GÜNCEL

DÜNYADA DEĞİŞİM VE YAPILANMA

İki dünya savaşı gören, sosyalist sistemin kurulması ve dağılmasına tanıklık eden 20. yüzyıl, insanlığın temel sorunlarının bir kısmına çözüm getirirken, önemli bir bölümüne çözüm getiremeden sona erdi.

 

İnsanlık yeni bir yüzyıla girerken bilimde ve teknolojide büyük aşamalar kaydetti ama, ortak beklenti ve ideallerine uygun barışçı ve demokratik bir dünya düzeni kurmayı başaramadı. Dünyamız bugün, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin yarattığı sorunları birlikte yaşıyor. Günümüzde gelişmiş ülkeler ortak uygarlık mirasından yararlanırken, az gelişmiş ve bağımlı uluslar bu olanak-tan yeterince yararlanamıyorlar. Bu durum gelişmişlerle, gelişmemiş ülkeler arasındaki uçurumu derinleştiriyor. Birinciler, ulusal sınırları kaldırmaya, çeşitli dillerin ve kültürlerin birlikte yaşadığı çok uluslu birlikler (ulus-üstü) oluşturmaya yönelirken; ikinci kategorideki ülkelerde, temel hak ve özgürlükler başta olmak üzere tüm insani değerler çiğneniyor; toplum, açlık ve sefalet içinde yaşamaya, etnik ve dinsel çatışmalar içinde geleceğini tüketmekle yüz yüze bırakılıyor.

 

Bu durum dünyanın geleceğini tehdit eden bir olgudur.

 

Bir bütün olarak dünyamızda hâlâ silahlanma yarışı, bölgesel savaşlar sürmekte ve kaynakların önemli bir bölümü bu alana aktarılarak heder edilmektedir. Gelişmemiş ülkeler ise ekonomik, teknik, bilimsel geri kalmışlık, ağır dış borçlar, nüfus artışı ve istihdam darlığının yanı sıra kıtlık, kuraklık, cehalet, ırk ve mezhep çatışmaları içinde salt bugünlerini değil geleceklerini de kaybetmekle yüz yüze bulunuyorlar. Bunun yol açtığı kitlesel ölümler ve toplu göçler bugün insanlığın acil çözüm bulmak durumunda olduğu sorunlar haline gelmiştir.

 

Gelişmemiş ülkelere borç vererek bu sorunlar çözülemez. Çağdaş ve gelişmiş ülkelerin kendileri için öngördükleri çoğulcu, katılımcı, demokratik yönetim modellerini ve devlet sistemlerini bu ülkeler için de öngörmeleri gerekir. Aksi halde evrensel demokratik hukukun geçerli olduğu, özgür bireylerden oluşmuş demokratik ve çoğulcu bir toplumsal yaşam ve buna denk düşen barışçıl bir kültür yaratılamaz.

 

Teknolojinin ilerlemesi; iletişim alanında yaşanan gelişmeler, sermayenin sınır ve otorite tanımayan uluslararası hareketi dünyamızı küçültmüş, tek tek ülkelerde yaşanan sorunları ortak sorunlar haline getirmiştir. Bugün, ulusal sınırlar içinde keyfi ve despotik uygulamalara yönelmek; etnik, kültürel, cinsel ve sınıfsal farklılıkları zor yoluyla ortadan kaldırmaya çalışmak, uygar dünyada onay görmeyip tepki topluyor. Geçmişte zor kullanımı yoluyla oluşturulan ulusal sınırlar, ekonomik gelişme ve toplumsal ilerleme sonucu gereksiz hale gelmekte; insan hakları ve özgürlüklerin kullanım alanı genişlemektedir.
Toplumları sıkıntıya sokan sorunlar ağır ve çok olmasına rağmen, insanlığın ileriye doğru yürüyüşü, esaret ve köleliği yeryüzünden silebilecek bir mecrada ilerlemekte; insan haklarına say-gı, bireysel ve kolektif hakların kullanımı ve güvencelere bağlanması gibi değerler her geçen gün daha çok kabul görmektedir.

 

Bu gelişmeler bir yandan sistemleri ve devletleri işlevsel olarak değiştirip insanlığın önüne yeni ufuklar açıyor, bir yandan da plansız ve oburca sanayileşme, adaletsiz bölüşüm ve benzeri nedenlerle gelişmiş ülkelerde işsizlik, fuhuş, uyuşturucu kullanımı, çeteleşme ve benzeri toplum-sal hastalıklara yol açıyor.
Gelişmiş dünya devletleri, tüm bu sorunlara kalıcı çözümler bulmak ve yeni sosyal dengeler kurmak zorunluluğu ile karşı karşıya bulunuyorlar. Birinci ve ikinci dünya paylaşım savaşlarında haklarını ve özgürlüklerini alamayan uluslar ve azınlıklar hak arayışlarını sürdürüyorlar. Soğuk savaşın sona ermesi bu hak arayışını kolaylaştırmış; dünyada hızlı bir değişim ve yeniden yapılanma süreci başlamıştır.

 

Gelişmiş ülkeler etnik ve kültürel sorunlarını barışçı yöntemler ve çoğulcu bir anlayışla çözmeye çalışırken, ikinciler sorunu inkar ve baskı yöntemleriyle çözümsüzlüğe mahkum etmektedir.

 

Geçmişte kimi devletler ve Türkiye için ulusal birliği oluşturmanın bir biçimi olarak görülen üniter yapı, günümüzde birliğin değil ayrışma ve bölünmenin unsurları haline gelmiştir. Çağdaş toplumlar; bunun önüne geçmek, ayrışma ve bölünmeyi engellemek için iktidar paylaşımını yaygınlaştırmakta, daraltıcı, sınırlayıcı ve baskıcı üniter sistemlerden vazgeçmektedirler. Farklı dil ve kültürlere yasal güvence sağlamakta, anadilde eğitim hakkı başta olmak üzere tüm siyasal ve sosyal hakları tanımaktadır. Üniter devlet biçimini ilk uygulayan devletlerden Fransa, İtalya, İspanya, İngiltere gibi ülkeler dahi bu modellerini revize etmek durumunda kalmış, bunun yerine insan haklarını, etnik ve kültürel çoğulculuğu esas alan sistemlere yönelmişlerdir.

 

Bu tarihsel ve siyasal gelişme formasyonu Türkiye için de geçerlidir. Türkiye’de üniter yapı etnik, kültürel, dilsel çoğulculuk ihtiyaçlarına cevap verecek, kronikleşmiş tarihsel sorunlarını çözümleyecek konumda değildir. Üniter yapı, çözümsüzlüğün ve demokratikleşememenin temel sebebidir.
Günümüzde isim ve uygulamaları farklı da olsa artık eyalet, özerklik, federasyon, otonomi vb. yönetim modelleri, barış içerisinde bir arada yaşamanın, toplumsal gelişme ve ilerlemenin gerekliliği haline gelmiştir. Avrupa Birliği (AB) bu haliyle bile esnek bir konfederasyon yapısına sahiptir.

 

About Post Author