Şu günlerde Türkiye’de toplum, genç kız ve kadınlara yönelik canavarca cinayetlerle, tecavüzlerle sarsılıyor.
Aslında, bir kez daha sarsılıyor demeliydim. Çünkü sarsılmadığı zaman mı var?
Ayrıca, yalnızca genç kız ve kadınlara değil, çocuklara, hatta masum hayvanlara, köpek yavrularına, kedilere yönelik olanlar…
Bu kadar ahlaksızlık, bu kadar canavarlık bu ülkeyi öteden beri tanıyıp da şaşmaması gerekenleri bile şaşırtıyor. Çünkü şiddet ve canavarlığın dozu kendi rekorlarını kırıyor.
Kadınlar bütün bunlara karşı yer yer tepkilerini göstermek için sokağa dökülüyorlar. Onurlu, vicdan sahibi erkekler onlara destek veriyor. Ama bu barışçı tepki ve gösteriler bile egemenlerin hoşuna gitmiyor. Yasaklar ve polis şiddeti orada da kendini gösteriyor.
İnsanlar bütün bunlara bakıp bu gidişin nasıl duracağını düşünüyorlar.
Evet, günden güne katlanarak büyüyen bu şiddet furyası nereye kadar gidecek? Bu nasıl önlenecek?
Şiddeti doğuran nedenler üzerinde düşünmeden bu soruların doğru cevabını bulmak olanaksızdır. Evet, işin püf noktası burada: Şiddeti yaratan nedenler, ülkeyi bu bunaltıcı ortama getiren nedenler ne?
Bu sorunun cevabı ise düşünmesini bilen insanlar için zor olmasa gerek: Neyi eksen onu biçersin.
Nasıl toprağa deve dikeni ekip iyi bir buğday ürünü elde etmen mümkün değilse, insanca, çağdaş bir eğitim sistemine sahip değilsen böyle bir sonuçla yüz yüze gelmen de son derece doğal.
Bu ülkenin yönetenleri ve yönetilenleri öncelikle ülkede geçerli eğitim sistemine baksınlar. Bu sistemde çocuklar nasıl eğitiliyor? Örneğin okullarda kadın erkek eşitliği, bir bütün olarak insan hakları ele alınıyor mu, ya da ne ölçüde ele alınıyor?
Okullarda çocuklara insan sevgisi aşılanıyor mu? Kız ya da erkek olsun arkadaşlarına iyi davranma telkin ediliyor mu?
Doğa sevgisi, hayvanlara, bitkilere iyi davranma telkin ediliyor mu? Doğayı korumanın insan hayatı için önemi anlatılıyor mu?
Hayır, böyle konular müfredat programlarında yoktur. Ama orada şiddeti kutsayan sözde kahramanlık öyküleri bol miktarda vardır.
Örneğin tarih kitaplarında “atalarımızın” nasıl iyi at koşturup kılıç ve mızrak salladıkları, kafa kestikleri, ülkeler ve şehirler fethedip taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmadıkları keyifle anlatılır…
Savaş, zafer ve fetih kutsanır, ama barışın adı geçmez.
Okulda, medyada, hayatın her alanında akıl almaz bir ırkçılık, bir şovenizm dalgası estirilir. Bu tutum aileye ve toplumun tüm hücrelerine yansır.
En başta ülkeyi yönetenler, yüz yüze oldukları sorunları diyalog yoluyla, barışçı yöntemlerle ve adil bir şekilde çözmeye alışık değildirler. Onlar çözüm yöntemi olarak pazu gücünü, şiddeti esas almışlardır hep. Ordu, polis gücü ve bastırma yöntemiyle…
En başta Kürt sorunu? Osmanlıdan bu yana Kürt sorununa yönelik olarak izlenen politika şiddet, bastırma, kıyım ve sürgün değil mi? Bununla sorun çözüldü mü? Bugün de süregiden şiddet ortamı gösteriyor ki çözülmedi, giderek kangrenleşti.
Peki egemen dini inancın dışındaki inanç mensuplarına, örneğin Hristiyanlara, Alevilere, Êzdilere karşı tutum? Bu da yok sayma, bastırma, kıyım, sürgün olmadı mı?
Demek ki en başta devletin tavrı haksızlığı, şiddeti besleyen, doğallaştıran başlıca etken. Böyle bir ülkede sıradan yurttaşların haksever, eşitlikçi, özgürlükçü, barışçı olmaları mümkün mü?
Böyle bir ülkede, bırakın asker ve polisin sıradan yurttaşa sevgiyle yaklaşması, güven vermesi, erkeğin kadına, öğretmenlerin ve ebeveynlerin çocuğa, çocuk ve gençlerin birbirlerine, bunun ötesinde doğaya, hayvan ve bitkilere, sevgiyle davranması mümkün mü?..
Sen ülkeyi yöneten olarak vatandaşa tokat atmayı doğal bir uygulama haline getirirsen, öğretmen de öğrencisine, erkek kadına, ebeveynler çocuğa, çocuk ve genç birbirine tokat atar. Şiddet böylece toplumsal bir özelliğe dönüşür.
Ben orta öğrenimimi, köy enstitüsü denen bir öğretmen okulunda yaptım. Ama orada bize sözde pedagoji öğreten öğretmenlerimiz, en küçük bir kusurumuzda, çocuk demeden bizi dayaktan geçirirlerdi.
Ülkeyi yönetenler, ülkenin egemenleri gözü doymazlıkla ormanları biçip altın ararlarsa, elektrik elde etmek için ülkenin güzelim vadilerini, eşi bulunmaz tarihi kentlerini suya gömerlerse, geyikleri, kuşları avlamayı teşvik ederlerse, sıradan yurttaş ne yapar?
Kısacası, sevgili okurlar, bugün tanık olduğumuz durum şaşırtıcı değil. Yıllardır ırkçılık, şovenizm pompalandı, ayırımcı, baskıcı politikalar izlendi, şiddet başlıca yöntem haline getirildi. Diğer bir deyişle şiddet ekildi, şiddet biçiliyor. Okulda şiddet, ailede şiddet; sokakta şiddet, kırda-kentte şiddet, ülkede şiddet, komşularla şiddet…
Bundan çıkışın yolu ise, tümüyle yeni bir anlayış, yeni bir sistemdir. İnsan haklarına, doğaya değer veren, sorunlarını akılcı ve barışçı yöntemlerle çözen, eşitlikçi, özgürlükçü, barışçı bir anlayış ve sistem.
Eğitim sistemi buna göre yeniden düzenlenmeli; yeni, çağdaş bir toplum inşa edilmeli.
Ama bunu kim yapacak? Bu haksız, adaletsiz, şiddeti esas alan sistemi oluşturanlar mı, onun sorumluları mı?
Sorunun diğer püf noktası da işte budur. Bunu ancak haksızlığa, baskıya uğrayan, şiddete maruz kalan kitleler, emekçiler, kadınlar; özgürlük ve eşitlik isteyenler yapabilir.
Onların bilince ve birliğe ihtiyaçları var. Değişim onların birliği ve mücadelesiyle mümkün olacaktır, başka yolu yok.
Bizim de yıllardır, dilimizde tüy bite bite söylediğimiz işte bu.
25 Temmuz 2020