GÜNCEL

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER ÖRGÜTÜ VESAYETTEN KURTARILMALIDIR

Latif EPÖZDEMİR
Birleşmiş Milletler (BM) Antlaşması, San Francisco’da, 26 Haziran 1945 tarihinde ilgili devletlerce imzalanarak yürürlüğe girdi. Bu antlaşma dünya ulusları arasında ortak bir hukuk oluşturmayı hedeflemektedir. BM, ilke olarak temel hak ve özgürlükleri esas alan bir örgüt olarak kurulmuştur. BM, kendi içinde çeşitli alt birimler oluşturmak sureti ile dünya düzlemindeki meri sorunlardan doğan baskı, sömürü ve kötü muamele sorunlarını barışçı yollarla çözmede öncü olmayı kendine görev bilmektedir. BM’nin 196 üye ülkesi var. Bunların 5’i daimi üyedir. BM Güvenlik Konseyinin’de 5 daimi üyesi ve 10 diğer ülkelerden oluşan 15 üyesi bulunmaktadır.

Birleşmiş Milletler Örgütü; “Bütün halkların devredilmez tam hürriyet, egemenliklerini kullanma ve milli ülkelerinin tamlığı hakkına sahip olduklarına kani olarak, sömürgeciliği bütün şekil ve tezahürleriyle çabuk ve şartsız olarak sona erdirme zaruretini resmen ilan eder” diye kuruluş felsefesini kısaca yukarıdaki gibi ilan etmiştir.

BM, “Birleşmiş Milletler Dekolonizasyon” (Anti-Sömürgeci) yasasını ise, 1960 tarihli 1514 ve 1541 nolu “BM Genel Kurul Kararları ve BM Anayasası”nın ll. bölümündeki yasal temeller bölümünde, ifade etmiştir. Sömürge ve bağımlı ülkeleri ilgilendiren en önemli iki ilke aşağıdaki gibidir.

(BM’nin 14 Aralık 1960’ta toplanan 15.Genel Kurulunun 1514 sayılı kararının 5. ve 6. bentleri)
“5. Vesayet altındaki ve muhtar olmayan ülkelerde veya bağımsızlıklarını henüz elde edememiş olan diğer bütün ülkelerde tam bağımsızlık ve hürriyet haklarını kullanmalarına imkan vermek için, onların serbestçe açıklanmış irade ve arzularına uygun şekilde herhangi bir ırk, itikad veya renk ayırımı yapmadan bütün yetkilerin bu ülkelerin halklarına şartsız ve kayıtsız bir şekilde devri için acil tedbirler alınacaktır.
6. Bir ülkenin milli birliğinin ve ülke bütünlüğünün kısmen veya tamamen bozulmasını amaçlayan herhangi bir teşebbüs Birleşmiş Milletler Şartı’nın amaç ve ilkeleri ile bağdaşmaz.”

“BM’nin 1514 sayılı kararının 4.6. ve 7. bentleri BM Genel Kurulu’nun 1952 tarihli, “Ulusların Kendi Geleceklerini Belirleme Hakkı” kararına ve özüne aykırıdır. Söz konusu bentlerin “ikiyüzlü”, başta Kürdistan gibi benzer sömürge ülkelerin bağımsızlık taleplerine karşı kullanılacağı her vesile ile dile getirilip eleştirilmektedir. Lahey Adalet Divanı, 1514 sayılı maddenin 4.6. ve 7. bentlerinin BM’nin amaç ve ilkeleriyle bağdaşmadığını Kosova kararıyla tekzip etmiş oldu.” (Kosova ve Kürdistan, Ç.Çeko makalesi)

BM’nin “sömürge” algısı sadece “deniz aşırı” olmakla sınırlıdır. Bu nedenle deniz aşırı olmayan Asya ve Ortadoğu’nun kimi ülkeleri “sömürge” gibi algılanmamaktadır. Dolayısı ile bu tür ülkeler için ”self ve determinasyon” ilkesi savunulamamaktadır. BM Güvenlik Konseyi bu tür ülkelerdeki katliamlara (Kürdistan’da Halepçe) karşı ancak bireysel ve insani tepkilerle sınırlı kalmaktadır.

Oysaki, Halepçe’de bir soykırım uygulandı ve bu tüm dünyaya karşı bir insanlık suçuydu. BM seyirci kaldı, çünkü Kürdistan’ı sömürge statüsünde görmüyordu. Sömürge statüsünde görmüyordu -hala da öyle- çünkü Kürdistan deniz aşırı bir ülke değildi. Kürdistan ülkesinin birden fazla sömürgeci devlet tarafından sömürgeleştirilip “dört parçaya” bölünmüş olması da BM’nin dikkatini çekmemiş olsa gerek.
Örneğin, Angola, Mozambik, Yeşil Burun Adaları, Sao To-me ve Gine Bissau Portekiz’in sömürgeleriydi. Bu ülkeler denizaşırıydı ve Portekiz’den on binlerce kilometre uzaktaydılar. Evet bu ülkeler batılı baronlar tarafından sömürülmekteydi. Bu halklar “mili” haklara ve kendilerini yönetme hakkına sahip değillerdi. Baskı altındaydılar. BM ve ilgili kuruluşlar bu ülkelere dayanışma ve destek sağladı, onların haklarını korudu, kolladı. Çok da iyi yaptı.
Ama bu ülkelerin hiç biri Irak’ta olduğu gibi “Enfal” benzeri bir katliama maruz kalmadı. Halepçe benzeri bir dramı yaşamadı.
Portekiz uçakları gökten Yeşilburun ya da Gine’ye zehirli gaz yağdırmadı. Deniz aşırı oldukları halde oradaki yerli halka insanlık dışı uygulamalar yapılmadı, katliam ve soykırma yoluna gidilmedi.
Oysa ki, Kürdistan Irak’a 200 kilometre, Gine, Portekiz’e 20.000 kilometre. Gine ve Kürdistan sömürge iki ülke. Irak ve Portekiz de sömürgeci iki ülke. Şimdi bakalım hangisi daha çok zalim bir sömürgeci ve hangisinin bugünkü durumu daha vahim.

Gine, bağımsız bir devlet, ama Kürdistan hala “statüsüz” olarak yerinde durmakta. Ekonomik ve siyasal abluka devam etmekte ve BM gereğini yapmamak konusundaki tutumunu sürdürmektedir. İran devleti hala ortalama olarak günde dört Kürd idam etmektedir. BM, hala görmezden gelmektedir.
Görüleceği gibi geçmişten bugüne Kürdistan, “sömürge” olarak görülmediği halde ve “deniz aşırı” olmadığı için, korkunç katliamlara ve insanlık dışı uygulamalara maruz kaldı.

En bariz örnek, Germiyan bölgesi (Süleymaniye, Halepçe vs.) İran ve Irak sömürgeci yönetimlerine 200-300 kilometre mesafede. Sömürgeci Baas Yönetimi, Halepçe’de bir soykırım yaptı. BM ve bağlı kuruluşlar her hangi bir yaptırıma gitmedi. Her halde ”Bir ülkenin milli birliğinin ve ülke bütünlüğünün kısmen veya tamamen bozulmasını amaçlayan herhangi bir teşebbüs Birleşmiş Milletler Şartı’nın amaç ve ilkeleri ile bağdaşmaz.” (BM’nin 14 Aralık 1960’ta toplanan 15.Genel Kurulu’nun 1514 sayılı karar 6.bendi) ilkesi gözetilmediğinden olsa gerek.

BM: “Bütün halkların devredilmez tam hürriyet, egemenliklerini kullanma ve milli ülkelerinin tamlığı hakkına sahip olduklarına kani olarak, sömürgeciliği bütün şekil ve tezahürleriyle çabuk ve şartsız olarak sona erdirme zaruretini resmen ilan eder” ilkesini yasa olarak benimsediği halde bu yasanın gereğine uygun davranamamaktadır.

BM üyesi kimi ülkeler ise tamamen “ulusal ve sömürge” çıkarları bakımından emsal karar oluşturmasın diye kimi halkların “devletleşme” hakkını manipüle etmektedirler.

“Kosova’nın bağımsızlığını ilan etmesi ardında bağımsızlık ilanına karşı çıkan İspanya, Kıbrıs Cumhuriyeti, Yunanistan, Romanya, Rusya, Sırbistan, Azerbaycan ve Slovakya’nın iç anatomilerine bakıldığında ilginç bir karşı çıkış ortaklığını görürüz. Bu devletlerin siyasi sınırları içinde veya dışında Kosova örneğine benzer sorunlara sahip oldukları, Kosova modelinin kendileri için emsal teşkil etmemesi için bağımsızlık ilanına karşı oldukları görülür.

Yunanistan, Kıbrıs Türk kesiminin bu hakkı kullanmasından ve ülkedeki yarım milyona yakın Arnavut nüfustan; Romanya ülke içindeki Macar azınlıktan; Azerbaycan, Ermenistan ile olan Karabağ sorunundan; Rusya, Sırbistan ilişkisi ayrıca Gürcistan-Abhazya, Gürcistan-Osetya ve Moldova-Pridjenstroves arasındaki çatışmaların yeniden başlayabileceğinden; İspanya, Bask ve Katalonya’dan dolayı Kosova’nın bağımsızlığına karşı çıkan ülkelerdir. (Kosova ve Kürdistan Çetin Çeko makalesi)

BM’nin ülkelerin “toprak bütünlüğünü” korumaya yönelik tutum ve duruşları, “sınır ihlali” ve “hava sahası”, “deniz sahası” gibi kavramları müktesep hak olarak kabul etmiş olması, sosyo-kültürel ve tarihsel bakımdan ulus ve ülke realitesi tartışmasız olan Kürdistan’ın parçalı durumunu göz ardı etmektedir. BM’nin “ülkelerin toprak bütünlüğünü” korumaya yönelik temayülü, yakın tarihte kendi topraklarına ait olmadığı halde sömürgeci emeller sonucu hala tahakküm altında olan Filistin ve Kürdistan topraklarının parçalanmışlık halini adeta “meşru” ve “reva” görmektedir. BM’nin adaletsiz anlayışı işte bu örnekte de kendini göstermektedir.

Ortadoğu da kimi ülkelerin ”gayri meşru sınırların” korunması bir yana, BM gibi bir kurumun bu sınırların yeniden tahsisi konusunda zorlayıcı olması gerekirdi. Dört devletin ortasında bulunan Kürdistan’ın Kürdistan’la bölünmesi ve beş ayrı “sınırla” bir ülkenin “sınırlandırılması” hiçbir hukuka sığmaz ve asla meşru ve adil olan bir durum değildir.
Görünen o ki, BM günümüzde “Birleşmiş Devletler” biçimine dönüşmüştür. Bu nedenle BM vesayet altındadır ve BM vesayetten kurtarılmalıdır. Bu sağlanmadığı sürece BM’ye güven her geçen gün biraz daha azalacaktır.

About Post Author