Kürt ve Türk “kardeşliği” üzerine |
Cafer Sterk |
Kürt ve Türk kardeşliği üzerine çok şeyler söylenir. Herkes politik yaklaşımına göre “kardeşlik” kavramını yorumlar ve bu iki ulusun kardeş olduğunu iddia eder. Bu düşünceler ve diğer farklı bakışlar kendini dayatarak diğerlerinin kendisi gibi olmasını ister. Ya da “ bir üst kimlik” önermesinde bulunur ve bunu çağdaşlık sayar. Her biri diğerini kendisi gibi yapmayı hedefler.
Kardeşlik kavramına kafa yoran görüşlerden biri Kürt-Türk kardeşliğini Malazgirt savaşına dayandırır ve bununla adeta övünür. Bir görüş İslam kardeşliğinden dem vurur kardeşliği İslamiyet’le başlatır. Bir diğeri Kürt-Türk kardeşliğinin halkların evrensel/genel kardeşliğinden ileri geldiğine vurgu yapar. Tüm bu görüşler içinde ilginç bir husus vardır ki o da Anadolu’da yaşayan diğer ulusların kardeşliğinden bahsedilmediğidir. Örneğin Türk-Arap, Türk-Asuri, Türk-Çerkez, Türk-Süryani kardeşliğine kimse değinmez. En azından politik bir argüman olarak öne çıkarmaz. Ama ne hikmetse her kes kendi yaklaşımına, politik duruşuna uygun bir Türk-Kürt kardeşliği yaratma çabasına girer. Acaba gerçekte Kürtler ve Türkler arasında bir kardeşlik var mıdır? Ya da bu kardeşlik kelimesine yüklenen anlam bildiğimiz manadaki “kardeşlik” midir? Değilse bunun sebebi nedir? Coğrafik olarak Kürtlerle Türklerin kardeş olması mümkün değil. Türkler Orta Asya halklarından olup, Anadolu’ya Asya steplerinden gelmişlerdir. Kürtler ise Ari ırkından olup, yüz yıllar boyunca Anadolu’da, Kürdistan coğrafyasında kalıcı izler bırakmış, sayisiz kavimlerin mirasçısı olarak yerleşik bir hayat sürmüştür. Dil olarak Türkler Ural-Altay dil grubuna mensup iken Kürtler Hint-Avrupa dil grubunun İrani kolundandır. Yani dil olarak da bir benzerlikleri diğer ifadeyle kardeşlikleri söz konusu değildir. Anadolu’da yasayanlar bilirler. Kürtler ve Türkler uzun bir dönemden beridir bir arada yaşıyor olmalarına rağmen birbirlerine hiç benzemezler. İnanç olarak Müslüman Kürtler ve Müslüman Türkler arasında bir benzerlik var ancak Kürtlerin bütünü Müslüman değilken, Sünni Kürtlerin büyük çoğunluğu İslam dininin Şafii mezhebindendirler. Türkler ise Hanifi mezhebine mensupturlar. Kürt Aleviliği, Türk Aleviliğinden farklıdır. Dini yaşayış biçimleri ve formları birbirinden son derece uzaktır. Yezidilik bir Kürt inancıdır, Türklerde bu inanç formu yoktur. Kısaca dini hayat bakımından belli benzerliklerin olduğunu söylesek de her iki halk arasında boy vermiş bir inanç kardeşliğinden de bahsetmek mümkün değildir. Bin yıldır bir arada yaşanmışlığın getirdiği kardeşliğe gerekçe olarak Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Kürtlerle Türklerin askeri anlamda ortak hareket etmelerini göstermeleri de gerçekçi değildir. Belli dönemlerde ortak hareket etmeleri, kendi coğrafyalarını korumak için dayanışmaları da ebedi bir kardeşlik doğurmamıştır. Tehlikelerin geçmesi, savaşların bitmesi akabinde Türkler, Kürtleri kendileriyle benzeştirme çabasına girmiş, onları kendilerine bağlı yaşayan halk statüsüne indirgemişlerdir. Hiçbir dönemde Kürtlerin Türklerle dayanışmasına karşılık olarak Kürtlerin öz yönetimlerine saygı gösterilmemiş, kendi coğrafyalarının hakimi, tek söz sahibi olmaları hazmedilmemiştir. Kürtler hep Türklüğe hizmet için “koşulmuştur”. Böyle bir tabloda bir arada yaşanmışlığın, savaşlarda dayanışmanın yarattığı bir kardeşlikten bahsetmek ne kadar mümkündür? Gerçek kardeşlik prensipler ve eşitlik temelinde birbirini kabul etme öngörüsüyle mümkün iken, bir tarafın kendini hâkim, diğerini tabi görmesi kardeşliği ne kadar mümkün kılar? Örneğin uğruna Kürtlerin de canını fena ettiği Anadolu topraklarının adının Türkiye Cumhuriyeti olması ne kadar kardeşlik gereğidir? Ulusal hak talebiyle en ufak kıpırdanışların bile kanla, topla, silahla bastırılması ne kadar kardeşliktir? Bu gün hepimiz çok iyi biliyoruz ki Türkler ve Kürtler arasında kan bağına, dil bağına, inanç birliğine dayalı bir kardeşlik yoktur. Türkler ve Kürtler yasam tarzı, gelenek- görenek, kılık-kıyafet ve hayatı bütünleyen tüm görüngülerde farklıyız. Tıpkı Lazların, Çerkezlerin, Arapların da hem bizden hem bir birlerinden farklı olduğu gibi. Konumuz farklılıklarımızı öne çıkarıp, düşmanlığı körüklemek elbette değil. Ancak farklılıklarımızın altını çizerek yapay bir kardeşlik öngörüsünün ne kadar hayattan kopuk olduğunun altını çizmek de gereklidir. Bu farklılıklarımızla bir sonuca ulaşmamız gerekmektedir. Uluslardan birini hâkim ulusa tabi kılmanın aracı haline getirilen yapay kardeşlik vurgusuna dikkatleri yoğunlaştırmak gerekmektedir. Bir arada yaşamak için ille de kardeş olmak, ayni kökenden gelmek gerekmiyor elbette. İlle de Kürtler ve Türkler arasında bir kardeşlik yaratmak istiyorsak, hayatın her alanında “eşitlik” prensibini rehber edinerek bunu başarabiliriz. Kürtler ve Türklerin kardeşliği her iki ulusun eşitliğinin tanınmasında, her ulusun kendi olmasının kabul edilmesinde yatar. Ancak bu felsefeyle gönüllü bir birlikten, kardeşlikten bahsetmek mümkün olur. Bu ise yeni bir felsefe ve perspektifin hâkim olmasıyla sağlanabilir. Kardeşliği besleyecek olan bu perspektifin tezahürü “gönüllü” birlikteliktir. Ne Kürdün ne Türkün ne de başka bir etnik kimliğin hakim olmadığı, her ulusun kendini yönetmesi, eşit temsil edebilmesi, aynı coğrafyada birbiriyle eşit yaşayabilmesidir. Gönüllü birliktelik anlayışının temelinde birbirine tahammül, birbirini olduğu gibi kabul etmek yatar; her etnik köken kendini özgürce yaşayabilirken, diğerinin ulusal değerini de kabul etmeyi, korumayı, önemsemeyi, saygıyla karşılamayı içerir. Formül çok basit aslında: Anadolu’da yaşayan her ulus, bütünün içinde vazgeçilmez, temel unsur görebilmektir. Farklılıkları zenginlik, gerçek manada eşitliği birliğin teminatı olarak görebilmektir. Birinin sahip olduğu en ufak hak zerresine öbürünün de sahip olmasıdır. Devletin ismini biçimlendirmek de bu felsefeyle olmalıdır. Açıktır ki Türkiye Cumhuriyeti bu felsefeye hizmet etmeyecektir. Örneğin bu toprakların ismi Anadolu’dur. Bu isim hiçbir etnik kimliği öncelemeyen isimdir. Anadolu insanının kardeşliği ancak ve ancak tümünün eşit ve aynı haklarla donatılması, ulusal haklarının tanınması ile mümkündür. Bir öneri olarak devlet isminin “Anadolu Cumhuriyeti” önermesinde bu felsefe son derece reeldir. Gönüllü birliktelik modelinin “Anadolu Cumhuriyeti” ismi altında tezahüründe tüm vatandaşların eşit, etnik kimliklerinin yok sayılmadığı yapılanma en gerçekçi kardeşlik somutlaması olacaktır. Dünyada “gönüllü birliktelikleri” başarabilen bir çok model mevcuttur: Kanada, ABD, İsviçre… Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Örneğin İsviçre’de Almanlardan, Fransızlardan, İtalyanlardan ve Reto Romençlerden oluşmaktadır. Bu halklar arasında etnik köken ve dil birliği yoktur. Bu halklar gönüllü olarak “İsviçre” ulusunu meydana getirmiş İsviçre Federesyonuna dahil olmuşlardır. Kuşkusuz İsviçre’nin Avrupa’da ve Dünyada en refah ve en demokratik ülkelerden biri olmasının nedenlerinden başta geleni bu gönüllü birlikteliklerini gerçekleştirmiş olmalarıdır. İsviçre modelinde ilginç bir özellik daha vardır. Afrika, Asya, Ortadoğu kökenli tüm vatandaşlar, farklı ülkelerden gelerek bu ülke vatandaşlığına geçmiş tüm bireyler “İsviçreli” olmayı kimliklerinden taviz vermek olarak algılamamaktadır. İsviçre Federasyonunun bir bireyi olarak kendini tanımlayan biz “yabancı” kökenliler de İsviçreli olmayı diğerlerine tabi olmak olarak algılamamaktayız. Aksine bizleri bütünleyen bir unsur olarak hayatlarımızı birlikte yaşamaya kurgulamakta, bizleri bütünleştirmektedir. Çünkü hepimiz biliyoruz ki “İsviçrelilik” bir etnik kimliğin tanımı olmanın ötesinde, hepimizi ifade eden “gönüllü birliğin” tezahürüdür. Her birimizin etnik kökeninden kaynaklı farklılıkları bu sistem içinde garanti altındadır. Örneğin her birimiz kendi anadilimizi öğrenme hakkına sahibiz, kamusal alanda her birimiz kendi anadilimizle hizmet alma, kendimizi ifade etme olanağına sahibiz. İsviçre Federasyonunu oluşturan dört halkın tüm etnik hakları yanında biz yabancı kökenlilerin de haklarının koruma altında olması “İsviçrelilik” kimliğini içselleştirebilmemize zemin hazırlamaktadır. Türk ve diğer uluslarla birlikte yaşadığımız Anadolu coğrafyasında ancak ve ancak eşitlik temelinde bir birliktelik kucaklar hepimizi. Anadolu halkları birlikteliğin yolunu “ gönüllü” bir formülasyonla sağlayabilir. Biçimi ne olursa olsun her birimizin eşitçe temsil edildiği ve herkesin kendi etnik kimliğini özgürce yaşayabileceği gönüllü birliktelikler kardeşliği sağlayabilir Takdir “hepimizindir”. |