etmeye çalıştım, ilk iki grubu yazdım.
Halkın ekonomik olarak fakirlik seviyesinde olmasına karşın, düzen partilerinin demokrasiye geçiş konusunda bir siyaset izlemediklerini, tam aksine mevcut sistem ve düzenin devamı için siyaset yaptıklarını yazmıştım.
Sol, sınıf partilerinin de demokrasi gücü olarak tanımlanmalarına rağmen, geçmişten günümüze halkın demokrasi talepleri doğrultusunda bir başarı sağlamadıkları ve en önemlisi AB / Avrupa Birliği’ne geçiş konusunda karşı durarak, düzen partileri ile demokrasinin gelişmemesi noktasında zımnen mutabakat içinde olduklarını yazmıştım.
Yıllar önce 1980’li yıllarda, TKP / Türkiye Komünist Partisi ve TİP / Türkiye İşçi Partisi, tek parti çatısı altında birleşerek, TBKP / Türkiye Birleşik Komünist Partisi içinde birleştiler.
TBKP, 1980’li yıllarda İstanbul Zeytinburnu’nda, işçi sınıfının en yoğun olduğu merkezde bir anket yaptı.
Bu ankette,
nasıl bir gelecek ve hayat istiyorsunuz? soruları soruldu.
Verilen cevaplar; üstgeçit, yeşil alan, semt okulları, pazarlar vb. gibi taleplerle karşılanmıştır.
İlginç olan, bırakın sosyalizmi, demokrasi isteyen ve değinen dahi olmamıştır.
Sonra bu partinin yöneticileri olan, Sayın, Haydar Kutlu ve Sayın Nihat Sargın bu anketin sonucu ile ilgili bir basın açıklaması yaptılar ve dediler ki;
‘’Yetmiş yıldır, ayaklarımız havada, ne işçi sınıfı ile ne de halkla bir bağlantımız yoktur’’ açıklamasını yaptılar.
Halklar yoksulluk sınırında iken, siyaseten Türkiye’de demokrasiye geçiş ve ekonomi politikalarının halkların lehine bir sisteme dönüşmesi için geriye üçüncü grup kategoride yer alan Kürt siyasetinin demokrasiye katkısı ve çıkış yolu konusunu bu yazımda irdelemeye çalıştım.
Özellikle yetmişli yıllardan sonra, Türkiye’de modern anlamda gelişen Kürt siyaseti, Türkiye’de Kürtlerin temel hak ve özgürlükleri noktasında, federatif bir yapı savunan kesimlerin demokrasi mücadelesine önem verdikleri söylenebilir.
Bu siyasetin içinde yer alan HAK-PAR / Hak ve Özgürlükler Partisi, 2002 yılında kurulduktan sonra, parti programına Türkiye’ye Federasyon talebini koyarak, mahkeme tarafından da onaylanmış olması Kürtler ve demokrasi güçleri açısından önemli bir kazanım olarak değerlendirilebilir.
Türkiye’de Kürtlerin temel hakları için mücadele veren siyasi yapılar hiç kuşkusuz sadece HAK-PAR’la sınırlı değildir, bu parti ilk defa yasal zeminde Türkiye’de halkların lehine tekçi sistemden farklı bir sisteme evrilmesini programlarına aldıkları için yazdım.
Kürtlerin temel hak ve milli menfaatleri konusunda mücadele ederken, aynı zamanda çoğulcu bir anayasa talep ettikleri için, demokrasiye de hizmet etmektedirler.
Ancak, Kürt siyaseti düzen ve sistem tarafından, devamlı dışlanarak ve terörize etmeye çalışarak yasal zeminin dışına çıkarmaya çalışılmıştır.
Kürt siyaseti de ısrarla ve siyaseten, demokratik ve yasal zeminden uzaklaşmamakta kararlı davranması gerektiğini düşününlerdenim.
HDP / Halkların Demokratik Partisi’ne gelince, konum olarak, ne Kürt siyasetinin içinde yer almakta, ne de solda sınıf mücadelesi içinde kendini konumlandırmaktadır.
Türkiye seçim arifesinde iken, Kürt potansiyeli üzerinden siyaset yapan bu parti, demokrasi mücadelesi ittifakı üzerinden sol / sınıf mücadelesi veren partilerle birliktelik içinde olduğunu görmekteyiz.
Kürt siyasetinin de ittifakın içinde yer alma çabaları var, Kürt siyasetinin bu konuda çok dikkatli ve atacağı adımlarını kar/zarar hesabını yaparak atması gerektiği kanısındayım.
Sebebine gelince, AB / Avrupa Birliği’ne karşı olan ve Kürtleri sözde ‘’anti emperyalist’’ çizgiye çekmeye çalışan sol partilerin, Kürt ulusal varlık mücadelesine faydadan çok yalnızlaştırmaya çalışarak 1920’li yıllarında olduğu gibi, dünyadaki dış dinamiklerle bağlantılarını kesme noktasında çok dikkatli bir analiz gerekir.
Sol partiler, ABD’nin Irak’a girmesiyle Kürtlere statü müzakerelerinin başlaması, Türkiye genelinde yığınsal ‘’anti emperyalist’’ yürüyüş ve mitingler yaptıkları hala hafızalardadır.
Kürt statüsüne karşı olmalarını da, ‘’Güney Kürt Federe Yönetimi’nin emperyalizmin kucağında’’ bir yapı olduğu için karşı olduklarını savunur dururlar.
Halbuki dünya devlet ve yönetimleri global dünyada hepsi kucak kucağa iken sadece Kürtleri böyle göstermek iyi niyet ve anti emperyalist olarak değerlendirilemez, bu doğrudan Kürtlerin statüsüne karşı olarak algılanabilir.
Kürt siyaseti kendi temel hak ve özgürlükleri için mücadele ederken, ortamı terörize etmediği sürece, sivil demokratik yol ve yöntemlerle yollarına devam ederek, verdikleri mücadele demokrasi mücadelesinin dışında gösterilemez.
Türk işçi sınıfı başta olmak üzere, toplumun bütün katmanları, Kürtlere karşı yaratılan algı operasyonlarından kurtulduğu oranda, halkın çıkarına karşı uygulanan ekonomik politikaların ve vergi sisteminin farkına vararak demokrasiye yığınsal olarak katkıları gelişecek inancındayım.
AB / Avrupa Birliği’ne girme ve alınma noktasında, AB’nin istediği, insan hak ve özgürlükleri başta olmak üzere, üçüncü grupta yer alan Kürt siyaseti tarafından desteklenirken, bu sadece Kürtlerin lehine olan bir durum değil, ülkede yaşayan herkes için ekonomik ve hayat standartlarının yükselmesi demektir.
Sınıf mücadelesi verdiklerini iddia eden sol partiler, AB’ye karşı çıkarak, demokrasinin gelişmesini de öteleyerek, geniş yığınların yoksulluk sınırında yaşanmasına ve halkın aleyhinde devam eden ekonomi politikanın ömrünü uzatmış sayılırlar.
Bu analiz ve yaklaşımlar gösteriyor ki, Kürt siyasetinin verdiği mücadele demokrasi mücadelesinin dışında gösterilemez, sol hareketler demokrasi gücü iseler bu siyasi yapıya destek vererek demokrasi mücadelesi görevlerini yerine getirmiş olurlar.