..matruşkanın içlerine kolayca, sevinçle ve gururla ilerlediğini sanırken; gerçekte, bambaşka bir matruşkanın tam ortasında olduğunu farkedip, kalıp katlanıp matruşkalaşmak yerine dışarı çıkmak için her bir matruşka, labirentleşen kendisi ve kendi kördüğümleri ile mücadele ederek kurtulabilenlere..
Aziz Yağan
(İki bölüme ayrılmış bu yazının tamamı, Diyarbakır’da yayımlanan ve çıkmaya hazır olduğunda çıkan Kültür Edebiyat Düşünce Dergisi yokuş yola’nın Haziran 2019 tarihli 7. sayısında yer almıştır.)
Yayınevinin iş alanı; yazarların tamamlanmış halini teslim ettiği şiir, öykü, deneme ya da roman dosyasına ön, arka kapak ve yazıları, dizgi, sayfa düzeni, yazı karakteri ve boyutunda aynılığı sağlama, baskının ardından kitap haline getirilmesi, reklam ve dağıtımının yapılmasıdır.
Sık, çok ya da aralık vermeksizin okuyanlara da ‘iyi okur’ deniyor. İyi okur ile ne kastedildiğinin açık olmaması yüzünden ‘dikkatli okur’ ifadesini kullanmayı tercih ediyorum.
Tanıl Bora 2004 ve 2011 yıllarında editörlükle ilgili yazılar kaleme aldı [1] ve diğer editörler de yaptıkları işten bahsetmeye başladı [2-4]. Böylece, yazarın yayınevine teslim ettiği dosyasının kitap haline gelme süreci okurlara da yansıtılmış oldu. Yazarların ve yayınevi çalışanlarının bildiği ama okurun bilmediği yazarla editör arasındaki etkileşim açığa çıktı. Bu açığa çıkışın öncesinde, okurun bir kitabı değerlendirmesi için okuduğu kitaptan ve yazarın varsa diğer kitaplarından, söyleşilerinden başka kanıtı yoktu. Ne de olsa kitap ilk satırından sonuna dek yazara aitti. Nasıl ait olmasındı? Kitap yazarın cümlelerinden, tercih ettiği kelimelerden, mekanlardan, bağlamlardan, akışı yönlendirmesinden ibaret değildi de neydi? Editörlerin editöryel sürece yaklaşımlarını ve etki güçlerini, sonuçlarını okura açık etmesi, okurun yazara karşı dikkatli olmasını gerektiriyor.
Dosyaların kitaba dönüşmesine, daha doğrusu ‘inşasına’ bazı editörlerin katkısını netleştirelim. Ama daha önce editörlere göre bir editör neler yapabiliyor ona bakalım.
Bir editör dile, işaretlemelere ve dil yazım kurallarına hakim olmalı, sıkı bir kitap okuru olmalı, bilgiye nasıl ulaşılacağını bilmeli, yerli ve yabancı literatürü takip etmeli, en az bir yabancı dil bilmeli, titiz olmalı, genel kültür seviyesi yüksek olmalı, boş zamanlarında en sevdiği şey sözlük karıştırmak olmalı, bir ekiple hareket edebilmeli, mükemmeliyetçi olmalı, dil becerisi gelişmiş olmalı ve sağlam bir muhakeme yeteneğine sahip olmalı, yeni yetenekleri keşfedebilmeli, bazı yazarlara yeni roman konusu önerebilmeli, sözcük dağarcığı zengin olmalı, konsantrasyon sorunu yaşamamalı, maddi hataları görebilmeli, şüpheci olmalı, intihali fark edebilmeli, metnin içindeki tutarlılığa neredeyse “takıntılı” sayılabilecek bir yaklaşım sergilemeli ve çözüm üretme kabiliyeti taşımalı.
Editörlere göre bir editör asgari bu nitelikleri taşımalı. Peki, yine bazı editör ve bazı yazarlara göre bir yazarın bu özellikleri taşıması mümkün mü?
Edebiyat Editörü: ‘Tadilatçı terzi!’ ‘Ghost-writer!’ Gölge yazar! Eleştirmen!
Dilimiz ve Dillerimiz kitabında [5] editörlük konusuna da değinen Necmiye Alpay, edebiyat editörlüğü üzerine yazmak istediğimden bahsettiğimde şunları yazıverdi: Yazar, malzemesini okura sunarcasına son biçimini vererek hazırlayıp editöre yollar. Editör bu metin üzerinde her yönden çalışır, kendi aklının yetmediği noktaları uzmanlara danışır ve yazara önerilerini sunar. Son karar her zaman yazara aittir.
Neval Akbıyık (Timaş Yayınları) “editörlük nedir?” sorusuna şöyle yanıt veriyor [2]: Editörlük, yani yayınına karar verilmiş bir metinde yapılması gereken değişiklikler hakkında önerilerde bulunma, dosyanın çatısını -çoğu zaman- yeni baştan kurma, metni tekrarlardan arındırma, anlatım-imla sorunlarını çözme, hatta maddi hataları ayıklama ve nihayet son okuma gibi üç aşamalı bir çalışma gerektiriyor.” Editörlük “hayalet meslek” gibi diyen Akbıyık şunu da ifade ediyor: Editörün yapması gereken şeylerden birisi karakterlere, hikâyeye, kitabın her aşamasına kuşkuyla yaklaşmaktır.
Levent Cantek (İletişim Yayınları): Mutlaka metin üzerinde çalışıyoruz, seyreltmeler, belirginleştirmeler, yeniden yazımlar oluyor [3]. Yazarla editörü arasındaki ilişki mahremdir ve bir tür yol arkadaşlığıdır.
Aytül Akal, editörleri ‘bir bakıma isimsiz kahramanlar’ diye adlandırıyor4.
Murat Yalçın (Yapı Kredi Yayınları): Kitabın ön okumasını, son okumasını yapar, redaksiyon, düzelti aşamalarını denetler [2]. Kitabın içeriğine de müdahale edebilir, yazara bu doğrultuda öneriler sunabilir.
Yazar Ayfer Tunç bunun (editörlük sisteminin) kaçınılmaz olduğunu söylüyor [2]. Ona göre editör yapıtın değil, ama kitabın inşaat mühendisidir. Kitap ile yapıt aynı şey değildir, yapıt kitaba dönüştürülmeyi bekleyen ham malzemedir.’
Esen Gür (Doğan Egmont Yayınları): Editör elindeki metni en az yazar kadar sahiplenmeli, metnin en iyi şekilde yayınlanmasının hem yazara hem de okura karşı birincil görevi olduğunu içine sindirebilmelidir [6]. Bu yüzden bir metin sonsuz kere yazarla editör arasında gidip gelebilir, sonuçta amaç, ortaya iyi bir eser çıkarmaktır. Yazarda editöre karşı bir güven duygusu yerleşmişse eğer tüm bunların metnin iyiliği adına yapıldığını bilir.” diyor
Faruk Duman (Can Yayınları): Ancak her zaman, esere dışarıdan bakan bir göze gereksinimimiz vardır [2]. Bu sonuç olarak (editör) yazarın eseri onarmasına, gözden kaçırabileceği gedikleri görmesine yardımcı olacaktır.
Kerem Ünüvar (İletişim): Telif eserlerde ise kimi metinlerin yeniden ele alınması, yazarla çalışılması, yazar metinle bağını kopardıktan sonra metnin rahat okunur şekilde hazırlanması ve yazarın da buna rızasının olması gibi bir süreç işler [7].
Kemal Küçükgedik (Pegasus): Tadilatçı terzi olacaksınız [8]. Bir moda tasarımcısı veya özel bir terzi değil, tadilatçı terzi. Kötü kumaşlarla yanlış dikilmiş, omuzları potluk yapmış, kolunun biri uzun biri kısa ceketler koyacaklar önünüze ve harikalar yaratmanızı isteyecekler. “Baştan diksem daha kolay olurdu,” diyeceksiniz belki ama öyle bir seçenek yok.
Öykü Özçinik (Sel): Yazar, editörünün değerlendirme ve taleplerini bir tahakküm gibi değil, yapıcı eleştiriler olarak algılıyor ve editörün eleştirileri üzerine düşünüp katkı sunabiliyorsa, buradan metni zenginleştiren sonuçlar elde ediliyor [2]. Kuşkusuz kalemin olgunlaşması bir zaman meselesi; özgün olmak, kendi edebiyatını oluşturmak adına uygulanan bazı şeylere editör müdahale ettiğinde, bunun bir tırpanlama olmadığını bilmek gerekiyor. Editoryal süreç, yazar ile editör arasında bir rekabet alanı olmamalı asla. Her iki taraf da verilen çabanın daha nitelikli bir sonuç adına sarf edildiğini bildikten sonra, her sorunun üstesinden gelmek mümkün.
Mehmet Said Aydın (Everest): Yazarın editöre dair şöyle bir önkabulü olması gerekir bence [2]: Bu insan benim kitabımın hayrına uğraşıyor. Uzlaşım buradan olursa, iki tarafın da içine sinen bir sonuçla karşı karşıya kalıyor okur. Gerisi kitabın kaderi zaten.
Handan Akdemir (Doğan Kitap): Bizim yayınevimizden çıkan Elif Şafak kitaplarını baz alalım [9]. Onun kitaplarında hikâyenin genelinde bir tutarsızlık var mı ya da karakterlerin işleyişi doğru ilerliyor mu diye bakmak bizim görevimizdir.
Hamdi Akyol (İz Yayıncılık): Editörlük asistanlarına/adaylarına şunları tavsiye ediyorum, önüne gelen yazar senin bu hayatta en nefret ettiğin insan ve sen onu rezil etmek için bir şey arayacaksın [9]. Editör sürekli bir açık arama halinde olmalı ki, en doğruya ulaşabilsin.” diyor ve devam ediyor: İyi bir kitap okuduktan sonra “yazar bu kitabı çok iyi yazmış” demekle birlikte, “editör bu kitabı çok iyi düzenlemiş” demeyi de ihmal etmeyecekler.
Kıvanç Koçak (İletişim): Bunu yazmışsın ama burada kahramanın böyle yapmaması gerekiyor”, “burada olay örgüsünde ciddi hatalar var” gibi, editörlüğün ve yayıncılığın ne olduğunu gösteririz biz yazara [9].
Evre Akbaş- İlker Nuri Akbaş: Zira yeni nesil editörler ağırlıklı olarak esere müdahaleden yana değil [10]. Tam aksine eserleri yayımlamak ya da yayımlamamak haklarını kullanmayı –istisnalar dışında- yeterli görüyorlar. “Biz böyle gördük” diyen editörler ise derginin mutfağında eserlerin tartışılmaya açılmasını, gerekirse müdahale edilmesinden yana.
C. Hakkı Zariç: Editör içerik odaklı çalışan kişidir [11]. İyi nitelikte bir metin çıkarmayı ve yayımlamayı ister her editör. Yazara olduğu kadar okura ve işine karşı sorumluluğu da bunu gerektirir. Metnin değişikliğe, düzeltiye hatta yeniden yazılmasına duyulan ihtiyaç yazarla editör arasında kurulan köprüye bağlıdır genellikle.
Tanıl Bora (İletişim): Bu önerilerin hükmü, gerek üstadın gerek yazarın rütbesine göre, tavsiye niteliğinde olmaktan emredici olmaya dek değişebilir [1]. Editör, yayına hazırlayandır; dosyanın/metnin kitaba dönüşmesi sürecini “yönetir.” İçerikle ve biçimle ilgili önerilerde bulunur; kâh yazarla veya çevirmenle birlikte mesai yaparak kâh resen müdahale ederek, metinle oynar. Bu işi ghost-writer seviyesine vardıranlar, yani kitabı oturup yeni baştan yazanlar da eksik değildir!
Notos Öykü: Bir üretimin vazgeçilmez parçası olmak [12]. Editörlük böyle bir şey. Sıradan bir dişli değil. Olmazsa çarkı döndürmek zor. Yapanlar yok mu, var elbette, ama onlarda da çarkın ürettiği ürünün sakat çıkma olasılığı pek çok. Oysa editörler olmadan bir kitabı yayınlamak, mesleki bir suç sayılır, sonuçları zaten iyi olmaz.
Ali Ünal (Yazar): Editörün müdahalesi asla yeni bir eser yaratılması boyutunda değildir [12]. Bu müdahale, her zaman iyileştirme/geliştirme kapsamındadır. Yazar, tasarladığı şeyi analiz edemeyebilir. Editörler bunu hakkıyla yapabilen, edebiyatı bilen, donanımlı kişilerdir. Tamam, bazen müdahalenin sınırını bilemeyen editörler de olmuyor değil, ama genel olarak baktığında burada bir sorun yok. Yazarın da editörün de istediği tek şey, o kitabın en iyi şekilde vücut bulmasıdır.
Feridun Andaç (Yazar): Yayınevi bir işletmedir [13]. Editör, yazarın zihnini toplamasına olduğu kadar açmasına da destek olan kişidir aynı zamanda. Yazardan daha iyi bir yazar çıkarabilendir. İyi bir editör Ahmet Ümit’ten dünya ölçeğinde bir polisiye/gerilim yazarı yaratabilirdi. Ama anladığımca onun ve yayıncısının öyle bir derdi yok!
Furkan Ergün: Editörün yazara karşı sorumluluğu daha çok yol göstericilik ve ‘geliştirici zekâ’yla ilgili. [14] Son kertede, kamu yararı mı öncelikli olmalıdır, edebiyat tutkusu mu?
Editör hem mümin, hem inançsız biri diyen Selahattin Özpalabıyıklar: Editör dediğin havari Kuşkucu Thomas gibidir [14, 15]: Böğründeki yaraya parmağını sokmadan İsa’nın ölüden dirildiğine inanmaz. “Yapıt’ı kitap’a dönüştürmek”te editörün işlevini belirleyen temel nitelik de galiba bu, bu kuşku. Editör bu kuşku sayesindedir ki yazarın “Kuzguna yavrusu şahin görünür” fehvasınca (dikkat: “fetvasınca” değil!) kusursuz gözüyle baktığı bir metne asıl değerini verir.
Ömer Faruk: Kitabın oluşturulmasında yazara niteliksel katkı yapabilecek konumda olan kişidir editör; kültür ortamında niteliksel seviyenin yükselmesinde birinci dereceden sorumludur [14].
Erol Kılınç (Editör): Yazarla iyi ilişkiler kurmak, yazarın mesajını doğru anlamak ve okuyucunun o konudaki beklentisine veya kavrayışına yazarın üslubunu ve/veya eserini uygun hale getirmek [14]. Dil ve ifade yanlışlarını, mantıksal problemleri “kusur arayıcı” bir gözle tespit ettikten sonra, yayımlanacak eserin geniş kitleler nezdinde bir bakıma öğretici/eğitici/seviye yükseltici ve üslûp kazandırıcı nitelikleri bulundurmasını hedeflemek; bunun çok büyük bir sorumluluk gerektirdiğinin farkında olmak. Editör rahat okunmayı sağlamak için gerektiğinde yazarı ikaz etmeli, hattâ yazarın mutabakat ve güvenini kazandıktan sonra metne bu yolda müdahale de edebilmelidir.
Ayşe Sağlam (Editör): Editörlük hizmeti, yayınevinin yazara sunduğu en büyük hizmet olarak görülmeli [16]. Basit hatalarla hunharca eleştiri yağmuruna tutulabilecek bir eseri bu noktadan kurtaran editör oluyor çünkü. Ya da baştan aşağı hatalarla dolu olup olağanüstü bir içeriği mahvetmek üzere olan bir yazara dünyanın en büyük iyiliği de bu noktada sunulmuş oluyor.
Edebiyat Editörü: ‘Ebelik!’
Ruth Harris, “Editörler öğretmenlerinizdir, özellikle de başlangıç yazarıysanız [17],” dese de, Maxwell Persin, Robert B. Silvers ya da Tay Hohoff’ın bir dosyaya, yazarlara daha da ötesi döneme etkileri editörlük tarihinde ilginç öykülerdir [18, 19]. Editörlüğü ebelik ile karşılaştıran Gillian Green yazarların bebeğini okurlara teslim etmelerine yardımcı olduklarını söylüyor [20]. Anitra Budd, “Üç varlık arasında hokkabazlık yapmak zorundasınız: yazar, okuyucu ve metnin kendisi [21]. Üçünün de çıkarlarına hizmet edebildiğiniz ve iyi yaptığınız zaman, editörlük sihrin olduğu yer.” diyor.
Peki ya okur!
Okur; roman, öykü, deneme ya da şiir kitabı okurken bir taraftan da yazarı tanımaya çalışır. Kitabı belki başkalarıyla bile konuşur. Kitabı bitirdikten sonra yazarın varsa ya da olacaksa diğer kitaplarıyla da ilgilenir. Ve, bir okur tüm bunları yazarla arasında kurduğu bağa güvenerek devam ettirir. Okura göre yazar kitabı tek başına yazmıştır ve bu saygı görmesini, güvenilmesini sağlayan en önemli unsurdur. Sırf belirli ya da geniş bir okur kitlesi beğensin ve satışı artsın diye eser üzerinde eksiltmeler, iyileştirmeler, geliştirmeler, eklemeler yapıldığını bilse bir okur; kitabı okurken yazarla bağ kurması güçleşir.
Editörler yaptıkları işi ifade etmeye başlamadan önce bir şiiri en az iki kişinin yazmış olma olasılığı yoktu; olay örgüsü, ifadeler ve karakterler yazar öyle kurguladığı için öyleydi; bir öyküyü ya da bir paragrafı yazarın kendisi eksik bırakırdı, sündürürdü, berbat ederdi ya da güzelleştirirdi; kitap baştan sona yazarın hayal gücü ürünü ya da dikkatli gözlemleri sonucu şekillenmiş derdiniz. Okur kitap içi meselelerde bu güzel duyguları yitirmemeli, yoksa nasıl başa çıkacağını bilemeyeceği huzursuzluklar edinebilir.
Editöryel emek!
Editörler dobra konuşuyor ancak dosyası üzerinde editörün ‘titiz’ çalışmasına izin veren yazarların sessizliği ve bu sessizliğin eserindeki hangi değişmeleri dile getirmediğinin okur tarafından bilinmezliği ise sürüyor. Okur, hangi yazarların bitmiş dosyasının hangi kısımlarına editörlerin kalem ve silgisinin değdiğini bilmeli değil midir? Örneğin, Hasan Ali Toptaş’ın eserlerindeki de/da kullanımındaki yerindelik ya da alegorideki, anlatımdaki sade yoğunluk tamamen yazara mı aittir [22]? Mesela, Abdullah Aren Çelik’in Kandan Adam romanındaki Ahmet Boz karakteri dosya ile kitaplaşma arasında kaç kişilik ya da davranış değiştirdi ya da kişiliği geliştirildi [23]! Kemal Varol’un Âşıklar Bayramı romanında kırmızı ışıkta beklerken yandaki arabadaki kadınla ‘yeni çağın küçük teması’ acaba editör önerisiyle mi yazıldı [24]? Uğur Nazlıcan’ın Bir Dükkanı Beklemek kitabındaki çırak anlatısı, aynadaki gelin fotoğrafı editörün önerisiyle mi oluştu ya da derinleşti [25]?
Murathan Mungan: Türkiye’de çok sayıda yetenekli yazar var ama iyi editör çok az!
Bazı yazarlar da dosyayı yayınevine teslim etmeden önce en az on kişiye incelemesi için iletip gelen eleştirileri de dikkate alıp dosya üzerinde tekrar çalışarak yayınevine teslim edermiş, tıpkı Orhan Pamuk gibi! Böylesi değerlendirmelerden geçerek kitaplaşmış bir dosyanın yakın çevreye ve editöre iletildiği halleri ile kitaplaşması arasındaki farkları ‘kitap okurunun’ da bilmeye hakkı yok mudur?
Novalis: Gerçek okuyucu, yazarın devamıdır!
Editöryel girişimler bu denli yoğun gibi yansıtılsa da, gerçekte dosyasını ‘kolektif emek’ ile kotarmadan, yani editöryel süreci reddederek kitaplaştıran yazarlar da var: Erhan Bener [26] ve Bilge Karasu [14]. Çıldırtan Yağmurlar isimli son romanını okurken uzunca notlar çıkaran editöre Erhan Bener’in yanıtı: “50 yıllık romancılığımı bir editöre sorgulatmam.” Bu yazarların kitaplarına da dosyaya müdahale edilemediği notu düşülebilmelidir. Okur kitabın tamamıyla yazara mı ait olduğunu yoksa dış destek ile mi hazırlandığını bilmeyi isteyecektir.
‘Hazır’ diyerek dosyasını yayınevine teslim ettikten sonra kitaplaşan eserine sahip çıkan, yayınevine teslim ettiğinde metnini ‘değiştirilemez metin’ gibi görmeye başlayan, olanı çarpıtmayan, kılıf bulmaya çalışmayan, editöryel süreci suçlamayan, hatalarının sorumluluğunu üstlenen, keskin çizgileri olan, yazdıklarındaki tutarsızlığı savunabilen, anlam ve kurgudaki boşlukları ve absürtlükleri kabullenebilen ya da sistematik veya istisnai hatalarını, eksiklerini kabul edebilen nice yazar mutlaka vardır. Editörler ve redaktörlerin dosya üzerinde ‘hatasızlaştırıcı, iyileştirici, geliştirici, mükemmelleştirici’ önerilerde bulunması yazarları pasifleştirebilir ve bu pasifleşme yüzünden ‘Günümüz yazarlarının kaçı dil bilimde yetkinleşiyor ve katkıda bulunuyor?’ sorusu yanıtsız kalabilir. Ancak editörlerin yetkin edebiyat eleştirmenlerinin işine soyunması ile yazarlar yazdıklarının editörlerce toparlamasını alışkanlık haline getirebilir. Bunu önlemek için, editörler ‘eleştirmen gibi’ davranmayı bırakabilir. Eleştirmenlerin ve ‘dikkatli okurun’ eleştirileri yapıcı olursa yazarlar yazmaya devam edebilir.
Okurun okuduğu kitap içeriğinin bir yerinde bir aksaklık gördüğünde editörün kim olduğuna bakması da editöryel çalışma sisteminin kimi okurlarca benimsendiğinin işaretidir. Okur bunu kendiliğinden edinmemiştir ve kitapta aksaklık gördüğünde yazarı sorumlu tutmalıdır.
Bir yazar dosyası üzerinde yayınevince çalışıldığını ve bu çalışmanın sonuçlarını ilan edebilmelidir. Bu durumda, bazı editör adları yazarın ya da yazarların önüne bile geçebilir! Böyle durumlarda kitaba yazarın yanı sıra editörün de adı eklenmeli, editöre de telif ödenmeli, söyleşilerde editör yazarla yan yana oturabilmelidir. Bu sağlanırsa editör emeği gasp edilemez; görünmez kahraman ya da hayalet yazar olarak fısıldanmasının önüne geçilebilir.
Yayınevleri ve kadrolu editörler
2014 yılında İletişim Yayınları 14, Yapı Kredi Yayınları 11, Metis Kitap 8, Sel Yayıncılık 5, İnkılâp Yayınları 5, Timaş Yayınları 4 ve Aylak Adam Yayınları 4 kadrolu editör çalıştırıyordu7. Bu editörlerin tamamı edebiyat editörü değildir ve bir editör bir kitap üzerinde bir ila iki ay mesai harcayabiliyor. Yayınevlerinde kitaplaşacak yıllık dosya sayısı hemen hemen belli iken, kabul edilmeyen çok sayıda dosya olsa gerek. Yeni yazmaya başlamış bir yazar lektör onayından sonra editörün masasına gelmiş dosyasında yapılan değişiklik ‘öneri’lerine direnebilir mi?
Birer işletme olan yayınevlerinin kar amacı gütmesi normaldir. Ancak en azından güçlü yayınevleri bilinen, etkili yazarların dosyalarının editöryel sürecini kitaplaştırma ile sınırlayarak basımını yapabilir. Yayınevleri, yayınladıkları her edebi eserin dosya hali ile yayınevinin dosyaya ‘önerilerini’ web sayfalarında yayınlayabilmelidir. Bu, özellikle yeni yazmaya başlayanlar için çok kıymetli olacaktır. Onlar da kendi yazdıklarıyla karşılaştırırken karşılarında editöryel süreçten çıkmış bir çalışmayı değil de, ‘ham halini’ değerlendirebileceklerdir.
En doğrusu, yararın hazır dediği kitabına editörlerin hiçbir biçimde müdahalede bulunmamasıdır. Okurla yazar arasına girmemenin yani okuru yazarla baş başa bırakmanın başka da bir yolu olduğunu sanmıyorum.
Buraya dek Türkçe yazan Kürdlerin eserlerine dair değini olmadı. Kimi editörün Türkçe yazan Kürd yazarlara bakışı nedir? Bazı editöryel süreçlerden Türkçe yazan Kürdlerin eserleri nasıl etkileniyor? Türkçe yazan Kürd yazarların eserleri hangi edebiyata dahildir? Birkaç örnekle..
***Konuk Yazarlar bölümünde ifade edilen görüşler hakpar.org.tr’nin politikalarından bağımsız, yazarın kendisini bağlamaktadır***