Kemal Burkay
Başbakan Erdoğan’ın 23 Nisan günü 1915 Ermeni tehciriyle ilgili yaptığı açıklama yaygın biçimde tartışılıyor. Doğal olarak buna ilişkin değerlendirmeler de çok farklı.
“Doğal olarak” dedim, aslında “bu ülkeye özgü biçimde” demek daha uygun olurdu. Çünkü bu ülkede, önemli-önemsiz nerdeyse her konuda, uzlaşmaya kapalı, bir birine taban tabana zıt uç görüşler çatışma halinde. Özellikle de AK Parti ve Erdoğan’la ilgili olarak.
Bir kesime göre AK Parti ve lideri Erdoğan ne yapsa iyi. Bu kesime göre Erdoğan tarihi ve toplumsal büyük bir dönüşümün öncüsü. Diğer kesime göre ise ne yapsa kötü. Hatta Erdoğan bir diktatör ve faşizmi getirmiş bile!
Bu kanatlar için bu işin ortası yok.
Bir başka deyişle, çatışan görüşler değil, önyargılar. Önyargılar öylesine keskin ki olaya objektif bakmayı engelliyor. Onlar gözlerin önündeki kalın, demir perde…
Olaylara böyle bakanlar, diğer bir deyişle önyargılarının tutsağı olanlar, hemen her konuda bir futbol fanatiği gibi davranıyorlar. Olaylar karşısında kendilerininkiyle yüzde yüz örtüşmeyen her yaklaşımı da düşmanca karşıya alıyorlar. Bir ihtimal bu yazımı da öyle karşılayacaklar…
Ama zaman zaman saf değiştirenler, yıldırım hızıyla bir kanattan diğerine geçiverenler de oluyor. Örneğin bazı liberal aydınlar daha 3-5 yıl öncesi, Erdoğan’ın Kürt sorununa, AB üyeliğine ve demokratikleşmeye ilişkin söyleyip yaptıklarını devrim diye nitelerken sonra birden ona çok sert eleştiriler yönelttiler, “yeşil faşizme” kaydığını söyler oldular.
Gerçekte ise Erdoğan ve partisi, bu 12 yıllık süre içinde iyi şeyler yapsalar, bazı reformlara imza atsalar bile -ki attılar- bunlar devrim diye nitelenir şeyler değildi. Örneğin atılan sınırlı adımlarla Kürt sorunu çözülmüş olmadı. AB üyeliği yönünde reformlar devam etmedi. Alevilerin talepleri karşılanmadı. Demokratikleşme süreci tıkandı.
Bunun gibi Erdoğan ve Partisi zaman zaman önemli yanlışlar da yaptılar (örneğin Gezi olaylarında, Suriye politikasında vb); ama bununla da ne Erdoğan bir diktatöre dönüştü, ne de partisi faşizme kaydı.
Gerçekte övgü de yergi de abartılıydı.
Erdoğan’a ve partisine lehte ve aleyhteki bu orantısız yaklaşım bugün de devam ediyor. Şu Ermeni sorunuyla ilgili değerlendirme de bu türden.
Erdoğan’ın açıklamaları, Türk devlet adamlarının bu sorunla ilgili olarak geçmişten bu yana izledikleri politika ile, söyledikleriyle karşılaştırıldığı zaman elbet olumlu niteliktedir. Erdoğan bir kez daha statükoda bir gedik açtı. Olan biteni inkâr etmekten vazgeçti, acılı olayların yaşandığını kabul etti, kurbanların torunlarına yönelik olarak “taziye” tabirini kullandı. Bu olayın anılmasının ve tartışılmasının doğal olduğunu söyledi.
Ama Erdoğan ne Ermenilere yönelik gerçekleşen soykırımın adını verdi, ne de hatta katliam sözcüğünü kullandı. Açık bir özür dilemedi.
Oysa olayın gerçek adı konacaksa bu bir soykırımdır ve eğer Türk devlet adamları bu insanlık suçunu mahkum edip yaraları sarmak istiyorlarsa Ermeni halkından özür dilemeliler.
Demek ki atılan adım henüz atılması gereken köklü, tarihi adım değildir; görece olarak küçük bir adımdır.
Öte yandan, böyle olması onun önemini azaltmıyor. Bu, yılların yalana dayalı, inkârcı politikasının duvarında önemli bir gediktir.
Kaldı ki yıllar yılı Ermeni düşmanlığıyla koşullanmış ve Ermeni kırımını reddetmiş, bunu ulusal bir politikaya dönüştürmüş bir toplumda soykırımı adıyla dile getirmek ve özür dilemek kolay bir şey değil. Böyle olduğu, eski politikayı savunan ırkçı-şoven ulusalcı kesimlerin, bu sınırlı ve ılımlı sözler karşısında bile, “vatan-millet” adına kopardıkları gürültüden bellidir. Bu çevreler, son açıklama nedeniyle bir kez daha öfke saçıyor, Erdoğan’ı ihanetle suçluyor, ona hakaretler yağdırıyorlar.
Bu da Erdoğan’ın söz konusu açıklamasıyla, devrim olmasa bile olumlu bir iş yaptığını gösteriyor.
25 Nisan 2014