GÜNCEL

Kemal Burkay’ın Basnews gazetesi 11. Sayısında çıkan makalesi

Kemal Burkay’ın Basnews gazetesi 11. Sayısında çıkan makalesi

Barzani’nin son Türkiye ziyareti ve bölgedeki diğer gelişmeler

Kemal Burkay

Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Sayın Mesud Barzani’nin son Türkiye ziyareti bazı çevrelerde tartışma konusu yapıldı, hatta tepkiyle karşılandı.

Aslında Sayın Barzani’nin Türkiye’ye ilk ziyareti değil bu. Bilindiği gibi o ve Başbakan Nêçirvan Barzani son yıllarda birçok kez Türkiye’yi ziyaret ettiler, Türk devlet adamları da Başbakan dahil, birkaç kez Güney Kürdistan’ı ziyaret edip Kürt liderlerle görüştüler.

Bu ilişkiler doğal olmanın ötesinde her iki taraf bakımından da yararlı ve gereklidir. Geçmişte Türk devleti Güney Kürdistan’daki ulusal oluşumları (önce otonomi, sonra federasyon) kuşkuyla karşılamış ve bundan hoşlanmamıştı. Ama Özal döneminden başlayarak zamanla tavır değişti. Türkiye ile Bölgesel Kürt yönetimi arasında diplomatik ve ekonomik ilişkiler kuruldu. Bu ilişkiler zamanla oldukça güçlendi.

Elbet bu ilişkilerden hoşlanmayanlar Türk tarafında tümden yok olmadı. Başkan Mesud Barzani’nin ve öteki Kürt liderlerin ziyaretleriyle ilişkili olarak mırın kırın edenler, Kuzeyli Kürtlere olduğu gibi Güneyli Kürtlere karşı da ırkçı ve şoven duygulardan kurtulmayanlar her zaman vardı. Böylelerinin tavrı elbet gerçekçi değil, uygarca da değil.

Öte yandan, çoğunluğu bu ilişkilerden memnun olsalar bile, Kuzeyli Kürtler arasında da bu iyi ilişkilerden rahatsızlık dile getirenler görüldü. Özellikle PKK çevreleri bu ilişkileri zaman zaman kendilerine karşıymış gibi yorumladılar. Onların bu tür bakış açıları bugüne kadar alışık olduğumuz bir şeydir; ama yanlış ve sakattır. Kürdistan Federe Bölgesi’nin diğer ülkelerle siyasi ve ekonomik nitelikte iyi ilişkiler kurmasının diğer parçalarda yaşayan Kürtlere bir zararı yoktur, aksine tüm Kürtlerin yararınadır. Türkiye gibi bir komşu ülkeyle kurulan ilişkiler çok daha önemlidir; bu tür ilişkiler Federe Bölge’nin dışarıya açılmasını kolaylaştırır, onu güçlendirir.

Bu kez sayın Barzani’nin gelişinin Türkiye bakımından hararetli bir tartışma dönemine, referandum sürecine denk gelmesi, Türk kesiminde bazı çevrelerin gösterdikleri tepkilerin daha yoğun olmasına yol açtı. Bunlar bu ziyareti hükümetin açtığı evet kampanyasına bir destek gibi yorumladılar. Oysa Sayın Barzani her zaman olduğu gibi bu kez de, hem gelişinden önce hem de sonra yaptığı açıklamalarda oldukça dikkatliydi. O, anayasa değişikliği ve referandum konusunda herhangi bir yorumda bulunmadı. Yalnızca HDP’li siyasilerin, Demirtaş ve arkadaşlarının serbest bırakılmaları konusunda bir temennide bulundu ve bunun çözüm sürecine olumlu katkı yapacağını söyledi.

Bayrak meselesi

Bu ziyaret sırasında Atatürk Havalimanı’nda göndere Kürdistan Federe Bölgesi bayrağının çekilmiş olması da söz konusu şoven ve ırkçı çevreleri rahatsız etti. Bu çevreler bunu bahane ederek birhayli çığırtkanlık yaptılar, hem Kürt ulusal bayrağına, hem de Sayın Barzani’ye yönelik hakaret içeren sözler ettiler.

Oysa Kürdistan Federe Bölgesi bayrağının Irak bayrağının yanı sıra Türk bayrağı ile yan yana göndere çekilmiş olması doğal diplomatik bir olaydı. Yine resmi görüşmeler sırasında her üç bayrağın da arka planda yer alması ilk kez olmuyordu. Bunu Başbakan Binali Yıldırım ve Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da dile getirdiler.

Belli ki CHP içinde birileri, MHP muhalefeti, Perinçek ve şürekası bayrak olayını akılları sıra referanduma ilişkin olarak kendi hayırcı tutumlarını güçlendirmek için istismar ettiler. Ne var ki bu, hayır cephesi için talihsiz bir tutum oldu. Bu tavırlarıyla Kürtlerin duygularını daha da incittiler, kendilerinin demokrasi ile ilişkilerinin ne denli sahte olduğunu bir kez daha gösterdiler. Bahçeli’ye gelince, iki arada bir derede kalan bu zat da şovenizm kampanyasına bir kez daha hızla dalarak özellikle MHP içi muhalefete karşı konumunu güçlendirmeye çalıştı.

Bu olay da bir kez daha gösterdi ki eğer AKP kolay seçim zaferleri sağlıyorsa ve 15 yıldır iktidarını rakipsiz sürdürüyorsa, bu dökülen söz konusu muhalefet sayesindedir. Bu muhalefet dünde yaşıyor. O sorunların çözümü, gerçek bir demokrasi ve laiklik konusunda hiçbir ciddi projeye sahip değil.

Görüşmelerin gündemi

Sayın Barzani’nin bu ziyaret sırasında Türk hükümet ve devlet yetkilileriyle ikili ilişkileri ve çeşitli bölgesel sorunları konuştuklarını düşünüyorum. Irak ve Suriye’de olup bitenler bunların başında geliyor.

Malum olduğu üzere, 2. Körfez Savaşı’nın ardından Saddam rejiminin yıkılması ve 2005 Anayasası ile Irak’ta oluşan yapılanmaya rağmen bu ülkede taşlar yerine oturmadı. İktidarı yitiren Sünni Arap kesiminin rahatsızlığı ve tepkileri radikal İslamcı El Kaide ve onun türevlerinden biri olan IŞİD’le birleşince bu ülkede terör dalgası büyüdü, Kürdistan’ı da olumsuz biçimde etkiledi ve bugünlere kadar geldi. Şii çoğunluğa dayanan yeni Bağdat yönetimi de ülkede istikrarı sağlamayı ve adil bir rejim kurmayı başaramadı. Bu durum Merkezi yönetimin Kürdistan’la ilişkilerini de olumsuz biçimde etkiledi. Federe bölge petrolden hakkı olan payı bile alamadı. IŞİD’in saldırısı ise ilişkileri daha da karmaşık hale getirdi.

Bağımsızlık

Bu koşullarda Kürdistan Federe Bölgesi bağımsızlık talebiyle öne çıktı. Bu yeni gelişmenin başını da bizzat Başkan Barzani çekmektedir. Kanımca bu doğru bir tutumdur. Bağdat’ın Kürdistan bölgesine karşı yükümlülüklerini yerine getiremediği, bizzat kendi topraklarını, Musul ve öteki illeri savunamadığı görüldü. Buna karşılık Kürdistan bölgesi askeri, kültürel ve ekonomik her alanda kendi kendisine yetecek, kendisini yönetip savunabilecek bir kapasiteye sahip olduğunu dosta düşmana gösterdi. IŞİD’e karşı mücadele dönemi Kürdistan bölgesinin itibarını uluslar arası planda yükseltti ve Güney Kürdistan’ı Ortadoğu’nun kaynayan kazanında bir demokrasi ve barış adası olarak öne çıkardı. Onun içindir ki Güney Kürdistan’ın bağımsız devlet olma talebine sıcak bakan ülke ve liderlerin sayısı giderek artmaktadır.

Güneyli kardeşlerimiz bunu hak ediyorlar. Onların kendi kaderlerini özgürce belirleyip bağımsız bir devlet kurma çabalarını destekliyoruz. Elbet özellikle bölgede, İran gibi bağımsız, hatta federal statüde bir Kürt varlığına karşı olan ve her araçtan yararlanıp engellemeye çalışan güçler var. Kendi Kürt sorununu çözemeyen ve yıllardır Doğu Kürdistan’da Kürt halkıyla savaşan İran, ayrıca Ortadoğu’da nüfusun çoğunluğunu Şiilerin oluşturduğu Irak’ı, Şam yönetimini ve öteki Şii kesimleri kullanarak bölgede hegemonya kurmaya çalışıyor.

Elbet bunun dışında da Kürtlerin bağımsız bir devlet haline gelebilmeleri için başka zorluk ve engelleri aşmaları gerekiyor. Bunlardan biri de bizzat kendi içlerindeki bölünmüşlük ve iç çekişmelerdir. Sayın Barzani, bu mücadelede YNK’dan gereken güçlü desteği göremiyor. YNK ne yazık ki bölünmüş durumda ve bu konuda ortak bir tutum sergileyemiyor. YNK’dan ayrılmış olan Goran kesimi ise açıkça İran ve merkezi Bağdat hükümetinin etkisinde ve Kürt halkının bağımsızlık mücadelesine karşı bir tutum içinde. Bu talihsiz bir durumdur.

PKK/PYD’nin tutumu

PKK’nin tutumu ise diğer bir ciddi sorun. Uzunca bir zamandan (Öcalan’ın yakalanıp Türkiye getirildiğinden) beridir Kürt halkı için –bağımsızlık, federasyon ve otonomi dahil- hiçbir ciddi talebi olmayan, bunu Öcalan’ın ve öteki sözcülerinin ağzından dile getiren bu örgütün neden hâlâ elinde silah tuttuğu, kime karşı ve ne için savaştığı anlaşılır gibi değil.

PKK sözcüleri, her fırsatta bağımsız Kürt devletine karşı olduklarını söylemekle ve bu kapsamda Güney Kürdistan’ın bağımsızlığa yönelik çabalarına karşı çıkmakla yetinmiyor, pratikte de Güney’e zorluklar ve engeller çıkarıyorlar. Şengal yöresinde yaratmak istedikleri olup bittiler bunun somut örneğidir.

Bilindiği gibi, Ezidi inancından Kürt kardeşlerimizle meskün Şengal yöresi, doğal olarak Güney Kürdistan’ın bir parçasıdır. Ama PKK, IŞİD saldırısının ardından ortaya çıkan durumu istismar ederek bu bölgeyi Güney Kürdistan’dan ayırmaya çalışıyor. Bu konuda Bağdat ve İran rejimleriyle ilişki içinde ve onların politikalarına hizmet ediyor.

PKK’nin bu tavrı aynı zamanda Suriye’deki gelişmelerle de yakından ilgili.

Bilindiği gibi, “Arap baharı” denen gelişmelerin Suriye’ye de yansımasından ve bu ülkede Şam rejimine karşı kitlesel bir kalkışmanın başlamasının ardından, zor duruma düşen Esat yönetimi PKK ile yeniden ilişki kurdu, onun Suriye kolu olan PYD’nin başındaki Salih Müslüm ve arkadaşlarını çağırdı, silah ve para vererek Kuzey’deki Kürt Bölgesi’nin, şimdi “Rojava” diye adlandırılan yerlerin denetimini, daha doğrusu asayişini onlara bıraktı. PYD’den beklediği ise Kürt bölgesinde rejime karşı herhangi bir direnişi engellemekti.

PKK-PYD, geçmişte bu ülkede nasıl kullanılıp sonra kapı dışarı edildiğini unutarak, söz konusu teklifi kendisi için yeni bir fırsat saydı ve o günden beri rejimin istediği görevi yapmakta. Elindeki silahlı güce dayanarak Kürt bölgesinde, kökleri 60-70 yıla uzanan kitlesel yurtsever partilerin çalışmalarını, gösterilerini önlemekte, kadrolarını, hatta liderlerini tutuklamakta, bazen öldürmektedir. Bu nedenledir ki söz konusu partilerin kadrolarının büyükçe bir bölümü şu anda bölge dışındadır.

PKK-PYD’nin bu tutumunun bir nedeni rejimin verdiği görev ise, diğer nedeni bizzat PKK-PYD’nin geçmişten beri sahip olduğu ve bugüne kadar sürdürdüğü tekçi, baskıcı anlayıştır. PKK kendisinin dışında başka bir Kürt örgütü istememekte, onları düşman gibi görmekte ve onlara karşı karalama ve şiddet politikası izlemektedir. PKK başından beri böyle kurgulanmıştır.

Ne var ki bu anlayış ve tutum Kürt halkının birlik gereği ile çelişir ve ulusal hedeflere ulaşmaya elvermez. Suriye bugün, zor duruma düştüğü için PKK-PYD’ye verdiği jandarmalık görevini, yarın düze çıktığı zaman geri alabilir ve alacağına kuşku yoktur. Böyle bir durumda, yani Suriye “işiniz bitti, silahları teslim edin” dediğinde onları rejimden koruyacak güç hangisidir? Böyle bir durumda PYD’nin Suriye ve Türkiye arasında ezilmesini kim önleyecek? Şam rejiminin yanında duran Rusya ve İran mı? Suriye Kürt gençlerini PYD eliyle DAİŞ’e karşı paralı asker olarak kullanan ABD mi?

Suriye’de bir çözüme varıldığı ve silahlar sustuğu zaman PYD’nin işi de rolü de sona erecek, onun Kürt bölgesinde oluşturduğu kantonların hükmü kalmayacaktır. Bunu bilmek için kâhin olmaya gerek yok.

Kürtlerin, Suriye’de ortaya çıkan elverişli koşullardan yararlanıp bir statü elde etmeleri ancak kendi aralarında ciddi bir birlik oluşturmalarına ve doğru politikalar izlemelerine bağlıdır. Böyle bir durumda barış masasında yer alabilir ve kendi bölgelerinde federal ya da özerk bir statü elde edebilirler.

Sayın Barzani bunu görebildiği için geçtiğimiz yıllarda PYD ile ENKS’yi Erbil’de bir araya getirip birlik oluşturmaya çalıştı. Ne var ki PKK-PYD kesimi her keresinde sözünde durmadı ve Şam hükümetinin güdümündeki olumsuz politikasını sürdürdü. Kobani’nin Peşmerge eliyle kurtarılması bile durumu değiştirmedi. Bu nedenledir ki “Rojava”daki, yani Güneybatı Kürdistan’daki kitleler herkesten çok PKK-PYD’den rahatsızdır.

Güney Kürdistan’da eğitim gören 7-8 bin dolayındaki “Roj Peşmergeleri” de bu nedenle Suriye Kürt bölgesine geçememektedir. Oysa onların bölgeye geçmesi hem Daiş’e karşı mücadeleyi hem de bir bütün olarak bu parçada Kürt halkının durumunu kat kat güçlendirirdi. Şengal bölgesinde Peşmerge ile PKK arasında çıkan çatışmanın bir nedeni de budur. PKK, sınıra yaklaşan bir bölüm Roj peşmergesinin yolunu kesti, ateş açtı ve sanki peşmerge Ezidi Kürtlere yönelik bir saldırıda bulunmuş görünümü vermeye çalıştı.

PKK’nin bu akıl almaz derecede olumsuz tutumu Kürt halkının tüm parçalardaki mücadelesine ciddi zararlar vermeye devam etmektedir.

About Post Author