Bir yandan Suriye’deki iç çatışma, diğer yandan Gezi Parkı olayları Türkiye’de Alevi sorununu da yeniden ısıttı.
Gezi Parkı’nın tetiklediği ve çeşitli illere yayılan protesto gösterilerine, “endişeli modern” denilen kesimlerin, ulusalcıların ve bir bölüm solun yanı sıra Alevilerin de oldukça yaygın biçimde katıldıkları gözleniyor.
Hükümet bizzat Başbakan’ın ağzından bu tutumu hayretle karşılıyor, bir kez daha Dersim katliamının CHP döneminde yapıldığını, kendilerinin ise önceki yıllarda Alevi çalıştayları düzenlediğini söylüyor. Tüm bunlar doğru, ama eğer buna rağmen Aleviler AK Parti’ye güvenmiyor, CHP’ye destek oluyor ve oylarını ona veriyorlarsa bunun elbet nedenleri var ve bu nedenleri anlamak gerekir.
AK Parti sözcüleri bunları söylerken öte yandan da Alevi sorununun çözümü için gereken adımları atmaya yanaşmıyorlar. Geçmişte ibadet yeri olarak Alevilere cami gösterildi. Son olarak hükümet sözcüsü Bekir Bozdağ yine aynı şeyi dile getirdi, “Aleviler Müslüman olduklarına göre ibadethaneleri camidir,” dedi.
Peki -Müslümanlığa uygun mu değil mi bir yana- Alevilerde cami kurumu olmadığını, Alevilerin namaz kılmadığını AK Parti yöneticileri bilmezler mi?
Son olarak, hükümetin hazırlamakta olduğu yeni demokratikleşme paketi içinde Alevi dedelerine maaş bağlama, cemevleri ile camileri aynı binalarda bir araya getirme gibi adımlardan söz ediliyor.
Öyle anlaşılıyor ki Hükümet, bir kez daha meselenin kenarından dolaşıyor ve özünü kavramıyor, ya da kavramak istemiyor. Alevi sorununu çözmek ancak gerçek bir laiklikle mümkündür. Diğer bir deyişle, devletin inanç alanına müdahale etmemesi, tüm inançlara eşit mesafede durması, hiçbir inanca baskı yapmaması ve imtiyaz tanımamasıyla…
Türkiye, CHP dönemi dahil, hiçbir dönemde gerçek anlamda laik bir ülke olmadı. Bunun için en başta şunların yapılması gerekir:
Diyanet İşleri Başkanlığı bir devlet kurumu olmaktan çıkarılmalı, vakfa dönüştürülmelidir. Çünkü hem bu kurum Sünni Müslüman inancına ve Hanefi mezhebine göre hizmet veren bir kurumdur, vakıf olarak da bu hizmeti verebilir, hem de devlet inanç alanından elini çekmelidir.
Devlet geçmişte Alevi inancını yok saydı, yok etmeye çalıştı; onlara yönelik akıl almaz baskılar, hatta katliamlar yaptı. Şimdi Alevi dedelerini maaşa bağlama projesi ise bu insanları satın almaya, devletin asimilasyoncu din politikasının güdümüne sokmaya yönelik bir girişimdir. Cemevi ile caminin aynı bina içinde olması da bir şeyi değiştirmez.
Din dersleri zorunlu olmaktan çıkarılmalıdır; çünkü bu ders de yurttaşları belli bir inanca göre eğitmeyi hedeflemiştir.
Laik bir ülkede ne DİB gibi bir devlet kurumu, ne de zorunlu din dersleri olur.
Sünni Müslümanlar ve Aleviler de dahil, ülkemizdeki tüm inanç grupları kendi dini hizmetlerini yerine getirmek, kendi din adamlarını yetiştirmek ve giderlerini karşılamak için vakıf ve benzeri biçimlerde örgütlenebilir ve masraflarını kendi içlerinde çözebilirler, öyle yapmalılar. Aynı şey Hıristiyanlar, Museviler, Êzdiler için de geçerlidir.
Devlet inanç eğitimi alanından da elini çekmelidir.
Laik ve demokratik bir devletin kendi yurttaşlarının dini inançlarını biçimlendirmek gibi bir görevi olamaz.
Türkiye bu değişimleri yaptığı, devlet kimsenin dini inançlarına karışmadığı, hiçbir inanç grubuna baskı yapmadığı ve imtiyaz tanımadığı zaman Türkiye gerçekten laik bir ülke olur ve Alevi sorunu da çözüm bulur.
Böylesine laik ve demokratik bir anlayış benimsendiği ve topluma mal edildiği zaman başka inanç grupları, örneğin Hıristiyan gruplar, Museviler ve Êzdi Kürtler de rahatlar.
Biz HAK-PAR olarak hükümeti gerçek bir laiklik için adım atmaya, bu amaçla öncelikle Diyanet İşleri Başkanlığı’nı bir devlet kurumu olmaktan çıkarmaya, zorunlu din dersini kaldırmaya çağırıyoruz.
Yeni Anayasa da buna uygun biçimde formüle edilmeli.
Kemal Burkay
HAK-PAR Genel Başkanı
26 Haziran 2013