GÜNCEL

ULUSAL KONGRE KONUSU

(Anılarımdan bir bölüm)

Kemal Burkay

Şu günlerde Ulusal Kongre konusu yine Kürtler arasında konuşulur oldu. Bunu PKK çevreleri gündeme getirdiler. PKK bir yandan başta Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve Irak KDP olmak üzere, nerdeyse dört parçadaki tüm Kürt örgütlerine düşmanlık politikası izlerken buna neden gerek duydu, bu işte samimiyetinden söz edilebilir mi, ya da neyin peşinde, ayrı bir konu… Birkaç yıl önce de bizzat Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin ve Irak KDP’nin Başkanı sayın Mesut Barzani, Ulusal Kongre konusunda bir girişimde bulunmuş, ama özellikle PKK’nın olumsuz tutumu nedeniyle bu girişim başarısız olmuştu.

Şimdi konu bir kez daha gündeme gelmişken, geçmişte Ulusal Kongre konusundaki, bizimde içinde yer aldığımız kimi önemli çalışmaları hatırladım. Bunların bir bölümüne anılarımın yayınlanmış olan 2. Cildi’nde yer vermiştim. Ancak 1980’li yılların sonunda ve 1990’lı yıllardaki, dört parçayı ilgilendiren ve ulusal kongreyi de içeren birlik çalışmaları anılarımın henüz yayınlanmamış olan 3. Cildi’nde yer alıyor. (Anılarımın 3. Hatta 4. Ciltleri çoktandır yayına hazır olmalarına rağmen, bazı nedenlerle onların yayınını geciktirdim. Umarım daha çok gecikmez ve onları yakın bir zamanda yayınlarım).

Ancak şimdi, ulusal kongre konusu bir kez daha tarşılırken ilgili bölümü yayınlayıp bu konuya ilgi duyan insanları bilgilendirmeyi yararlı gördüm.

DÖRT PARÇADAN ÖRGÜTLERİN

İŞBİRLİĞİ ÇALIŞMALARI – 2. BÖLÜM

Dr. Kasımlo, Şerefkendi, Talabani ve Mesut Barzani ile Görüşmeler

1980-1984 yıllarında dört parçadan örgütlerin katıldığı ”Altılı Platform“ çalışmalarının öyküsünü anılarımın 2. cildinde anlatmıştım. Bilindiği üzere bu çalışma, yapılan çok sayıda toplantıya ve alınan kararlara rağmen pratiğe yansımamış, diğer bir deyişle sonuçsuz kalmıştı.

Bunu izleyen dönemde dörtlü çalışma durdu. Yalnızca zaman zaman taraflar arasında mektuplaşmalar ve ikili görüşmeler oldu.

1986 yılı ortalarında, İran KDP ve KYB bize, her üç örgütün yurt dışında birlikte yapabilecekleri ortak çalışmaları düzenlemeleri konusunda ortak öneride bulundular. Durumu Merkez Komitemizin Ağustos 1986’daki toplantısında değerlendirdik. Bu aşamada koşulların henüz bir ulusal kongre vaya konferans toplamaya elvermediği, ama bu türden ikili-üçlü çalışmaların yapılmasında yarar olduğu sonucuna vardık. Nitekim daha önce yurtdışı öğrenci örgütü AKSA’da beraber çalışmış, yine benim ve Talabani’nin ortak imzasıyla Birleşmiş Milletler’e başvurmuştuk.

Toplantımızın hemen ertesinde Kasımlo İsveç’e geldi. Görüşmemizde kendi durumları hakkında bilgi verdi ve üç örgüt arasında (biz onlar ve KYB) bazı ortak çalışmaların yapılması için Talabani ile ortak görüşe vardıklarını söyledi; bu amaçla, her örgütten birer temlcinin katılacağı üç kişilik bir komite oluşturulmasını önerdi. Kendilerinin bu iş için Paris’teki temsilcilerini görevlendirdiklerini, Yekıti’nin ise Kemal Fuat’a görev verdiğini söyledi.

Ben bu görüşmede, prensip olarak ortak çalışmadan yana olduğumuzu, bu amaçla bir araya gelip bir program oluşturmayı önerdim ve söz konusu komitede bizi Ziya Acar arkadaşımızın temsil edeceğini söyledim.

Talabani’ye gönderdiğim Eylül 1986 tarihli mektupta da bu öneriyi olumlu bulduğumu söyledim ve ilk elde şunları önerdim:

“1-Yurt dışındaki bize yandaş işçi ve öğrenci dernekleri aralarındaki dayanışma ve ortak çalışmayı geliştirebiliriz;

2-Güçlerimizi birleştirirsek birçok Batı Avrupa ülkesinde “Kürt halkıyla dayanışma komiteleri” oluşturabiliriz;

3-İngilizce ve Fransızca dillerinde ortak bir enformasyon bülteni çıkarabiliriz.

Bu iş için oluşturduğumuz üç kişilik komite biraraya gelerek konuyu tartışsın ve bir program oluştursunlar.“ (Bak: Ek belge, no: 3).

Ne var ki, daha sonra her iki taraf da komitenin toplanması için hiçbir çaba göstermediler. Kemal Fuat’la diyalog sağlayarak konuyu hatırlattım; ancak o pek ilgisiz göründü. Ülkeden bir heyet geleceğini, onlarla konuştuktan sonra önerici olabileceklerini söyledi. 1987 yılı başlarında KYB’nin söz konusu heyeti ile Berlin’de görüştüm. Görüşmede Cezmi arkadaş da vardı. Onlarla PKK’nın bize ve diğer bazı yurtsever güçlere yönelik yeni saldırısını, Güney Kürdistan’a üslenme planımızı konuştuk; ayrıca yurt dışı çalışmalarının koordinasyonu konusunu da gündeme getirdik. Ancak onlar bu konuda hazırlıksız göründüler. Bir sonuca ulaşamadık.

* * *

Nisan 1987’de, bizim önerimiz üzerine İsveç’te 13 kürdistanlı örgütün temsilcileri biraraya gelerek İsveç düzeyinde bir ”işbirliği komitesi“ (Hevkari) kurdular.(*) Bu komitenin ilk eylemlerinden biri, Saddam rejiminin Kürtlere karşı kimyasal gaz kullanması üzerine Stokholm’de bir protesto yürüyüşü düzenlemek oldu. Bu yürüyüşe bin dolayında bir kitle katıldı. Saddam kimyasal gazı Halepçe’den çok önce, 1987 ilkbaharında kullanmıştı. Ne yazık ki bu ve benzer protestolar uluslararası kamuoyunu ve sorumlu kuruluşları uyarmaya, onları harekete geçirmeye yetmedi. Bu sessizlikten cesaret alan Saddam, halkımıza karşı daha büyük çapta kıyımlara yöneldi.

——————————————————————

(*) Bu komite şu örgütlerin İsveç temsilcilerinden oluşuyordu:

Suriye Kürt Halkı Dayanışma Partisi (PHGK-S)

Kürdistan Yurtsever Birliği (YNK)

Kürdistan İşçi Partisi (KİP)

Kürdistan Sosyalist Partisi (PASOK)

Kürdistan Sosyalist Birliği (YSK)

KUK-Sosyalist Eğilim

Irak Kürdistanı Sosyalist Partisi (PSKI)

Irak Kürdistanı Demokratik Halk Partisi (PDGKI)

Irak Kürdistanı Demokratik Birlik Hareketi (BYDKI)

Ala Rızgari

Kürdistan Sosyalist Hareketi

Suriye İlerici Demokratik Kürt Partisi (PDKPS)

Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi (PSKT)

Daha sonra bu birliğe KDP-Irak ve KDP-İran da katıldılar.

—————————————————————-

Partimiz aynı dönemde Kürdistan’lı örgütlerin Danimarka’da oluşturdukları “Dayanışma“ komitesine de katıldı. Yine benzer bir komite (Hevkari) daha sonra Almanya’da da oluştu. Bu komiteler, Kürdistan’ın çeşitli parçalarında sömürgeci güçlerin baskı ve saldırılarına karşı bir dizi ortak protesto eylemleri düzenlediler.

20-21 Haziran 1987 tarihinde Düsseldorf’ta toplanan KOMKAR 9. Kurultayı’na Irak KDP’den bir heyet de katılmıştı. Kurultay sırasında onlarla görüştüm. Irak KDP ile daha önce bazı parti temsilcilerimiz görüşme yapmıştı; ama bu benim onlarla ilk görüşmemdi. Görüşme sıcak geçti, iki partinin ilişkilerini geliştirmek için karşılıklı isteklerimizi belirttik.

* * *

1987 yılında yurt dışındaki Kürt öğrenci örgütleri (KSSE, AKSA ve ötekiler) yeniden birlik sağlamak için bazı toplantılar düzenlediler. Merkez Komitemizin Temmuz 1987 tarihli toplantısında durumu değerlendirdik, bu gelişmeleri iyi karşıladık ve yurt dışında Partimize üye ya da yandaş öğrencilerin de bu birliğin çatısı altında yer almalarını, bu nedenle de söz konusu birlik çalışmasına katılmalarını uygun bulduk.

Yine MK’nın Temmuz 1987 toplantısında, yurt dışında Kürdistan’ın öteki parçalarından insanlarımızla yapılabilecek ortak çalışmaları bir bütün olarak değerlendirdik. Sonuçta, dört parçadan Kürdistanlıların katılacağı ortak kitle ve meslek örgütleri (barış örgütü, kadın örgütü, yazarlar birliği, hukukçular birliği, doktorlar birliği vb.) oluşturmak, ya da bu tür örgütler varsa taraftarlarımızın orada yer alması, aynı dalda birden çok örgüt varsa onların birleştirilmesi için çaba göstermeyi kararlaştırdık. Yine, Kürt halkının dostlarıyla birlikte bir insan hakları örgütü oluşturmak için çaba gösterilmesi de varılan kararlar arasındaydı.

Yurt dışında bir doktorlar örgütü zaten vardı. Bir ara, benim ve Ziya arkadaşımızın da içinde yer aldığı, merkezi Paris’te olan bir hukukçular birliği de oluşturuldu. Ama bu dernek dişe dokunur bir çalışma yapmadan unutuldu gitti.

Bu dönemde, Hüseyin Erdem’in öncülüğünde ve bizim desteğimizle Kürt Pen’i kuruldu. Ben de kurucu üyeler arasındaydım. Kürt Pen’i, uluslararası Pen’in Nisan 1988’de Cambridge’de (İngiltere) yapılan toplantısında birliğe kabul edildi.(*) Bu önemli bir gelişmeydi. Ama Kürt Pen’i yurt dışındaki yazarların geniş bölümünü bile çatısı altında toplayamadı. Daha sonra ise PKK’lıların eline geçti. Sonuç olarak Kürt sorununda çok daha ciddi bir rol oynayabilecek bu örgüt ne yazık ki doğru dürüst bir çalışma yapamadı ve heder oldu.

———————————————————————

(*) Yurt dışında bir Kürt yazarlar birliği oluşturmak için ilk girişimi, daha Cigerxwin’in sağlığında ve onunla birlikte başlattık. Bu amaçla yurt dışındaki dört parçadan tanınmış Kürt yazarlara bir mektup yazdık. Girişim ilgi gördü ve ciddiye alındı. Ama ne yazık ki, yoğun siyasal çalışmalar bu işe daha fazla zaman ayırmama elvermedi. Cigerxwin ise yaşlıydı, bu işi yönetemezdi. Mehmed Emin Bozarslan, önerimize rağmen, zaman ayıramıyacağını söyleyerek uzak durdu. O dönemde İsveç’te şimdiki kadar çok Kürt yazar yoktu. Olanlar da zaman ve emek vermeyince başarı şansı yüksek olan bu girişim yarıda kaldı.

—————————————————————————

Parti olarak gerçekleştirmek için önümüze hedef olarak koyduğumuz kurumlardan biri insan hakları örgütü idi. Bu alanda zaten çabalarımız yoğundu ve birhayli deney sahibiydik. Böyle bir derneğin ortaklaşa yaratılması için İran KDP ile KYB’ye de öneri götürdük. Talabani 1988 Ocağı’nda Avrupa’ya çıkmıştı. Kendisiyle iki kez görüştüm ve bu konuyu da gündeme getirdim. O olumlu karşıladı ve finansman planında da kendi payımıza düşeni yaparız, dedi. İran KDP, bir yurtdışı enformasyon bürosunun acil olduğunu söyledi. Biz, prensip olarak buna da evet dedik; hatta böyle bir büroyu, diğer taraflar katılmasa bile, eğer olanaklarımız elverirse kendi başımıza oluşturmayı düşündük.

Talabani ile görüşmemizde PKK sorunu da gündeme geldi. Kamuoyuna yansıyan bazı haberlere göre onlarla PKK arasında görüşmeler olmuştu. Talabani, PKK’nın kendileriyle ilişki kurmak istediğini; ancak kendilerinin de PKK’ya, yurtsever örgütlere ve Kürdistan’da kadın ve çocuklara yönelik saldırılarına son vermeleri, bu konuda özeleştiri yapmaları koşulunu getirdiklerini, PKK’nın ise buna önce evet dediğini, ama sonradan, buna ilişkin olarak hazırlanan metni imzaya gelmediğini söyledi. Ben ise, bu koşullar yerine gelmeden PKK ile hiçbir görüşme yapmayacağımızı; ama eğer PKK gerçekten yurtsever güçlere ve halka yönelik saldırıları nedeniyle özeleştiri yapar, bu tür eylemlere son verir ve bunu süreç içinde kanıtlarsa, bundan memnun olacağımızı ve o zaman kendileriyle görüşebileceğimizi; hatta iş ve güç birliği alınında da kendileriyle diyalog kurabileceğimizi söyledim.

Ne var ki Talabani, bu görüşmemizden kısa bir süre sonra, bana Paris’ten bir telefon açtı, aynı konuyu gündeme getirdi, PKK ile ilişkilerimizi düzeltmemizi önerdi ve nedense aynı konuda bir de mektup göndereceğini söyledi. Daha sonra elimize ulaşan 13 Mart tarihli bu mektup, yalnız bize değil, Türkiye Kürdistanı’ndan tüm yurtsever partilere hitap ediyordu. O, bu mektupta, KYB ve PKK arasındaki görüşme ve ittifaktan söz ediyor, bunun olumlu bir ortam yarattığını, ayrıca kendisinin de Öcalan’la konuştuğunu, onun da tüm devrimci örgütler arasında barış ve birlik istediği kanısına vardığını söylüyor, tüm Kuzey Kürdistanlı örgütleri PKK ile barışmaya çağırıyor, bu konuda bir toplantı düzenlemeyi öneriyordu. (Bak Ek belge: 3b)

Anlaşılan, KYB-PKK ittifakı konusunda daha önceki söylentiler doğruydu . PKK’nın bize ve öteki yurtsever örgütlere yönelik saldırılarının üzerinden henüz fazla zaman geçmeden KYB’nin onlarla böyle sıcak ilişkiler kurmak için bu denli acele etmesi acaba nedendi? Bunun nedenlerinden biri, KYB’nin her zamanki pragmatizmi olsa gerekti. Diğer ve asıl neden ise, kanımca, Suriye ve İran’ın PKK’yi yalnızlıktan kurtarmak ve Türkiye’ye karşı kendi güdümlerinde daha güçlü bir cephe kurma arzusuydu. KYB’yi PKK ile böylesine acele ve ilkesiz ilişkilere zorlayanlar onlardı.

Talabani’ye gönderdiğim 19 Mart 1988 tarihli cevabi mektupta, PKK hariç, kuzey Kürdistan örgütleri arasında barışı gerektirecek derecede bir sorun ya da çatışma olmadığını, sorunun PKK’den kaynaklandığını ve saldırının tek yanlı olduğunu belirttim. Eğer, PKK söylediklerinde samimiyse özeleştiri yapmalı ve saldırgan tutumuna son vermelidir; yoksa yarın KYB’ye söylediklerini de inkar edebilir, dedim. (Mektubun tamamı için bak: Ek belge, no: 4 ).

Talabani bize bu mektubu yazdıktan kısa süre sonra, çağrılı olarak görüşmelerde bulunmak üzere ABD’ye geçti. ABD aynı günlerde, Kürt sorununun ilgili devletlerin sınırları değişmeden, kültürel haklar tanınarak çözülmesi yönünde bir açıklama da yapmıştı. Öyle anlaşılıyordu ki ABD Kürt politikasında yeni bir açılım yapıyordu ve Talabani’nin çağrılması da bunun ürünüydü. Talabani’nin, tam da Amerika ziyareti öncesinde bu girişimde bulunmakla Kürt örgütleri üzerinde nazım bir rol oynadığı görüntüsünü vermek istemiş olması da mümkündür. O bu girişimin bir benzerini daha sonra da, Paris Konferansı’nın ardından yaptığı Amerika gezisi öncesinde yapacaktı…

Bundan bir süre sonra (1988 yazında) Kasımlo ile yeniden görüştük. İnsan hakları derneği konusu yine gündemdeydi. Benim önerim, Partimizin görüşüne uygun olarak, insan hakları derneğinin Kürt dostu yabancılarla birlikte oluşturulmasıydı. Böylece derneğin uluslararası planda daha etkin olacağı kanısındaydık. Ama Kasımlo buna karşı çıktı. “Neden yabancılar bizi yönetsin? Yalnızca Kürtlerden oluşmalı!“ dedi. Sonuçta onu ikna edemeyince, bu işi daha çok uzatmamak için, “öyle de olabilir, böyle bir dernek de elbet iş yapar,“ dedim. Ancak İran KDP, daha sonra, tam tersi bir görüşle, “bu iş yabancılarla birlikte olmalı!“ diyecekti…

* * *

1988 yılında Kürt partilerinin ilişkileri bakımından iki önemli gelişme oldu. Bunlardan biri Kuzey Kürdistan’da TEVGER’in kuruluşu idi. Diğeri ise Irak Kürdistanı örgütleri arasında süregelen görüşmelerin 1988 yılı içinde sonuçlanarak Irak Kürdistanı Cephesi’nin kurulması oldu. Bu aşamadan sonra, dört parçaya ilişkin işbirliği ve dayanışmanın örgütlenmesinde, diğer örgütlerle ikili ilişkilerimizin yanı sıra TEVGER ve Irak Kürdistanı Cephesi de devreye girdiler.

TEVGER, Irak Kürdistanı Cephesi (IKC) ve İran KDP arasında 29 Aralık 1988’de Viyana’da bir görüşme yapıldı. Bu görüşmeye TEVGER adına dış bürodan Murat Cıwan ve Xalıt (İkram Delen) katıldılar. IKC adına Celal talabani, İran KDP adına da Dr. Kasımlo katıldılar. TEVGER bu toplantıya, bir öneriler demetiyle gitmişti. Bunlar arasında ulusal kongre önerisi de vardı. Ama İran KDP ulusal kongre için koşulların uygun olmadığı görüşündeydi. Sonuçta bir haber ajansı ve insan hakları derneği konusunda proje hazırlanıp üzerinde görüşülmesi taraflarca uygun bulundu. Her iki konuda da proje hazırlama görevi TEVGER’e verildi. Bir sonraki toplantının ise 1989 ilkbaharında yapılması kararlaştırıldı, gün saptanmadı.

Bu toplantıda Celal Talabani PKK konusunu gündeme getirdi ve onun da bu tür platformların dışında bırakılmamasını, ortak çalışma içinde daha kolay denetlenip yanlışlarının önlenebileceğini söyledi. Kasımlo ise öncelikle bu üç kesimin (TEVGER, İran KDP ve IKC) ilkeler ve somut bir program üzerinde anlaşmaya varmasını, bunun ardından platform dışındakilere açılmanın daha iyi olacağını söyledi. TEVGER temsilcileri ise, ortak çalışmalardan hiç kimseyi dışlamadıklarını, ama PKK’nın diğer yurtsever örgütlere yönelik saldırgan tavrından vazgeçmesi gerektiğini, ayrıca Mam Celal’in önerisini TEVGER organlarına götüreceklerini söylediler.

Bizim parti olarak, bir insan hakları derneği oluşturmak için kararımız ve belli hazırlıklarımız vardı. Birleşmiş Milletler İnsan hakları Bildirisi’nin kabul edilişinin 40. yıldönümüne, yani Aralık 1988’e denk gelecek bir tarihte Kürdistan’da insan haklarının durumuna ilişkin bir uluslararası konferans düzenlemeyi kararlaştırmıştık. Hazırlık çalışmalarının uzaması nedeniyle onu gecikmeli olarak Nisan 1989’da Bremen’de yaptık. Oldukça geniş bir ilgi gören bu konferansın aldığı kararlardan biri de Kürdistan’da insan haklarını izleyecek bir örgütün oluşturulmasının gereği idi. Konferansın ardından bu doğrultuda çalışma yapmak üzere, Sertaç Bucak arkadaşımızın yönetiminde, “Kürdistan İnsan Hakları İnisiyatifi”ni oluşturduk. İnisiyatif’in kuruluşundan sonra, o güne kadar insan hakları alanında Parti olarak veya başka isimler altında yaptığımız çalışmalar artık büyük ölçüde onun tarafından üstlenildi. Elbet, eskiden olduğu gibi ben ve öteki merkezi kadrolarımız, İnisiyatif’in çalışmalarına katkılarımızı sürdürmeye devam ettik. Bu arada, konuyu hem TEVGER’in gündemine getirdik, hem de Kürdistan’ın öteki parçalarından örgütlerle, özellikle İran KDP ve KYB ile de diyalogu sürdürdük, derneği oluşturmakta acele etmedik; onun Kürdistan’ın dört parçasından örgütlerin katkısıyla oluşmasının, geniş bir tabana dayanmasının daha yararlı olacağını düşündük.

TEVGER Genel Yönetim Kurulu’nun 13-14 Mayıs 1989 tarihli toplantısında konuyu değerlendirdik. Ajans için bizim hazırladığımız bir proje vardı, benimsendi. Ayrıca insan hakları derneği için proje oluşturmayı da biz (TKSP) üstlendik.

Bu iki proje, daha sonra IKC ve İran KDP temsilcileriyle yapılan ortak toplantıya sunuldu. Onlar, ajans için yarım milyon dolar dolayında yıllık bir masrafa gerek olduğu kanısında idiler. Bu bedel yüksek bulunduğu için ajans işi ertelendi. İnsan hakları örgütü konusundaki proje ise kabul edildi. Tarafların kurucu olacak kişileri bir liste halinde önermeleri, ayrıca kuruluş çalışmalarını yürütüp tamamlamak üzere bir komite oluşturulması benimsendi. Biz TEVGER olarak Sertaç arkadaşı görevlendirdik. İran KDP de kendi temsilcisini (Avrupa sorumluları Abdullah Kadiri) belirledi. IKC ise kendi temsilcisinin daha sonra belirleyip adını ileteceğini söyledi. Ancak bu iş gecikti. IKC bakımından ilginç bir durum söz konusuydu. Bize ilettiklerine göre, cephenin dış ilişkileri bakımından en yetkili kişiler Celal Talabani ve Mesut Barzani idi ve bunlardan hangisi yurt dışında bulunuyorsa o tasarrufta bulunabiliyordu. Önce Talabani dışardaydı ve o, üçlü komite için cephe adına Hasan Şehzad’ı önerdi. Daha sonra ise yurt dışına Irak KDP’nin genel sekreteri Mesut Barzani çıktı. Mesut Barzani ile Stkokholm’da görüştüm. Göndemde iki örgütün ilişkilerinin yanı sıra, kurulması düşünülen insan hakları örgütü de vardı. Bu konuda olumlu görüş belirtti. Daha sonra ise bana telefonla, üçlü komite için cephenin temsilcisi olarak İsmet Şerif Vanlı’yı önerdi. (*)

——————————————————

(*) Mesut Barzani ile ilk görüşmemdi. Mesut Barzani o zaman yaklaşık kırk yaşlarındaydı. Kısa boylu, ciddi, güven verici bir görünümü vardı. Görüşlerini kısa ve özlü olarak dile getiriyordu. Bu ilk izlenimde yanılmadım. Onu zamanla daha iyi tanıdım. Kuşkusuz, Barzani ailesinin gücüyle, bir tür veraset yoluyla partinin liderliğine gelmişti. Ama kişi olarak da, en azından aile içinde iyi bir seçimdi. Sözüne güvenilir, tutarlı biriydi. Ortadoğu ve Kürdistan politikasında böyleleri enderdir.

——————————————————

Bu arada Kürt ulusal hareketi bakımından çok üzücü bir olay gerçekleşti: Dr Kasımlo ile Abdullah Kadiri 13 Temmuz 1989 günü Viyana’da İranlılar tarafından katledildiler. (Bu olaydan daha sonra söz edeceğim).

İran KDP daha sonra insan hakları örgütü çalışmaları için yeni bir temsilci verdi. IKC’nin de temsilcisini belirlemesiyle komite 16 Ekim 1989’da Paris’te toplandı. Kürdistan İnsan hakları Girişimi tarafından dört dilde (Kürtçe, Türkçe, Almanca ve İngilizce) dillerinde hazırlanmış olan dernek tüzüğü taslağı kendilerine iletildi. Tüzüğü olumlu bulduklarını, ancak arkadaşlarıyla konuştuktan sonra tüzükle ilgili kesin görüşlerini bildireceklerini söylediler. Bu toplantıda, derneğin kuruluş hazırlıkları için her bir örgütün (TEVGER, IKC ve İran KDP) beşer bin Alman Markı ödemeleri kararlaştırıldı. Derneğin kuruluşu için 1990 yılının başları hedeflendi.

Paris’te İ-KDP Merkezindeki Toplantı

Bu arada 14-15 Ekim tarihlerinde Paris’te yapılan uluslararası Kürt Konferansı sırasında (bu konferanstan daha sonra söz edeceğim) Celal Talabani, Kürt örgütleri arasında bir görüşmenin yararlı olacağını söyledi. Ertesi gün İran KDP’nin merkezinde toplanmayı, toplantının TEVGER, IKC ve İran KDP ile sınırlı olmasını ve güvenlik nedeniyle de gizli tutulmasını kararlaştırdık. Ne var ki ertesi gün toplantı yerine gittiğimizde irili ufaklı tüm örgütlerin “temsilcilerinin”, hatta herhangi bir örgüt temsilcisi olmayan tek başına kişelerin bile orada olduğunu gördük. Talabani, İran ajanlarının ve PKK’lıların marifetlerinden habersiz gibi, güvenliğe de boşverip herkese haber vermiş, mavi boncuklar dağıtmıştı…

Bu olup bittiyi sineye çektik. KDP bürosunun uzunca bir salonuna doluştuk. Birçokları toplantıyı ancak ayakta izlediler. Gündemi de Talabani önerdi: Konferansın değerlendirilmesi ve bir ulusal örgüt oluşturma!

Öncelikle Konferans değerlendirildi. Örgüt temsilcileri söz alıp konuştular. Sıra ortak ulusal örgüte gelince, söz alanlar farklı şeyler söylediler. Örneğin Mahmut Osman ulusal kongre önerdi, Sami Abdurahman bir insan hakları derneği ile başlanmasını istedi. Talabani, dört parçadan Kürt ulusal hareketinin tamamanı kapsayacak, izlenecek ortak stratejiyi belirleyecek ve örgütlerin güçlerine göre içinde temsil edileceği bir ulusal meclis önerdi. Hatta bir kağıt üzerine elyazısı ile esaslarını karalamıştı bile! Nûşirwan Mustafa da Mam Celal’in önerisini destekleyen ajitatif bir konuşma yaptı.

O güne kadar bu tür çalışmaların içinde olmayan bazı örgütler ile, sırtlarında yumurta küfesi taşımayan kimi küçük örgütlerin ayaküstü temsilcileri ve hatta bazı örgüt bile olmayanlar bu işe bayıldılar! Ben, TEVGER’den öteki arkadaşlar, İran ve Irak KDP’liler bu hızlı, damdan düşer gibi öneriye şaşıp kaldık. Çünkü yıllardır bu tür birlikler için çaba göstermiş, uzun toplantılar sonucu alınan nice güzel kararı hayata geçirememiş, sonuçta da üçlü olarak (TEVGER, IKC ve İran KDP) ancak bir insan hakları derneği üzerinde görüş birliğine varmış, ama bu alandaki çalışmayı bile, diğer iki tarafın oyalamaları sonucu bir türlü sonuca vardıramamıştık. Gerçeğimiz böyleyken, Mam Celal orada, bir konferans sonrası hasbelkader bir araya gelmiş insanlara, ayaküstü, FKÖ benzeri bir örgüt kurmayı öneriyordu!..

Ben söz aldım ve böyle bir öneriye bizim parti olarak kapalı olmadığımızı, ama şu anda bir sonuca varılamıyacağını, hem parti, hem TEVGER olarak, öncelikle öneriyi yetkili organlarda değerlendirmek gerektiğini söyledim. İran KDP’liler de aynı görüşe katıldılar. Mam Celal önerisinin kabul görmediğini anlayınca çok bozuldu ve bir işi olduğunu gerekçe göstererek (sanki bu toplantıyı öneren o değilmiş ve sanki bundan daha önemli iş olabilirmiş gibi!) toplantıyı terk edip gitti…

Sonuçta, bu öneriyi kendi organlarında değerlendirmek üzere örgütlere zaman verilmesi uygun bulundu. Daha sonrası içinse TEVGER’in, Irak Kürdistanı Cephesi’nin, İran KDP’nin ve Suriye Kürt örgütlerinin temsilcilerinin biraraya gelerek buna ilişkin çalışmayı yürütmeleri konusunda görüş birliğine varıldı. Bu örgütlerle diyalog kurup biraraya gelmeyi sağlama görevi ise bana verildi.

Mam Celal böyle bir öneriyi neden ayaküstü ve bir olup bitti gibi örgütlere kabul ettirmek istiyordu? Kendisinin dediği türden bir ulusal meclis, kongre veya konsey böyle oluşur muydu? O geçmişte olup bitenlerden habersiz miydi?

Cin gibi zeki ve becerekli Mam Celal’ın yaptığı bu tür işlere bazan şaşar kalırım. Ama onu süreç içinde daha iyi tanıdım. Bir kere kişiliği, çok önemli konularda bile, hatta örgütüne danışma gereği de duymadan, böylesi ayaküstü kararlara varmaya ve aynı hızla onlardan caymaya uygundur. Kendi yaptığı şeyi başkalarından da beklemesi ise doğaldır.. Paris Konferansı sonrası, alel acele böyle bir girişimde bulunmasının asıl nedeni ise kanımca şuydu: Yine bazı görüşmeler için Amerika’ya gidiyordu ve gitmeden önce, örgütlerin üzerinde görüş birliğine vardıkları böyle bir belgeyi cebine koymak istiyordu. O zaman, “işte tüm Kürtler arkamda!” diyecekti…

Bu gelişmeyi TEVGER’in 18-20 Kasım 1989 tarihinde yaptığımız GYK toplantısında tartıştık. Sonuçta, irili ufaklı tüm örgütlerin geniş bir toplantısından önce TEVGER, IKC ve İran KDP temsilcilerinin biraya gelerek bu konuyu görüşmelerinin daha gerçekçi ve doğru olduğu sonucuna vardık ve bu amaçla üçlü bir toplantı için öneride bulunmayı kararlaştırdık.

TEVGER GYK’nun söz konusu toplantısında insan hakları örgütü konusundaki gelişmeleri de değerlendirdik, bu çalışmaları hızlandırmayı kararlaştırdık. Bunu izleyen günlerde TEVGER, taslak tüzük üzerinde çalıştı ve sonuçlandırdı. Kurucular bakımından kendi listesini hazırladı.

Ne var ki, gerek İran KDP’nin, gerekse IKC’nin ilgisizliği yüzünden bu iki konuda da ileri yönde hiçbir adım atılamadı. TEVGER toplantısından sonra, her iki tarafa da, bu konuları görüşmek üzere biraraya gelmek için birkaç kez öneride bulunduk. Ama diğerleri ya hiç cevap vermediler, ya da hazır olmadıklarını söylediler. Mam Celal bir kez daha, bir şimşek gibi görünüp yitmişti. İran KDP de zaten bu işe pek hevesli değildi.

* * *

Sanırım 1990 yılı ortalarıydı. İran KDP’nin yeni sekreteri Dr. Sait Şerefkendi yurt dışına çıkmış ve Stokholm’e gelmişti. Görüşmemizde söz konusu işbirliği konuları yeniden gündeme geldi. Ben kendisine insan hakları örgütü konusundaki gelişmelerden söz ettim. Şerefkendi, „neden yalnızca Kürtler’le kuruyoruz? Yabancılarla birlikte oluşturalım, daha yararlı olur,“ dedi. Ben de kendisiyle aynı görüşte olduğumu, ama salt Kürtlerle oluşması önerisinin Kasımlo’dan geldiğini, öteki örgütlerin de benimsediğini, azınlıkta kaldığımız için ağır basan eğilime uyduğumuzu söyledim. Ayrıca, İnsan hakları derneği konusundaki gecikmeden söz ettim ve eğer böyle devam ederse bu çalışmayı kendi başımıza yürütüp tamamlıyacağımızı söyledim. Şerefkendi ise, bu çalışmanın içinde yer alacaklarını, kendisinin kısa süre sonra Kürdistan’a döneceğini, bu konuda Avrupa temsilcileri Fettah’ı görevlendirdiklerini söyledi.

Şerefkendi, ulusal örgütle ilgili olarak ise partisinin eski görüşlerini tekrarladı. Ortak çalışmalar için bir komite oluşturulmasını önerdi. Ama siyasi partilerin, varolan ilişkilerine bir zarar gelmemesi için bu komitede kendi adlarıyla yer almayacaklarını söyledi. Bu çalışmayı bizimle ve Yekıti ile yürütebileceklerini, tüm partilerin biraya gelmesinin ise mümkün olmadığını söyledi; örneğin TEVGER içinde sorunlar olduğunu söyledi. Bense, „bu konuda TEVGER içinde hiçbir sorun yok, dedim. Ben TEVGER adına konuşuyorum. Siz hazırsanız Iraklı Kürtlere de öneri götürelim ve bu işi kısa sürede sonuçlandıralım.“

Sonuçta, Şerefkendi, bu çalışma için Mustafa Salmaşi’nin, ötekiler çalışmalar içinse Kak Fettah’ın görevli ve yetkili olduğunu söyledi.

Bu arada, söz konusu çalışmaların gecikmesi üzerine, TEVGER adına İran KDP ve IKC’ye bir mektup gönderdik. Benim kaleme aldığım 10 Kasım 1990 tarihli bu mektupta önceki kararlara ve gecikmeye değindik, kısa sürede biraraya gelmeyi önerdik. Ayrıca, zaman kazanmak için, söz konusu örgütün amaç ve ilkelerini kapsayan bir taslak da ekledik. (Bu konuda bak: Ekteki Belgeler, no: 5’teki Kürtçe mektup).

Londra Toplantısı ve Ulusal Kongre Kararı

Bu mektubun gönderilişinin üzerinden çok geçmeden Mam Celal de yurt dışına çıkmış ve Londra’ya gelmişti. Telefonla haberleştik ve üç taraf (TEVGER, IKC ve İran KDP) arasında Londra’da bir görüşme yapmak için görüş birliğine vardık, gün saptadık. Durumdan Paris’teki İran KDP temsilcisi Fettah Abduli’yi de haberdar ettik.

Toplantı 1-2 Aralık 1990’da Londra’da, Celal Talabani’nin kayın pederi ve Irak KDP’nin eski genel sekreteri İbrahim Ahmet’in evinde gerçekleşti. Toplantıya TEVGER adına ben ve Murat Cıwan katıldık. İran KDP adına Fettah gelmişti. IKC adına da yalnızca Mam Celal katıldı. Biz, ilerde bir sorun çıkmaması için, Londra’daki KDP temsilcisi Hışyar Zebari’nin de toplantıya katılmasında yarar olduğunu söylemiş ve bunu önermiştik. Ancak Mam Celal, onun Londra’da olmadığını söyledi.

Mam Celal her zamanki gibi canlı, enerjik ve konuklarına karşı son derece nazikti. Yemek sırasında ve çay-kahve ikram edilirken bizzat hizmet etti. Gündemdeki konular üzerinde anlaşmak da, daha önceki çalışmalarımızdan kalan deneyim ve ürünler nedeniyle güç olmadı. İran KDP de bu kez herhangi bir oyalama niyetinde değildi. Bu nedenle, benim hazırladığım metin, üzerinde bazı ufak değişiklikler yapılarak kabul edildi ve imzalandı.

Üzerinde görüş birliğine varılan metin şöyleydi:

Irak Kürdistanı Cephesi’nin, İran Kürdistan Demokrat Partisi’nin ve Kürdistan Kurtuluş Hareketi (TEVGER)’in temsilcileri 1-2 Aralık 1990 tarihinde Londra’da toplandılar, Kürdistan’daki durum ile yurtsever güçlerin birlik ve dayanışma sorunları üzerinde durdular ve bugünkü koşullarda Ulusal Kongre adıyla bir ulusal örgüt oluşturmanın gerektiği sonucuna vardılar.

1- Ulusal Kongre’de:

a) Kürdistan’ın dört parçasından tüm siyasi parti ve örgütler;

b) İşçilerin, kadınların, gençlerin, yazarların ve diğer kesimlerin oluşturduğu demokratik kitle örgütleri temsil edilecektir;

c) Siyaset, bilim ve kültür alanındaki seçkin Kürt şahsiyetleri de içinde yeralacaktır.

2- Ulusal Kongre, ulusal hakları elde etmek ve kendi kaderini tayin hakkı temelinde Kürt sorununun çözümünü sağlamak için çaba gösterir.

Bu amaçla:

a) Yurtsever güçler arasında koordinasyonu sağlar;

b) Kürt ulusal hareketini destekler;

c) Kürt sorununu Birleşmiş Milletler’e, Avrupa Konseyi’ne, AGİK toplantılarına ve benzeri uluslararası platformlara taşımak için çaba gösterir.

3- Birliğin ilkeleri:

a) Tüm parti ve örgütler kendi politikalarını belirlemekte serbesttirler ve Uulusal Kongre (UK) onların işlerine karışmaz; ama görüşünü dostça iletebilir ve onların dikkatini çekebilir;

b) Her parti ve örgüt devletlerle ve başka örgütlerle ilişkiye girerken hem Kürt ulusal çıkarlarına hem de diğer yurtsever parti ve güçlere zarar vermemeli, kendi bağımsızlığını korumalıdır;

c) UK’da yeralmak isteyen tüm parti ve örgütler, diğer yurtsever parti ve örgütleri düşman gibi görmemeli, aralarındaki sürtüşmeler görüşmeler yoluyla giderilmeli, şiddet yöntemlerine ve silahlı çatışmalara asla başvurulmamalı.

4- Ulusal Kongre’nin üç ay içinde toplanmasını sağlamak için bir komite oluşturulmuştur.

5- Bu komite aynı zamanda, Körfez kriziyle ilgili olarak Kürt halkının görüş ve istemlerinin dünya kamuoyunda duyulması ve yine Kürt sorununu da gündemine alacak bir uluslararası konferansın toplanması için de çaba gösterir.

6- Kürdistan İnsan Hakları Derneği’nin kuruluşu için, başlangıç masraflarını karşılamak üzere Irak Kürdistanı Cephesi 15 bin, İran KDP ve TEVGER ise beşer bin dolar verecekler.

İmzalar:

Irak Kürdistanı Adına Celal Talabani

TEVGER adına Kemal Burkay

İran KDP adına Fettah Abduli

(Bu belgenin Kürtçesi için bak: Ekteki Belgeler, no: 6 ).

Mam Celal bu toplantıda PKK’nın yurtsever örgütlere karşı süregelen saldırgan tutumundan, çirkin suçlamalarından söz ederek ancak bu tutumundan vazgeçmesi, ciddi bir özeleştiri yapması halinde ulusal kongreye kabul edilebileceklerini, bu görüşlerini PKK’ya da ilettiklerini söyledi.(*) Biz de bunu uygun bulduk ve ulusal kongre için PKK da dahil, hiç kimseyi boykot etmediğimizi, belirlenen ortak ilkeleri benimseyen herkesin katılmasından yana olduğumuzu söyledik.

——————————————————————-

(*) Apo o dönemde Mam Celal’ı hem İngiliz, hem Fransız ajanı olmakla suçlamıştı. Mam Celel ise gülerek, bir kişinin aynı anda hem Fransız hem de İngiliz ajanı olamıyacağını söylüyordu…

——————————————————————-

Görüldüğü üzere, bu toplantıda elde edilen sonuç son derece önemliydi. Kürdistan’ın üç büyük parçasından çok sayıda ve etkili örgüt belli hedefler ve ilkeler üzerinde anlaşmışlardı. Bunlar arasında bir ulusal kongrenin üç ay içinde toplanması vardı. İnsan hakları derneği için de son adımları atmak için karara varılmıştı.

Eğer bu çalışma, varılan karara uygun biçimde yürüseydi, üç ay içinde ulusal kongreyi rahatlıkla toplayabilirdik. Çünkü bu belgeyi imzalayan örgütler Kürdistan’daki yurtsever hareketin ana gövdesini oluşturuyordu. Irak kürdistanı Cephesi, KDP, YNK ve IKP dahil, bu parçadaki sekiz kadar örgütü, yani varolan örgütlerin hemen hemen tamamını kapsıyordu. TEVGER Türkiye Kürdistanı’ndan sekiz örgütü, yani bu parçadaki örgütlerin çoğunu kapsıyordu. İran KDP ise, Kürdistan’ın bu parçasındaki belli başlı kitlesel ve etkili örgüttü. Bu örgütlerin yapacağı ortak çağrıya Kürdistan’daki diğer örgütlerin de hayır demesi beklenemezdi. Üç ay içinde, PKK da dahil olmak izere, tüm partileri toplantıya çağırır ve bu işi sonuçlandırırdık. Böylece tarihsel bir adım atılmış olacak ve Kürt ulusal hareketinin kaderinde belki de bir dönüm noktası yaşanacaktı.

Körfez Krizi ve Stokholm Toplantısı

Ne yazık ki bu adım atılamadı. Saddam’ın Kuveyt’e saldırısıyla başlayan Körfez Krizi giderek ısınmakta idi. Mam Celal bu belgeyi imzaladıktan kısa süre sonra, komite için kendi temsilcilerini bile belirlemeden çıkıp Ortadoğu’ya gitti. Ancak iki ay sonra beni arayarak Şam’da Apo ile konuştuğunu, onun öngörülen tüm şartları kabul ettiğini, artık kimseye saldırmıyacağını söyledi ve bu nedenle bizim de esnek olmamızı, PKK ile ilgili politikamızı değiştirmemizi, PKK’nın da söz konusu hazırlık komitesinde yeralmasını önerdi.

Ben ise PKK ile ilişkilerimizin telefonda çözülecek türden olmadığını, konuyu partimizin ve TEVGER’in organlarında değerlendirmek gerektiğini söyledim. Ayrıca, bizim ulusal kongre için, PKK da dahil, hiçbir örgütü boykot etmediğimizi, bunu daha önce kendisine ilettiğimizi, eğer hazırlık komitesi zamanında oluşturulsa ve çalışmaya başlasaydı, şimdiye kadar ulusal kongrenin belki de toplanmış olacağını ekledim. Ama PKK’nın hazırlık komitesine alınmasına karşı çıktım. Sonuçta „gerekiyorsa kongre çağrısını cephe olarak siz yapın veya İran KDP ile birlikte yapın; bizim için hiç fark etmez,“ dedim.

İran KDP ise Mam Celal’in önerisini benimsemedi ve bu çalışmanın Londra’da kararlaştırıldığı gibi üçlü olarak yürümesini istedi.

Sonuçta, 15-17 Mart 1991’de yapılacak olan Stokholm Kürt Konferansı öncesinde üçlü olarak (TEVGER, IKC ve KDP-İran) Stokholm’de biraraya gelip ulusal kongrenin yerini ve zamanını, katılacakların listesini belirlemeyi kararlaştırdık. Ancak bunu izleyen günlerde, Körfez’de kara savaşı başladı. Gözler tümden oraya çevrildi. Mam Celal de yeniden bölgeye döndü ve hızla gelişen bu olaylar içinde Londra’da imzaladığı belgeyi de, ulusal kongreyi de, insan hakları derneğini de unuttu. Irak tüm dünya ile savaşa tutuşmuştu ve bunun sonunda, Kürtlerin kaderini de ilgilendiren önemli gelişmeler bekleniyordu. Nitekim oldu da. Saddam savaşı kötü kaybetti; ama iktidarını yine de korudu. Kürtler Mart 1991’de ayaklanıp Kürdistan’ı kendi denetimlerine aldılar. Mam Celal, yıllar süren gerilla yaşamından ve göçmenlikten sonra, Romalı muzaffer bir kumdandan gibi Dicle’yi aşıp Güney Kürdistan’a ayak bastı.

Stokholm Kürt Konferansı, Kürdistan’da ve yurt dışındaki Kürtler arasında son gelişmelerin yarattığı büyük coşkunun yaşandığı günlerde, 15-17 Mart 1991’de toplandı. Bu konferans da üç gün boyunca Kürt sorununu tartıştı ve bazı kararlar aldı.

17 Mart akşamı, Kürt örgütlerinin temsilcileri ile konferansa katılmış olan kimi Kürt aydınlarının da içinde olduğu yüze yakın kişi, konferansın yapıldığı binanın salonlarından birinde biraraya geldiler. Bu toplantıda hem konferansın sonuçları, hem de Irak’ta ve Güney Kürdistan’daki son gelişmeler değerlendirildi, ulusal kongre konusu üzerinde duruldu.

İlk konuşmayı IKC temsilcilerinden Mahmut Osman yaptı. Kürdistan’daki durumla ilgili bilgi verdi. Yurt dışında yardım komiteleri örgütlenmesini önerdi, ulusal kongre için de çaba gösterilmesini istedi.

Daha sonra ben konuştum. Irak kürdistanı’ndaki son gelişmelerin tarihsel bir fırsat olduğunu, şu anda koşulların bir Kürt-Arap federasyonuna uygun düştüğünü, ancak gelişmelerin ayrı bir Kürt devletini de gündeme getirebileceğini, bunun da gözden uzak tutulmamasını söyledim. Kürt hareketinin bu tarihsel fırsatı iyi değerlendirebilmesi için, yurt içinde yurtsever güçlerin geniş ve sıkı birliğine, yurt dışında ise kamuoyu oluşturmaya yönelik yoğun çabalara gerek olduğunu ekledim. Konuşmamda ulusal kongre konusuna da değindim. Yıllardır süren çabalara ve alınan kararlara rağmen bu alanda gecikildiğini; Irak Kürdistanı’nda sorun şu ya da bu şekilde çözülse bile, böyle bir ortak örgüte yine de gerek olduğunu; çünkü Kürdistan’ın tek parçadan ibaret olmadığını söyledim.

Daha sonra Suriye Kürtleri ilerici Demokratik Partisi Genel Sekreteri Hemit Dewrêş, Irak Kürdistanı’ndaki Kürt hareketi için durumun yeniden iyileştiğini, ancak geçmişteki hatalara düşmemek gerektiğini söyledi. Ulusal kongre konusunda ise, TEVGER, IKC ve İran KDP arasında varılan prensip anlaşmasının sürdürülerek kongrenin bir an önce toplanmasını önerdi.

Daha sonra İran Komela’nın Genel sekreteri Salah Muhtedi söz aldı, Irak’ta merkezi hükümetin değişmesini beklemeden Irak Kürdistanı’nda hızla bir geçici hükümet ve ulusal ordu oluşturulmasını önerdi.

Pêşeng Genel Sekreteri Murat Cıwan, Irak’ta mevcut koşulların federasyon istemine uygun düştüğünü söyledi ve ulusal kongrenin gecikmesiyle ilgili olarak IKC’yi eleştirdi. Hatice Yaşar da bu konuda yine IKC’yi ve isim vererek Mam Celal’i eleştirdi, „bu arkadaşlar hem kendileri öneri yapıyor, hem de boş veriyorlar,“ dedi.

PKK bu konferansa örgüt olarak çağrılmamış, ama gazeteci kimlikli biri eliyle dolaylı temsili sağlanmıştı. Kürt örgütlerinin toplantısına da katılan söz konusu kişi, onun yanı sıra KAVA’nın temsilcisi konuşmalarında günümüz koşullarında Irak Kürdistanı’nda federasyon tarzı bir çözümün uygun düştüğünü söylediler.

İlginçti, düne kadar bizim dışımızda federasyon tarzı çözüme ateş püsküren Türkiye Kürdistanı örgütlerinin tümü, şimdi Güney Kürdistan için federasyonu uygun buluyorlardı. Bu onlar açısından olumlu, bizim açımızdan da hoş bir değişimdi.

Toplantıda diğer örgütlerin temsilcileri ve bazı bağımsız kişiler de söz alıp konuştular. Bu toplantıda ilginç konuşmalardan birini de KDP Irak’ın ve aynı zamanda IKC’nin yurt dışı temsilcilerinden Hışyar Zebari yaptı. Zebari, Irak Kürdistanı’ndaki gelişmelerden dolayı erken bir coşkuya kapılmamak ve ihtiyatlı olmak gerektiğini, savaşın sürmekte olduğunu söyledi. Ulusal kongre ile ilgili olarak da IKC, İran KDP ve TEVGER arasında üçlü görüşmeler olduğunu, hatta olumlu kararlara varıldığını belirtti. Bu konuda kendilerinin PKK ile de görüştüklerini ve ulusal kongrenin toplanması için çaba göstereceklerini söyledi.

Görüldüğü üzere, toplantıda üzerinde görüş birliğine varılan sonuçlardan biri de ulusal kongrenin bir an önce toplanmasıydı.

Bu toplantının bir özelliği, Stokholm Konferansı nedeniyle de olsa, Kürt örgütlerinin hemen tamamının, bunun yanı sıra birçok seçkin Kürt aydınının orada hazır bulunması idi. Bu, Kürt ulusal hareketinin eğilimini, özlemlerini en iyi yansıtabilecek bir bileşimdi. Yani bu toplantının kendisi bir tür ulusal kongre idi! (*)

——————————————————-

(*) Stokholm Konferansı Türk basınına da yansıdı. Bu Konferans nedeniyle Günaydın gazetesinden Osman S. Aralot benimle bir söyleşi yapıp 14 Mart 1991 tarihli gazetede kendi köşesinde yayınladı.

——————————————————-

Ne yazık ki, daha sonraki olaylar, bu toplantıda özlü olarak dile getirilen Kürt ulusal istemlerinin doğrultusunda yürümedi. Önce, Zebari’nin dile getirdiği kaygılar gerçekleşti. Kürtlerin zafer sarhoşluğu sürerken Saddam, saldırıya geçti ve Kürtler Nisan ayında panik içinde, bir kez daha sürgün yollarına düştüler. Mam Celal de göç katarının içindeydi… Kürtler bakımından zafer felakete dönüştü.

İşte o zaman Mam Celal, 1991 ilkbaharında bir kez daha -zorunlu olarak- Avrupa’ya geldi, Paris’ten beni telefonla aradı. Kendal’den yakındı. Onun, Madam Mitterrand’la birlikte Kürt sorunuyla ilgili görüşmelerde bulunmak üzere ABD’ye gitmeye hazırlandığını, buna hakkı olmadığını, Kürtleri temsil edemiyeceğini söyledi ve bu konuda ortak bir bildiri yayınlamamızı önerdi.

Ben ise kendisine, Kendal’e karşı böyle bir bildiri yayınlamanın hem kişi, hem de örgütler olarak bize yakışmayacağını, eğer Kendal gibileri Kürtleri temsil hakkını kendilerinde görüyorlarsa bunun suçunun siyasi partilerde olduğunu, siyasi partilerin kendilerine düşeni yapmadıklarını, meydanı boş bıraktıklarını söyledim. Son protokolü izleyen durumu örnek gösterdim ve kendisinin komite için temsilci bile göstermeden çıkıp gittiğini söyledim.

Bunun üzerine Talabani Kendal’e karşı bildiri işinden vazgeçti. Bir-iki gün sonra beni tekrar aradı. Bu kez Kendal’e karşı yumuşamıştı. Onunla ve Madam Mitterrand’la görüştüğünü, ABD’yi ziyaret edecek heyette kendisinin de yer almasını istediklerini söyledi ve bana da birlikte gidelim önerisini yaptı. Ben hayır dedim. Çağrılı olmadığımı, belli bir hazırlık ve program yokken ABD’ye gitmekte bir yarar görmediğimi söyledim. Benim bu öneriyi herhalde memnuniyetle karşılayacağımı düşünen Mam Celal itirazımı hayretle karşıladı.

* * *

Saddam’ın saldırısı sonucu sınırlara yönelen Kürt göçü büyük yankı yaptı. Çok geçmeden uluslararası güçler harekete geçtiler ve Kürtlere insani yardım amacıyla alınan 688 sayılı BM kararının ardından, İngiltere ve ABD’nin girişimiyle Kürtler için Güney Kürdistan’da, 36. Paralel’in kuzeyinde bir güvenlik kemeri oluşturuldu, Saddam oradan uzaklaştırıldı. Bu, Kürtler için altın bir fırsattı. Güneyli göçmen Kürtler yeniden yerlerine döndüler, uluslararası destekle yaralarını sarmaya başladılar. Mam Celal ve öteki politik göçmenler de… Onlar için felaket yeniden zafere dönüştü. Ansızın Kürdistan’a egemen oldular. Seçimler oldu, bir parlamento ve hükümet oluşturdular. Bir yıl sonra tek yanlı federasyon ilan ettiler. Yani Kürtlerin düşleri gerçeğe dönüşüyordu.

Ama, bu olumlu gelişmelere karşılık, Kürt birliği ne bu parçada ne de bütünde sağlanamadı. Aksine, hem kötü önderlik, hem de ülkemizi paylaşmış devletlerin kışkırtma ve telkinleri nedeniyle Kürt örgütleri çatıştılar. Bu da ülkemizin bir kez daha yanıp yıkılmasına, örgütlerin ilişkileri tekrar düzelinceye kadar geçen dört-beş yıllık bir sürenin heder olmasına yol açtı. Bu hır gür arasında ulusal kongrenin toplanması ise zaten beklenemezdi.

Ulusal kongre konusu, böylece bir kez daha, belli bir dönem kapandı. Daha sonra, bu kez de PKK tarafından gündeme getirildi. Buna daha sonra, yeri geldiğinde değineceğim.

Olayları böylesine ayrıntılı anlattığım için belki okuyucu sıkılmıştır. Ama ulusal kongre konusu da, öteki türden birlik ve cephe sorunları da aradan yıllar geçtikten sonra, bu satırları yazdığım 1998 yılında da hâlâ Kürtlerin gündeminde ve hâlâ hararetle tartışılıyor. Bugüne kadar birlik yolunda neden ciddi adımlar atılamadı, onca çabaya rağmen ulusal kongre neden gerçekleşmedi? Bunun nedenlerinin ve sorumlu durumdaki örgüt ve kişilerin bu işteki payının bilinmesi gerekir. Özellikle de bu konuya ilgi duyan yurtsever insanlar, araştırmacılar bakımından bu ayrıntılar gerekli. Bu nedenle, umarım ki okuyucu beni hoş görecektir.

İnsan Hakları Örgütüne gelince, hem üçlü olarak alınan kararlar hayata geçmediği, hem de TEVGER bir dağılma aşamasına girdiği için, bu konudaki adımı tek başımıza da olsa atmaya karar verdik. Bremen Konferansı sonrası oluşan inisiyatifin girişimiyle 27-28 Eylül 1991 tarihinde toplanan uluslararası Bonn Konferansı sırasında, son adımı da atarak Kürdistan Uluslararası İnsan Hakları Derneği kurduk. Bu konuya ilerde döneceğim.

About Post Author