RAYINDAN ÇIKAN EKONOMİ VE HELLALEŞME ZORUNLULUĞU ÜZERİNE
Davut BİLİNMİŞ
Türkiye’de ekonomi rayından çıkma noktasına gelirken, iktidar cephesinin durumu örtme çabaları, alevlenen döviz ateşini söndürmek yerine daha da alevlendirmeye çalışması, bu yangının gideceği yeri tahmin etmekte çok zor bir noktaya gelinmiştir.
Merkez Bankası’nın aktiflerindeki döviz rezervinin, bu ateşi söndürmeye yetmediği ve dövizdeki yükselişin önünü kesme noktasında piyasaya sürülecek rezervlerinin olmaması herkesi arka planda kara kara düşünmeye sevk etmektedir.
Bir şirket düşünün aktiflerinde hazır değerleri yok, alacakları yok, duran varlıkları kiralama yoluyla aktife alınan ‘’maddi olmayan varlıklar’’ durumunda iken ki, onlar borçlanmanın sebeplerindendir. Özelleştirme kaynakları da bitme noktasına gelmiştir, bu durumda bor madenleri sırada bekler durumda, ancak o da yasal engel söz konusu olduğu için kolay olacak bir özelleştirme değildir.
Kısa ve uzun vadede ödenecek borçları kapıya dayanmış durumda, konkordato ile öteleme de şirketi kurtaracak durumda değil, çünkü borç ötelemeleri için aktifinde alacak ve hazır değer minimum veya eksi seviyelerde iken ötelemeye hiçbir finans kuruluşu imza atmaz.
Peki Türkiye gibi aktifleri güçlü ve kaynak zengini olan bu ülke nasıl bu noktaya geldi, bunu sorgulamak bu ülkede yaşayan herkesin görevi ve en başta siyasi kesimlerin bunu masaya yatırması zorunlu bir noktaya gelmiştir.
Türkiye çok uluslu bir ülke konumundadır, ancak 98 yıldır bu çoğulculuğu bölücülükle eş anlamlı tutarak siyaset ve ekonomik politikalar sürdürülmeye çalışılmaktadır.
Zenginlik sebebi olan çoğulculuğu böyle göstermek bugünün altyapısının temellerini atmaktır.
AKP iktidarının ilk yıllarında, bu alanda bazı olumlu adımları atmaya çalışır gibi görünerek ekonomide çok ciddi düzelmeler olmaya başlamıştır, ancak sanki sihirli bir el ‘’önlerini keserek bu pozitif gelişmelerin önünü kesmeye çalıştı’’ ve gelinen nokta ise ortada.
Dünya klasik sömürgeciliği terk ederken, bu ülkeyi yönetenler sımsıkı bunu korumaya çalışmaya devam etmektedir.
Halbuki klasik sömürgecilik artık miadını doldurdu, onun uygulamalarını bunu tek tek anlatmama gerek yok.
Dünya ekonomileri girişimcilik ve sermayenin yanı sıra, üretim ekonomisinin kaynakları olarak; eğitim, insan kaynakları ve teknolojik metodları uygularken, Türkiye özellikle iki noktada, genç nüfusu ile eğitim ve insan kaynakları çok güçlü olmasına karşın bunlardan yararlanmayı kendileri için tehlike olarak gören konumuna düşmüştür.
Kürt sorununu bu ekonomik çarkın içinde saymamak mümkün değil, Türkiye’de Kürtler nüfus olarak 1/3 iken kendi ana dilleri ile eğitim alamazken, üretim ekonomisinin kaynağı olmayı bir kenara bırakın, sermayelerin heba olma sebebi konumuna düşmüşlerdir, kırk beş yıllık terör ortamını da sayarsak, bırakın üretimin kaynağı olmayı, kaynağı yok eden bir sorunla karşı karşıyayız.
Kürt sorunu ekonominin kaynağını alıp götüren bir ejderha gibidir.
Sonuç olarak; Türkiye geçmişi ile yüzleşmeden, sorunlarını çözmeden çoğulculuğu kabullenmeden, demokrasi insan hakları, evrensel hukuk alanında ileriye gidemiyeceği gibi vatandaşını koruyan, kollayan sosyal devlet olması düşünülemez.
Son dönem CHP’nin, ‘’Hellalleşme’ konusunu gündeme getirmesi olumlu bir adımdır, ancak bunu yeni aldatmalar ve kandırma aleti olarak kullanmaya çalışırlarsa, belki iktidarın değişiminde rol oynayabilirler, ama devamında ekonomik ve siyasi çok daha derin buhranlar olması muhtemeldir.
Sorunların çözümünü bir çırpıda çözmek kolay değil, ancak sorunların çözümünde bilimsel gerçeklerden kaçmadan, tarihi geçmişi çarpıtmadan objektif davranarak çözülebilir.
Bunu yaparken daha geri toplumsal yapılara da zemin hazırlamadan, ustaca, akıllıca ve sanatsal bir ustalıkla yapılması lazım.
Türkiye’nin bu derin ekonomik buhrandan çıkması sorunları ile yüzleşerek ve sorunlarının çözümünden geçer.